kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25171101/
SAYI HAYATI BELİRLER Mİ?
Zekâ ve şu meşhur zekâ puanının (IQ: intelligence quotient) bir insanın hayatta başarılı olup olmayacağını belirleyebileceğini kabullenmek doğru mu? Anlamı, içeriği ve sınırları son derece belirsiz olan zekâyı, yine güvenirliği ve geçerliliği belirsiz testlerle ölçüp, çan eğrisinin bir ucunda kalanları “başarısız olacak özürlüler” diye etiketlemenin bilim mi yoksa örtülü ayrımcılık mı olduğu tartışmalı.
Sayılar insanın hayatını belirleyebilir mi? Peki insanın hayatında ya da kariyerinde ilişki becerisi, duygusal esneklik, motivasyon, hele yaratıcılık gibi zekâ testleriyle ölçül(e)meyen etkenlerin hiç önemi yok mu? Bir insan herhangi bir konuda doğuştan yetenekli, becerikli ama başka bir alanda çok beceriksiz olabilir. Bu durumda bu kişinin genel ve tanımlayıcı, çoğu zaman kaderini belirleyen zekâ puanından söz etmek
anlamlı mı?
anlamlı mı?
Mesele zekâ ve zekânın ölçülmesi olunca, gördüğünüz gibi yanıtlardan çok sorular var. Bugün hâlâ kullanılan, eğitim planlamasından istihdama, insanların geleceğini belirleyen IQ testleri, geliştirildiklerinden bu yana tartışılıyor.
Tartışmaların iki temel ekseni var. Öncelikle, puanla ölçülebilecek, evrensel geçerlilikte bir zekâ kavramı artık kabul edilmiyor. Zekânın çok sayıda bileşeni var, dahası hayatta başarılı olmak için ortalama ya da ortalamanın üzerinde bir zekâya sahip olmak zorunlu değil. Zihinsel beceri ve yeteneklerin tümünü tek başına zekâyla açıklamak da mümkün değil. Bu nedenle zekâ testlerinin bir insanın eğitimi, işi, geleceği üzerine verilecek kararlarda tek başına ölçüt olması kabul edilmiyor.
Ayrıca zekâ puanı, çan eğrisi gibi değişkenlerin ırkçı potansiyelleri açık bir şekilde eleştiriliyor. Bu örtülü ırkçılığın en önemli kanıtı zekânın ilk insanın evrimleştiği Afrika’dan uzaklaştıkça arttığı yönündeki görüşler. Bu iddiayı besleyen, batının doğuya, kuzeyin güneye göre daha zeki olduğu söylemiş. Bu görüşler geçmişte beyazların siyahlardan, erkeklerin kadınlardan daha zeki olduğu şeklindeydi. İddia sahipleri, insanın Afrika’dan uzaklaştıkça karşılaştığı yeni koşullarda yaşama çabasının, sorunları çözme becerisini arttırdığını, bu gelişimin binlerce yıl sürerek beynin evrimini hızlandırdığını düşünüyor. Bu görüşün batının doğuyu, kuzeyin güneyi, beyazın siyahı, erkeğin kadını sömürmesinin bahanesi olduğunu görmek için “zeki olmak” gerekmiyor.
Bugün başta Wechsler Zekâ Testi olmak üzere tüm “bilimsel” zekâ testlerinin zihinsel becerilerin genel bir bileşenini kabaca ölçtüğü kabul ediliyor. G harfiyle gösterilen bu genel bileşen, akıl yürütebilme ve yeni bir problemi çözme becerisi olarak görülüyor. G’nin tam olarak ölçülmesinin mümkün olmadığına inanılıyor. IQ puanının G’yi yaklaşık olarak gösterdiği kabul ediliyor.
IQ testleri farklı kültürlere uyarlanıyor ama bu uyarlamanın geçerliliği kimi zaman ironik tartışmalara neden oluyor. 1980 öncesi Türkiye’de uygulanan zekâ testlerinden birinde “yolda üzerinde adres yazılı bir paket bulsanız ne yaparsınız?” şeklinde bir soru vardı. Katılımcıların çoğu IQ puanlarını yükseltecek olan “paketi postaya veririm ya da adrese ulaştırırım” demek yerine, “pakete dokunmadan yanından uzaklaşırım” yanıtını veriyordu. Bombalı paketler yüzünden insanların öldüğü bir dönemde, bu soruya “akıllıca” yanıt vermek IQ puanını düşürüyordu. Dünyada ve Türkiye’de kullanılan zekâ testlerindeki sorular en az 30 yıllık ve güncellenmiyor. Hızla değişen dünyada, çocuk ve erişkinlerin gündelik hayatta karşılaştıkları çoğu sorunla ilgili değerlendirme yok. Çocuklara verilen resim tamamlama bölümünde hâlâ çevirmeli telefon resmi kullanılıyor ve çocuğun zeki olarak değerlendirilebilmesi için ahizeyi telefona bağlayan kablonun olmadığını fark etmesi gerekiyor. Oysa 8-10 yaşındaki çoğu çocuk kablolu telefon görmemiş olabilir.
Zekâ testlerine yönelik bu eleştirel değerlendirmeleri göz önünde bulundurmak gerekli. Öte yandan zekâ ölçümlerine tümüyle karşı çıkmak da doğru değil. Bütün eksikliklerine karşın zekâ testleri genel bilgi, yargılama, aritmetik beceri, sözcük dağarcığı gibi bileşenler hakkında kaba da olsa fikir verebiliyor. Çünkü hikâyeleri farklı olsa da, zekâ sorunları nedeniyle ortalama koşullarda hayatlarını idame ettirmeleri mümkün olmayan insanlar var. Nüfusun yüzde 1-2’sinin standart eğitim ortamlarında sıkıntı yaratacak, hayatlarını zorlaştıracak denli zekâ sorunları yaşadığını biliyoruz. Geçmişte bu insanlar gerizekâlı ya da düşük zekâlı olarak adlandırılıyordu. Bu terimlerin taşıdığı ötekileştirici, damgalayıcı, dışlayıcı anlamlar yüzünden günümüz psikiyatrisinde zihinsel yeti yitimi kavramı kullanılmaya başlandı. Zihinsel yeti yitiminin çeşitli nedenleri var. En sık görülen neden genetik anormallikler. Bu anormallikler bazen kendiliğinden, bazen de gebelikte çeşitli zehirlere maruz kalınmasıyla ortaya çıkabiliyor. Diğer neden, gebelik süresince annenin, doğumdan sonra ve erken çocukluk döneminde kişinin kötü beslenmesi. Evet, açlık bebeklerin zihinsel gelişimini olumsuz etkiliyor.
Bu etkenlerin en aza indirilmesi insanların insanca yaşama ve beslenme koşullarına sahip olma hakkını savunmaktan geçiyor. Zihinsel yeti yitimi olan insanlar için de pozitif ayrımcılık yapmak şart. Onları hayatın vahşi koşullarında tek başına bırakmak yerine çeşitli ayrıcalıklar, özel eğitim koşulları, devlet koruması, aile desteği gibi uygulamalarla korumamız gerekiyor.
Prof. Dr. Selçuk CANDANSAYAR
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı
kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25171101/
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı
kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25171101/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder