17 Eylül 2010 Cuma

ŞARJ KABUSU SONA MI ERİYOR?

Bilim adamlarının geliştirdiği yeni bir sistem, şarj kabusunu sona erdirecek. Telefonla konuştukça şarj olan cep telefonları, kullanıcıları büyük bir sıkıntıdan da kurtarmış olacak.
Cep telefonunuzun kısıtlı batarya ömründen şikayetçi misiniz? Bilim adamlarının geliştirdiği yeni sistem sayesinde cep telefonuyla konuşan kullanıcılar, konuştukça telefonunu şarj edecek, şarj problemi tamamen ortadan kalkacak.
Koreli bilim adamları geliştirdikleri ve telefonlarda kullandıkları nano-malzeme ile telefonların ses gücüyle şarj olabilmesini sağladı. Telefonda bulunan bu özel malzeme, ses dalgalarını kullanarak telefonun güç tüketimini durduruyor ve bataryayı tekrar doldurmaya başlıyor.
Piezoelectric ismini taşıyan bu özel malzeme, mekanik enerjiyi doğrudan elektriğe dönüştürebiliyor. Şeker kamışı ve kurutulmuş kemikte de bu malzeme bulunuyor.

Kaynak:Hürriyet.com.tr

16 Eylül 2010 Perşembe

SİMYADAN KİMYAYA..

Modern kimyanın 200 yıl kadar önce doğduğu söylenebilir. Ama onu oluşturan, doğmasını sağlayan bilgi ve deneyim birikimi yaklaşık 5000 yıllıktır. Özellikle 20. yüzyılda kimya alanında çok büyük gelişmeler oldu. Ne var ki kimya bir zamanlar, hem de çok uzak olmayan bir geçmişte, büyünün ve batıl inanışların egemenliğinde olan bir uğraştı. Bu uğraşa simya denilirdi. Kimya, tarihsel olarak simyadan evrilerek ortaya çıkmıştır. Her ne kadar simyacılar hakkında genel görüş onların sözde bilimadamı, hatta kaçık yada şarlatan oldukları yönünde ise de kimyanın doğuşuna kadar geçen binlerce yıl boyunca maddelerin özellikleriyle ve birbirleriyle olan etkileşimleriyle ilgilenenler hep simyacılar olmuştur.
Tıpkı günümüz kimyacıları gibi simyacılar da zamanlarının büyük bir bölümünü laboratuvarlarında geçirirdi. Ama onlar, kimyacılar gibi maddeler arasındaki ilişkilerin nasıl olduğunu, değişimlerin neden ortaya çıktığını anlamaya çalışmazdı. Birçok simyacının temel amacı sıradan metallerden altın elde etmekti. Her simyacının hayallerini süsleyen maddelerin başında da felsefe taşı olarak bilinen büyülü bir taşı elde etmek gelirdi. Bu taşın, taşıdığı güç sayesinde sıradan metallerin bakır, kalay, demir ya da kurşun gibi altına dönüşeceğine inanılırdı. Bunun için sıra dışı  deneyler yapmaktan çekinmezlerdi. Örneğin Hamburglu simyacı Henrig Brand bu amaçla 1669' da aslan idrarıyla yüzlerce deney yapmıştı. Ona göre bu soylu hayvanın idarında altın bulunmaktaydı. Aylar süren uğraşısının sonunda kuşkusuz altın elde edemedi ama parlayan yeni bir madde buldu. Ona ışık taşıyan anlamına gelen yunanca 'fosfor' adını verdi.
Bazı simyagerler gerçekten kaçık ya da şarlatan olsa da, çoğu entellektüel akademisyenler ve önemli bilim adamlardır. Mesela, Isaac Newton ve Robert Boyle'un simyacı olduğu bilinmektedir.
Bunun yanında bazı simyacılarda yaşamlarını her türlü hastalığı iyileştirdiğine, sonsuz gençlik ve ölümsüzlük verdiğine inanılan  yaşam suyunu(ab-ı hayat)aramaya adamışlar ve zamanlarının büyük çoğunluğunu mucize ilaçlar, zehirler ve iksirler hazırlamaya harcamışlardır.
Ayrıca simyayla uğraşanların doğaya ve onu oluşturan maddelere bakışları çok farklıydı. Evrenin dört elementten oluştuğuna inanırlardı. Bunlar hava, toprak, ateş ve suydu. Onlara göre yeryüzündeki bütün maddeler bu elementlerin değişik oranlardaki karışımından oluşmuştu. Bu elementlerin taşıdığı bazı temel özellikler de vardı:soğukluk, kuruluk, sıcaklık ve ıslaklık. Tüm elementler bu dört özellikten ikisini taşırdı.Ateş sıcak ve kuru; toprak kuru ve soğuk; hava sıcak ve ıslak; su ise ıslak ve kuruydu.
Elbette simyacıların felsefe taşını ya da yaşam suyunu elde etmek için denediği hiç bir yöntem sonuç vermedi. Ama simyacılar yüzyıllar boyunca büyük saygınlık gördüler ve destek aldılar. Saygınlık ve desteğin nedeni ne hedefleri ne de yazınlarına hakim olan mistik ve felsefi görüşlerdi. Saygınlıklık görmelerinin temel nedeni zamanlarının kimya endüstrisine yaptıkları katkılardı. Binlerce yıl boyunca bunca simyacının umarsız çabası sıraında insanlığın yararına birçok madde bulundu, çeşitli aletler geliştirildi ve yöntemler ortaya çıktı. Bunlar arasında barutun keşfi, madenlerin test ve rafine edilmesi, metaller üzerindeki çalışmalar, mürekkep, kozmatik, boya üretimi, deri boyanması, seramik ve cam üretimi, likör ve esans üretimi sayılabilir. Ve bu çılgın adamlar sayesinde modern kimyanın temelleri yavaş yavaş atıldı. Ve her ne kadar kaçık olarak görülseler de pek çok bilim insanı doğayı ve insanı bilimsel olarak ele almadan önce bir süre simyayla uğraştı...

Kaynak: wikipedia Alchemy maddesi; Fullmetal Alchemist; Dharma Ansiklopedisi; Bilim ve Teknik Dergisi Yıldız Takımı Eki; alchemy:Francis Bacon's, The making of Gold..

15 Eylül 2010 Çarşamba

HAYATI 'SOL'DAN YAŞAMAK...

Beynin sol yarımküresi vücudumuzun sağ tarafını, sağ yarımküresi de sol tarafını yönetmektedir. Dolayısıyla beynin sağ lobunun sol lobuna göre daha gelişmiş olması durumuna solaklık denir diyebiliriz ki genel olarak günlük işlerde sol elin, ayağın vs. sağ el, ayağa göre daha baskın kullanılmasına solaklık denmektedir.
Solaklığın nedeni konusunda tıp dünyasında kesin bir sonuca varılamamakla birlikte genetik faktörlere, bebeğin anne karnındaki gelişimine bağlı olduğu şimdilik daha yaygın olarak kabul edilegelen görüşlerdendir.
Solaklığın nedeni bilimadamları tarafından araştırıla dursun solak kişilerin yaşadığı gündelik sorunlar onların toplum tarafından sakar olarak nitelendirilmelerine hatta sağaklara göre daha az yaşamalarına sebep olmaktadır. Sağaklara göre kurulan bir dünya düzeninde solakların yaşadığı gündelik sorunlara baktığımızda;
Zaten solak olduğunuz anlaşıldığı an büyüklerinizden sağak olmaya teşvik konusunda bir baskı görürsünüz ki en büyük sıkıntılardan biridir sizi solak olarak kabul etmelerini sağlamak.
Cetvel, makas, bıçak, cezve, kepçe gibi araçları kullanmaları sağaklar anlamasa da solaklar için bir mucize mahiyetindedir.
Büyükşehirlerde yaşıyor akbil veya ego kartı kullanıyorsanız üstüne üstlük birde solaksanız akbili basarken veya ego kartıyla turnikeden geçmeye çalışırken herkes sağ eliyle kartını okutup soldaki turnikeden geçmeye çalışırken siz sol elinizle kartı okutup sağ taraftaki bambaşka bir turnikeden geçmeye çalışırsınız ama başarılı olamazsınız ta ki karşıdan sizi görüp uyaran güvenlik görevlisinin ikazına dek.
Okul dönemi başlı başına bir sorundur zaten. Sıra arkadaşınızın da solak olma ihtimali çok düşük. Dolayısıyla siz hep solda oturmak zorunda kalan taraf olursunuz kollarınızın çarpışmaması için. Sıra değil de kolçaklı sandalye varsa bir de daha büyük bir problem sizi bekliyor demektir çünkü hiçbir zaman aradığınızda sol kolçaklı bir sandalye bulamazsınız. Sağ kolçaklı bir sandalyede eğri büğrü oturur yada yandaki boş sandalyenin kolçak kısmını da işgal edersiniz.
Saatinizi sağ kolunuza takarsınız dolayısıyla saatinizi ileri-geri almak istediğinizde buton terste kalacağı için kolunuzdan çıkarmak zorundasınızdır.
Mouse kullanıyorsanız mouse PCnizin hep solundadır ve sizden sonra gelen kişinin mouse un burada ne işi var diye tepkisine maruz kalırsınız ayrıca herkesin tıklama işi için kullandığı işaret parmağı yerine siz orta parmağınızı bu konuda üstün beceri sahibi yaparsınız.
Birçok teknolojik eşyayı (telefon, fotoğraf makinesi, klavyedeki numberpad, vs.) kullanmakta zorluk çekerseniz, düğmeler hep ters tarafa konmuştur çünkü.
El sıkışırken önce sol elinizi uzatır gayri ihtiyari karşıdaki kişinin ufak bir şaşkınlığından sonra 'Seni şakacııı seniiiiiii' ithamıyla karşılaşırsınız.
Hele bir de bayansanız ilk etapta tığ tutamaz, kaniviçe işleyemez, örgü öremezsiniz. Bunları öğrenmek  için ekstra ekstra çaba sarfetmeniz gerekir. Hem cinsleriniz inci inci çeyiz dizerken siz onları seyredersiniz.
Trafiğin sağdan aktığı bir ülkede yaşıyorsanız ki büyük ölçüde öyle araba kullanmakta bir sanat oluyor sizin için.
Cicili bicili kupalar alıp birşeyler içmek istediğinizde asla o beğenerek aldığınız kupanızın figürünü göremezsiniz.
Ambalajlı bir ürünü açmak istediğinizde açma yerini bulana kadar akla karayı seçersiniz.
Kapıları, dolapları, pencereleri açarken hep kolların, kulpların neden ters takıldığını düşünürsünüz.
Musluklarda eliniz farkında olmadan hep önce sol tarafa gider ve sıcak su temasıyla kendinize gelirsiniz.
Sizi sol elinizle yazan biri gördüğünde nedense şaşırıp sanki çok anormal bir durummuş gibi 'Aaaaaa sen solak mısın?' sorusuna muhattap kalırsınız.
Yazdığınız yazıyı göremezsiniz. Kara kalem veya mürekkep kullanıyorsanız eliniz yazdıklarınızın üzerinden geçtiğinden hiç temiz kalamazsınız.
Lakin solaklık gerçekten bu kadar negatif birşey midir? Bir solak için tüm bu olumsuzlukların yanında oldukça da eğlenceli birşeydir aslında.
Mesela;
Burası benim tersime geldi diyip otobüslerde istediğiniz özelliklede cam kenarına geçme şansı tanır size,

Sonra okul döneminde öğretmenler düzgün oturun, kağıtlarınızı kapatın diye uyarırken siz sağa dönmüş bir şekilde ben solağımda ondan öyle yazamıyorum diyip kopya alma-verme işlemlerinde başarı sağlayabilirsiniz. (Tabi siz kötü çocuk olmayın uslu uslu oturup cevaplayın soruları... )
Solaklar zekidir tezini arkanıza alıp yürü ya kulum modunda dolaşabilirsiniz.
Birçok spor dalında kendinizi geliştirip bu özelliğiniz sayesinde başarılı bir sporcu (futbol, tenis, ekstrim, vs. ) olabilirsiniz.
Dünya nüfusunun yaklaşık %10-%15 inin solak olduğu bilindiğine göre bu ayrıcalığın tadını çıkarabilirsiniz.
Diğer solakdaşlarınızla daha kısa sürede iletişim kurup, diğer insanlara göre çok daha kısa sürede kaynaşabilirsiniz. Yaşasın solak kardeşliği moduna geçebilirsiniz.
Genelde dikkat çeken biri olursunuz.
 Yani dezavantajları avantaja rahatça çevirebilirsiniz.
Tüm bu avantaj-dezavantajın yanısıra solaklık toplumlarda geçmişte de günümüzde de çokta hoş karşılanan bir durum değildir. Avrupa'da Ortaçağ döneminde solaklara cadı damgası vurulmuş ve sol tarafında beni olan kadınların yakıldığı rivayet edilmektedir. Japonya'da ise evlendikten sonra eşinin solak olduğunu öğrenmesi boşanmayı meşru kılan sebeplerden biri sayılmakta imiş. İslam dünyasında da sol elle yemek yemenin haram kılındığını biliyoruz. Şeytanın sol elle yemek yiyor olması, geçmişten bugüne birçok resimde solak olarak çizilmiş olması solaklığın birçok toplum tarafından hoşgörülmemesinin altında yatan sebeplerden olabilir.
13 Ağustos'un Dünya Solaklar Günü olarak kutlanıldığını hatırlatır, bu dünyada yalnız olmadığınızı belirtmek isterim.
Birgün bile olsa dünyayı sol tarafından yaşamak dileklerimle ... 

14 Eylül 2010 Salı

İŞ STRESİYLE BAŞETMEK MÜMKÜN MÜ???

Teknoloji sitesi ShiftDelete.Net, strese iyi gelen oyunları biraraya getirdi...Haber 7 internet sitesinin haberine göre ufak boyuttaki oyunlar, mesainiz sırasında stresten uzaklaşmanız için size yardımcı olabilir. Modern iş hayatının en büyük mucizesi tüm işleri bilgisayar başından halledebilmeniz. Ancak siz tuşlara basarak,kurumunuza milyonlar kazandırıyorken bir yandan da tüm gününüzü bir ofisin içerisinde tıkılı kalarak geçiriyorsunuz. Sürekli aynı işleri yapmak ve rutine bağlı olmak bir süre sonra psikolojik olarak sıkılmanıza neden olacaktır.
 Eğer siz de artık bilgisayar başında zorla duruyorsanız bu durumu eğlenceli hale getirmenin bir de çözümü var. İşte aksiyondan, stratejiye  kadar can sıkıntınıza gelebilecek oyunlardan bazıları ise şunlar...

Ofis Santrancı:
Hrmaggeddon adlı oyun size dünyanın en eski strateji oyunlarından biri olan santranç eğer bir ofise uygulanırsa ne olurdu sorusunun cevabını vermek için hazırlanmış..

Yolculuğa Çıkın:
Ofiste tüm gün oturmaktan içinizmi sıkıldı. O zaman biraz çıkıp dolaşın. Patronunuz buna asla izin vermezmi diyorsunuz? Sanal dünyada çareler asla tükenmez. Take a Walk adlı oyun sizi güzel bir yürüyüşe çıkarıyor. Flaş animasyonlu oyunda, müzik dinleyip sanal bir şehirde dolaşabiliyorsunuz. Oldukça rahatlatıcı ve eğlenceli olan oyun ofiste canı sıkılanlar için birebir...

Gameboylarını Özleyenlere:
90'lı yılların çocukları canları sıkıldığı zaman Gameboy'larını çalıştırıp sanal dünyalarda yolculuğa çıkardı. Eğer sizde bu günleri özlediyseniz Tower of Heaven bu konuda yardımınıza koşacak.
Gameboy grafikleriyle hazırlanmış olan yapım advanture tarzında hazırlanmış. Oyunda amacınız, gizemleri çözmek ve kapalı kaldığınız odalardan çıkmak.

Kalenizi Savunun:
Stresli ve bol kavgalı bir günden sonra hiçbir şey savaşmak kadar size iyi gelemez. Epic War 4 ise rol yapma ve strateji temalarıyla süslenmiş bir oyun. Bu yapımda amacınız, kalenizi savunmak ve ordularınızı geliştirmek. Kendinizi savunmak için büyü güçleri ve hatta doğanın kendisinden bile yardım alabiliyorsunuz.

Kraliçeyi Kurtarın:
Super Mario gibi oyunlar sayesinde çocukluğumuzun çoğu prensesleri kurtarmakla geçti. Peki bu oyunların bize eğlence dışında bir katkısı oldu mu? Saatlerce prenses kurtarmanın size katacağı pek bir şey yok. Ancak bu işi, 60 saniyeyle sınırlarsanız o zaman zekanızın ve yaratıcılığınızın konuşması gerekiyor.

Tilt Keyfi Ofiste:
Ünlü bir oyun makinesi olan tilt (pinball)'u bilmeyen az kişi vardır. İlginç bir platform olarak tasarlanan bu oyunda topu düşürmeden mümkün olduğu kadar puan toplamaya çalışıyorsunuz. Ofisinizde bu eğlenceli oyunu oynamak istiyorsanız internet'ten faydalanabilirsiniz.

Kale Yıkmaca:
Bu oyun oldukça eğlenceli ve ilginç bir yapıya sahip. Amacınız mancınığı kullanarak düşman kaleleri yıkmak. Düşman kaleler ise, stratejik bir bulmaca olarak hazırlanmış. Mancınıkla fırlattığınız taşların açısını ve hızını doğru ayarlayarak, düşman kalelerini ve içerideki kişileri öldürmeye çalışıyorsunuz.

Ninja Suikastçı:
Ofiste bazen öfkeden deliye dönebilirsiniz. Bu durumda çevrenizdeki insanlarla kavga etmeniz daha kötü sonuçlara neden olur. Ancak bu oyun hem öfkenizi alacak hem de sizin çok eğlendirecek. Ninja bir suikastçıyı oynadığınız yapımda, karşınıza gelen düşmanları ve dev canavarlarla savaşıyorsunuz. Öldürdüğünüz adamlardan yeni silahlar alıp düşmanın canını okuyabiliyorsunuz.

Kaynak: haber7com

13 Eylül 2010 Pazartesi

Su Canlı Mıdır ?

Suyun canlı olup olmadığı yıllardır süregelen bir tartışma konusu iken japon bilim adamı Dr. Masaru EMOTO bu tartışmaya bambaşka bir boyut getirdi.
Dr. Masaru EMOTO'a göre yapılan deneyler sonucunda temiz kaynaklardan gelen veya kendilerine güzel, sevgi dolu sözcükler söylenen, klasik müzik dinletilen su örneklerinin parlak, simetrik ve düzgün desenli olduğu; buna karşılık pis kaynaklardan gelen, sürekli kötü söz söylenen, heavy metal dinletilen su örneklerinin koyu renkli, asimetrik ve dağınık olarak resmedildiği gözlemlenmiştir.
Bundan birkaç yıl önce Discovery Channel da yayınlanan MYTHBUSTERS programında da bunun bir deneyi yapılmış, içinde sürekli olarak klasik müzik ve heavy metal müzik çalınan iki ayrı sera oluşturulmuştu. Bunun yanısıra içinde klasik müzik çalınan seraya gidip sürekli güzel şeylerden bahsedilmiş, sevgi dolu sözcükler ifade edilmiş; heavy müzik çalınan seraya gidildiğinde ise bağrılıp çağrılmıştı ve deney sonunda içinde klasik müzik çalınan seranın bitkilerinin daha güzel büyüdüğü gözlemlenmişti.
Ki zaten annelerimiz tarafından bilinen bir gerçek çiçeklerle konuşulduğunda daha güzel büyüdükleridir. Annelerin tezi de bir bakıma gerçeklik kazanmış oluyor böylece.
İnsan vücudunun da %65-70 inin sudan oluştuğunu düşündüğümüzde insanlara pozitif veya negatif yaklaştığımızda ne takım sonuçlar alacağımızı tahmin etmek artık çokta güç değildir sanırım.
Kendimize sürekli olarak pozitif telkinlerde bulunmamız hem beden hem de ruh sağlığımız için oldukça önemli gözüküyor.
Bunun yanı sıra suda daha birçok keşfedilmeyi bekleyen gizemin olduğunu düşünenlerdenim lakin tüm bu gizem suya canlılık vasfını verir mi hep birlikte bakalım isterseniz.
Su bildiğimiz gibi 2 hidrojen 1 oksijen atomundan meydana gelen bir maddedir. Oksijen ve hidrojen ayrı ayrı gaz olmalarına rağmen bir araya geldiklerinde sıvı olan suyu, hatta hidrojen yakıcı oksijen yanıcı bir madde olmasına rağmen bir araya geldiklerinde söndürücü özellikteki suyu oluşturmaktadırlar.
Yapıtaşlarına baktığımızda herhangi bir canlılık özelliği göstermiyor ama insanın da topraktan yaratıldığını düşündüğümüzde suyun kimyasal yapısı sorumuzun yanıtını bulmak için bir ipucu vermiyor bize.
O zaman canlıların ortak özelliklerine bakıyoruz. Günümüz dünyasında bir maddeye canlı diyebilmemiz için;
* Hücrelerden oluşması,
* Beslenmesi,
* Solunum yapması,
* Boşaltım yapması,
* Üremesi,
* Hareket etmesi,
* Büyüme ve gelişmesi,
* Uyarıcılara tepki göstermesi yani irkilmesi gerekir.
Su bu özellikleri taşımadığı için günümüz bilim dünyasında canlı olarak nitelendirilemez bence.
Ama cansız varlıkların canlılığı konusu bence hala araştırılmayı, keşfedilmeyi bekleyen bir sırlar bütünü olarak gizemini sürdürmekte...

ZEMZEM SUYUNUN ESRARI

Avrupa`da labaratuvarlarda yapılan araştırmaya göre Zemzem suyu diğer sulara göre çok daha az kükürt taşımaktadır... Yine aynı araştırmaya göre zemzem diğer sulara göre çok daha besleyicidir ve çok daha fazla mineral barındırmaktadır..Kaynağı henüz bulunamamıştır. Nereden geldiği günümüz teknolojisine göre bile bilinemiyor.. Yakınlarında hiçbir kuyu yok ve denize de 80 km uzaklıkta..Bu şartlarda suyunu denizden veya başka bir kuyudan alması imkansız.. Nasıl oluyor da yıllardır suyu bitmiyor, bunu kimse bilmiyor...
Açlığını gidermek için içen kişinin açlığını, susuzluğunu gidermek için içenin susuzlugunu gidermeside zemzem suyunun esrarını bir kat daha arttırıyor... Sadece 1,5 metre derinliğindeki ufacık bir kuyudan çıkan su, hac mevsimi boyunca milyonlarca hacının tüm su ihtiyacını karşılamakta ve hiçbir zaman su miktarında ne azalma ne de kuruma olmamaktadır...Dünya Sağlık örgütü (WHO)`nun raporlarına göre Dünya`daki en içilebilir ve sağlıklı sulardan biri zemzem... Amerika`da yapılan test sonuçlarına göre de Dünya`da içinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan tek su olma özelliğini koruyor..

AKLA ZİYAN BİR HESAPLAMA

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister.. Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca’da “Güneş ve Ay” anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır...

Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir. Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır! Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.

Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir. Camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir.

Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a.. Cami küçücüktür.. Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse yüz 61 pencere, camiin iç güzeliğini aydınlatır. İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana. İşte, aşka adanmış iki eser...

Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bir yer seçin. Ve 21 Mart’ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin.. Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür..

Göreceğiniz manzara şudur :

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ay doğar!..Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay... Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır ....

Alıntıdır...