Ama Hangi Atatürk, Taha Akyol, Doğan Egmont Yayıncılık, 2008, İstanbul
Çeşitli Dönemlere Göre Atatürk’ün Politikacı ve Diplomat Yönü
Kitap Mondros Mütarekesi ile yola çıkarak Mustafa Kemalin Mütarekeye karşı tavrı, İstanbul’daki siyasi çalışmaları, Anadolu’ya geçiş, Erzurum Kongresi’nde Bolşevizm ve manda konuları, Sivas Kongresi’nde manda, Mustafa Kemal’in bu süreçteki siyasi taktikleri, İstanbul hükümetiyle ilişkiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Milli Mücadele sırasında Bolşevizm ve İslam siyasetleri, Zaferle başlayan batılılaşmanın Lozan’da kurumlaşması, Günümüzde de önemini koruyan Kürt ve Kuzey Irak sorunları, Musul-Kerkük meselesi ve 1930’ların ortasından itibaren Atatürk’ün İngiltere ile ittifak yapma çalışmalarını anlatıyor.
Rumeli’ yi kaybettiğimiz Balkan savaşı ardından Birinci Dünya savaşı, Sarıkamış faciası, Çanakkale, Filistin cepheleri ve bu savaşlar da 3 milyon kayıp. Silâhaltına alınan her üç kişiden biri evine dönebilmiştir. Mondros mütarekesi ardından Anadolu’nun galip devletler tarafından paylaşılmasını ve Türklere bırakılacak yerlerin de Avrupalıların denetiminde olmasını öngören Sevr Antlaşması. Başyaver Naci Bey’e padişaha sunulmak üzere gizli bir telgraf çeken Mustafa Kemal orduların muharebe kuvvetinden mahrum olduğu için hemen barış yapmak ve yeni bir hükümet kurmak gerektiğini anlatıyordu. Ülkenin daha büyük kayıplara uğramamsı için Mustafa Kemal’in siyasi projesi şimdilik budur.
Mondros Mütarekesi Limni adasının Mondros Limanında zamanın Bahriye Nazırı Rauf Orbay tarafından imzalanmıştır. Mondros kısa bir süre için ümit ve ferahlama duygusu yaratmıştır. Hatta Atatürk, arkadaşı Ali Fuat Paşa’ya mütarekenin feshinden korktuğunu bile söylemiştir. Ancak bir süre sonra İngilizlerin mütareke şartlarını aşan, kendi sözlerine de uymayan hareketlere başlaması, özellikle İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi, ülkede Mondros’a karşı sert ve sürekli bir tepki oluşturmaya başlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa Kasım 1918 de Ahmet İzzet Paşa’nın İstanbul’da kendisine ihtiyaç olduğunu bildiren telgrafı üzerine İstanbul’a gelmiştir. Hedef mevcut Tevfik Paşa hükümetini düşürmek, onun yerine Ahmet İzzet Paşanın kuracağı hükümete Harbiye Nazırı olarak girmek, İstanbul’da iktidarı ele almaktır. Bunların hiçbiri gerçekleşmemiş, İzzet Paşa yeni bir hükümet kurmuş ama Mustafa Kemal Paşa bu hükümet içinde yer almamıştır. Lord Kinross’a göre Mustafa Kemal acaba müttefikler yoluyla bir iş başarabilir mi, diye düşünmeye başlamıştır. O’nun için yetkisiz kalmaktansa herhangi bir yetkili görevde bulunması isteklerini(yani Lord Curzon’un korktuğu milli ayaklanmayı) gerçekleştirmek için şarttır. Bu maksatla çeşitli girişimlerde bulunmuş ve sonunda anlamıştır ki İngiltere’ye ve Yunanistan’a karşı İtalya’dan yararlanmak mümkündür. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşında İtalya-Yunan karşıtlığından yararlanacak ve Batılılarla ilk antlaşmayı İtalya ile yapacaktır. Mustafa Kemal’in bütün çabası, bir şeyler yapmak için, askeri ve siyasi bir kuvveti ele geçirmektir. Artık tek yol Anadolu dur. Aradığı askeri ve siyasi gücü, padişah fermanı ile alacak, o şekilde Samsun’a çıkacaktır.
İstanbul ve İzmir işgal edilmişti. Artık siyaset ve diplomasi bitmişti. Anadolu da milli bir kurtuluş harekatı başlatılabilir miydi? Denemekten başka çare yoktu. Komutanlar da bunu düşünerek Anadolu’ya geçtiler. Bu amaçla Anadolu’ya tayinini yaptıran ilk kumandan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’dır. Hemen ardından Kazım Karabekir Paşa Erzurum’a atamasını yaptırmıştır. Ali Fuat ve Karabekir’den sonra, Mustafa Kemal ve Albay Refet (Bele) Samsun’a çıkarak Anadolu’ya geçtiler. Rauf Orbay’da Deniz Kuvvetlerindeki görevinden istifa ederek Anadolu’ya geçen komutanlardandır.
İngilizlerin Mondros Mütarekesinin 7. ve 24. maddelerini uygulamaya koymalarını engellemek yani Karadeniz ve Doğu illerinde sükûneti sağlayarak yeni işgalleri engelleyebilmek için Mustafa Kemal Paşa Anafartalar kahramanı olarak Padişah tarafından müfettişlik görevine atanmıştır. İttihatçılara karşı olduğu için onun atanmasını İngilizler de engellememiştir. Vahideddin’in kastı, İngilizlerin yeni bir işgaline yol açabilecek olayları Mustafa Kemal Paşa’nın önlemesidir. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkarken elbette hangi güçlere dayanabileceğinin bir analizini yapmıştı. Hareketin meşruiyet temeli Hâkimiyet-i Milliye olacaktı. Dünya politik dengelerinde ise ‘Doğu Mefkûresi’ başka bir deyişle Doğu milletlerinin kurtuluşunu amaçlayan antiemperyalist bir İslam ve sol anlayışı. Bolşevik Rusya ve İslam dünyası ile ittifak.
Türklerin Bolşevikliği kabul etmesi; İngilizlerin müthiş korkusu ama Lenin’in büyük umududur. Mustafa Kemal bu korkuyu da bu umudu da tam bir kurmay ustalığı ile çok iyi değerlendirecektir. Mustafa Kemal’in İslami dil kullanarak yürüttüğü siyaset Milli Hareketin elindeki en büyük kozlardan olacaktır. Türkiye’ye destek olmak için Hindistan’da ‘sivil itaatsizlik’ anlamında ‘hicret’ ve ‘boykot’ hareketleri hızla yayılıyor ve Londra üzerinde ağır bir baskı kuruyordu.
Anadolu’ya çıkmış olan Mustafa Kemal Paşa bu tabloyu çok iyi görmüştür. İslam âlemine beyanname yayınlıyor. Meclisi dualarla tekbirlerle açıyor, Hilafeti korumak için çarpıştığını ilan ediyor. Lenin’e mektuplar yazıyor, Bolşevizm’i övüyor, Ankara’da bir Komünist Partisi kurduruyor, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele ettiğini defalarca tekrarlıyordu. Prof. Kürkçüoğlu Mücadele’de Mustafa Kemal’in dış politika bakımından üç temel faktöre dayandığını yazıyor; İslam etkeni, Bolşevik-Rusya etkeni, Müttefiklerin arasındaki ayrılıklar. Bolşeviklerle temas ve Mustafa Kemal’le arkadaşlarının Bolşevizm’i ele alması, ilk defa Havza da olacaktır. Mustafa Kemal’in beklentisi Ruslardan silah almaktır. Manda ve Bolşevizm kurtuluş için yararlanılması düşünülen iki dış faktör. Mustafa Kemal ve Karabekir Paşalar, Mili hareket adına görüşmeler yapmak üzere Ömer Lütfi Bey’i Bakû’ye, Fuat Sabri Bey’i de Moskova’ya gönderiyordu.
Mustafa Kemal Paşa, Milli Hareket zamanla padişaha karşı çıkacak ölçüde güçleninceye kadar, ‘3. Ordu Müfettişi’ ve ‘Fahri yaver-i hazreti şehriyarı’ unvanlarını titizlikle koruyacak, imzalarını bu sıfatla atacaktır. Bir süre bu görevlerini kullanacak ve başarılı olacaktır. Yola devem ederken ilk durak Erzurum olacaktır.
Eldeki en güçlü askeri birlik Erzurum’dadır. 15. Kolordu Milli Mücadele’nin ilk zaferini kazanacak ve ilk milli sınırımızı çizecektir. 7 Temmuz’da, idari yetkilerin de kolordularda toplanması yönünde yayınlanan genelge ile Mustafa Kemal Paşa kendisi görevden azledilse veya istife etse bile, bütün askeri ve idari yetkileri güvendiği kolordu komutanlarının elinde topluyordu. 8 Temmuz da Vahideddin, Mustafa Kemal Paşa’nın görevine son veren bir irade yayınlamıştır. Mustafa Kemal Paşa, azledilmeye ön almak için istifa etmiştir. Rauf Bey’in anılarına göre bu, Mustafa Kemal’e hayatında en çok yeis veren hadisedir. Karabekir Paşa’nın bir bölük süvari ile ‘Emrinizdeyim Paşam’ demesi ilk zaferin kazanılmasıdır. Ancak Atatürk Nutuk ta Karabekir Paşanın bu vefalı hareketinden bahsetmemektedir.
Milli mücadelenin dönüm noktalarından biri Erzurum Kongresi’dir. Kazım Karabekir hatıralarında şöyle anlatıyor: Mustafa Kemal başkanlılık kürsüsüne general üniforması ve Padişah (yaver) kordonuyla çıkmıştı, Trabzon delegesi Zeki Bey münasebetsiz bir tavırla itiraz ederek evvela Üniforma ve padişah yaveri kordonunu çıkarmasını istedi ve ‘tahakkümden korkuyoruz’ dedi. Pek müşkül bir duruma düşen Mustafa Kemal Paşa o akşam üniformayı atmaya mecbur kalmıştı. Kongrede iki vurgu dikkat çekiyor; İslam ve Bolşevizm. Paşa bir strateji prensibini ifade ederek; ‘Zamanında hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından tevessül etmemek’. 1919-1922 arasında Milli Mücadele emperyalizme karşı mazlum milletlerin kurtuluşu fikrini yoğun bir şekilde işlemiş, dış politikada büyük ölçüde Bolşeviklerin ve İslam dünyasının desteğine dayanmıştır. Ancak Mustafa Kemal Nutuk’ta Bolşeviklerle ilgili ifadeleri tamamen çıkarmıştır. Kongrede bilinen kararlar alınmıştır ancak Nutuk’ta 6. maddede yer alan ‘manda ve himaye kabul edilmez’ ifadesi, Kongre bildirisinin orijinal metninde yoktur. Mustafa Kemal Paşa Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Amerikan mandası eğilimlerini usta taktiklerle geçiştiriyor, ama İngiltere’ye karşı Amerika’dan yararlanma siyasetini ihmal etmiyordu.
Erzurum’dan sonra toplanan Sivas Kongresinde de Bekir Sami Bey ve Halide Edip’in ortaya attığı Amerikan mandası fikri tartışılmıştır. Damat Ferid ve İngilizlerin adamı Elazığ valisi Ali Galip Sivas’ı basarak Mustafa Kemal ve Rauf Bey’i öldürmek için görevlendirilmiştir. Sivas Kongresine 120 kişinin katılması gerekirken, salonda sadece 38 delegenin olması az da olsa ümitsizliğe neden olmuştur. Kongre de ittihatçılığın yeminle reddedilmesi siyaseten özellikle önemlidir. Çünkü İtilaf Devletleri Kemalist hareketin de İttihatçı olmasından kuşkulanıyordu; yeminle bu kuşkular giderilmek, İstanbul ve İtilaf Devletleri yumuşatılmak isteniyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın stratejist yönünü anlamak için, Erzurum ve Sivas kongreleri arasındaki ince farklara dikkat edilmelidir; İtilaf Devletlerini daha gözetir bir tavır alınmıştır ve Sivas daha radikaldir. Bildiride ‘manda ve himaye’ terimleri geçmiyor, kabul veya ret yolunda bir ifade yok. Mustafa Kemal’in Sivas Kongresinde dikkat çeken tavrı, birkaç arkadaşıyla özel olarak konuşurken manda aleyhine şiddetli ifadeler kulansa da, Kongre de mandaya karşı bir konuşma yapmamış olmasıdır. Kongre tutanaklarında mandaya karşı çıkan bir konuşması yoktur. Mustafa Kemal’in gözettiği başka dengeler vardır. Bunlardan biri, Amerika faktörüdür. Tarihçiler onun bu tavrının taktik olduğunu yazıyor. Burada maksat; İngilizler ve onların desteğiyle Anadolu’da işgale kalkan Yunanlılara karşı zaman kazanmak, Amerikan desteğini almak, hiç olmazsa Amerika’yı tarafsızlaştırmaktır. Mustafa Kemal’in siyasi hayatında değişen şartlara göre değişen söylemler, taktikler, stratejiler geliştirmesi, siyasi dehasının özelliklerinden biridir. Milli Hareketin oluşturduğu baskı Damat Ferid hükümetinin istifasına yol açmıştır. Hükümet askeri darbe olmadan ‘milli irade’ namına gönderilen telgraflarla düşürülmüştür.
Vahideddin hükümet kurma görevini Milli Hareketin de kabul edeceği Ali Rıza Paşa’ya vermiştir. Burada önemli olan husus Mustafa Kemal İstanbul’da Milli Hareket’e yardımcı olacak bir hükümeti kurdurtmakla kalmamış, aslında milletin mukadderatıyla ilgili konularda bütün inisiyatifi artık eline almıştır. Bu dönemde Mustafa Kemal’in siyasetçi dehasını gösteren bir olay da ‘İttihatçılık’ meselesindeki tutumudur. Harbiye Nazırına bir genelge yayınlayarak Heyet-i Temsili yenin dört konuyu açıklığa kavuşturmasını istemiştir;
1. İttihatçılıkla ilişkilerinin bulunmadığını,
2. Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşına katılmasında sorumlu olan isimlerin cezalandırılmasını,
3. Harp esnasında işlenen her türlü cinayetin faillerinin kanuni cezadan kurtulamayacağını,
4. Seçimlerin serbest cereyan edeceğinin bilinmesi.
Ancak bu talepler yerine getirilmediği için Mustafa Kemal Nutuk ta çok şiddetli eleştirilerde bulunacaktır.
Her şeye rağmen Milli Hareket iç politika da başarıya ulaşmıştır. Bu başarı Amasya Görüşmelerindeki gizli protokolden anlaşılmaktadır. Ali Rıza Paşa hükümeti, İngiliz baskılarına rağmen, Kuva-yı Milliye’ye önemli şekilde destek vermiştir. Mustafa Kemal’in Ali Rıza Paşa hükümeti hakkında izlediği politika ‘kısmen destek, kısmen karşı’ bir politikadır. Mustafa Kemal’in asıl amacı, Meclis’in de hükümetin de Anadolu’da, Ankara’da kurulmasıdır. İstanbul’daki hiçbir şey fazla güçlenmemelidir. Şimdi sorun Meclis nerede toplanacağıdır.
Meclis İstanbul dışında toplanırsa İtilaf Devletleri tarafından İstanbul’un ülkeden koparılması güçlü bir ihtimal haline gelir. Mustafa Kemal’le Ali Fuat Paşa dışında, Kuva-yi Milliyecilerin hemen tamamı, Karabekir ve Rauf Bey ise Meclisin İstanbul’da toplanması taraftarıdır. İstanbul’da Rauf Bey’in öncülüğünde Misak-ı Millinin yayınlanması İngilizleri tahrik eden önemli bir gelişme olmuştur. İstanbul Meclisinin İngiliz süngüsü ile kapatılması, Ankara’da toplanacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi için çok sağlam bir zemin hazırlayacaktır. Ankara’nın seçilmesindeki sebep, coğrafi merkez olması ve tren istasyonuna sahip olmasıdır. Mütareke imzalandığı halde barış antlaşmasının gecikmesi ve Milli Hareketin giderek güçlenmesi İngiltere ve Fransa da tedirginlik yaratmıştır. İngiliz dışişleri Bakanı Lord Curzon’nun ‘her ne pahasına olursa olsun Türklerin Avrupa’dan ve İstanbul’dan çıkarılması’ planı açığa çıkar. Türk kamuoyuna yansıyan bu plan İzmir’in işgali kadar tepki doğurmuştur. Büyük mitingler tertip edilir. 15–16 Mart sabaha karşı İstanbul işgal edilmesinden sonra Harbiye Nazırı Fevzi (Çakmak) yayınladığı bildiride işgalin Mütareke hükümlerine aykırı olmadığını belirtmiştir. Fakat Fevzi Paşa’nın bu soğukluğu kısa sürede giderilecek ve Fevzi Paşa Anadolu ya önemli miktarlarda silah sevk ettirmeye yarımcı olacaktır.
Milli Mücadelede Mustafa Kemal’in izlediği stratejiyi simgeleyen iki tipik olay; Meclisin müthiş bir İslami gösteri biçiminde açılması ve Meclis açıldıktan sonra Meclis reisi Mustafa Kemal ‘in ilk diplomatik mektubunu Bolşevik lider Lenin’e yazmasıdır. Halide Edip Adıvar’a göre Milli mücadele döneminde Ankara’daki temel siyasi eğilimler; Doğu idealine bağlı olanlar ve Batı idealini savunanlardır. Mustafa Kemal’in Milli Mücadeledeki yoğun İslami vurguları da Bolşevik vurguları da onun Doğu İdealine inandığının değil, bu ideali ülkenin kurtuluşu için stratejik bir faktör olarak ustaca kullanmasının sonucudur. Mustafa Kemal Paşa, zafer kazanıp yeterince güçlenerek laik Cumhuriyet kurma aşamasına gelinceye kadar bütün Milli Mücadele boyunca din adamlarının halk üzerindeki etkisini kullanacaktır. Büyük Gazi bunu yaparken 47 Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin 17’sinin başkanının din adamı olduğunu bilmektedir.
Din kardeşliği ve Hilafet’e bağlılık faktöründen başka, Sevr antlaşmasına göre Doğu Anadolu’da Ermenistan kurulması tehlikesi de Türk ve Kürt halkını beraberce milli mücadeleye yöneltmiştir. İslami değerlere bağlı olan halkı kazanmak ve Milli Mücadele çatısı altında birleştirmek için Meclis İslami bildiriler yayınlıyor. Böylece Hilafet faktöründen yararlanarak İslam dünyasından İngiltere’ye karşı destek alma düşünülmektedir. Bu desteği en belirgin şekilde verenlerin başında Hint Hilafet Komitesi gelmektedir. Mustafa Kemal de Hâkimiyet-i Milliye’deki yazılarında Hint Müslümanlarına teşekkür ediyor ve Hintlilerin ‘Bizi İngilizler idare edeceğine Türklerin en zalim en gaddar bir memuru gelip idare etse razıyız, bizler senelerdir Türkleri bekledik’ diye konuştuklarını hatırlatarak bu güzel duygulara karşılık veriyor. Mustafa Kemal’in Hilafet ve İslam siyaseti, Ortadoğu Müslümanları arasında da etkili olmuş, milli harekete siyasi destek sağlamıştır. Bu konuda iki sembol isim önemlidir: Biri Libyalı Şeyh Ahmet Sunisi, öbürü Iraklı Şeyhler şeyhi Acemi veya Uceymi Sadun Paşadır. Mustafa Kemal, Sunisi’yi genel vaiz olarak görevlendirmiş, özellikle Güneydoğuda çeşitli illerde camilerde vaazlar vererek, hutbeler okuyarak halkı Milli Mücadele ‘ye teşvik etmesini istemiştir. Amaç, başta Hindistan ve Ortadoğu olmak üzere Müslüman ülkelerde İslam ve Hilafet propagandasının isyanlara yol açmasını sağlamaktır. Bunun için de Şeyh Sunisi den faydalanılmıştır. Mustafa Kemal’in İslam ve Hilafet siyasetini çok dindarca uygulamasının içeride Milli Mücadele’ye geniş halk desteğini kazanmada, dışarıda ise özellikle İngiltere’ye karşı Milli Mücadeleyi siyaseten güçlendiren bir etken olmuştur.
Mustafa Kemal 24 Nisan 1923’te Meclisin gizli oturumunda Bolşeviklerle ilişkileri anlatırken ‘Her kaynaktan istifade etmek’ ve ‘düşmanlarımızı düşmanı olması’ tezlerini ortaya koymuştur. Atatürk Bolşevizm’in felsefesine ilgi duymuyordu olaya tamamen politik pragmatizm açısından yaklaşıyordu. Mustafa Kemal açısından Anadolu’yu işgal eden Batılı düşmanlara karşı silah yardımı alabileceği tek güç Bolşevik Rusya'dır. Halil Paşa’yı da yardım için Bolşeviklere gönderen Mustafa Kemal Paşa‘dır. Halil Paşa Ruslar aracılığıyla Ermenilerle görüşerek Nahçıvan’dan Anadolu’ya ufak bir koridor açılmasını sağlamıştır. 28 Eylül 1920 sabaha karşı Milli Mücadelenin ilk taarruzu başlamış Türk ordusu Sarıkamış’a girmiştir. Milliyetçi Ankara harekât hakkında Sovyet liderlerine bilgi veriyor ve Bolşeviklerin Ermenistan’ı ele geçirmesine yeşil ışık yakıyor hatta teşvik ediyordu. Karabekir’e göre harekât gecikmiş bir harekâttır daha erken yapılsaydı Batı cephesindeki Türk Ordusu Eskişehir’de yenilip Sakarya’nın doğusuna çekilmek zorunda kalmayacaktı. Mustafa Kemal Paşa Bolşevikleri kızdırmamak için komünizm taraftarı Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Türkiye’ye gelmesine izin vermiştir. Mustafa Kemal bilhassa Bolşevizm’in orduya sızmasından endişelenerek önlem için bu akımı açık ve ılımlı olarak hükümetin idaresinde bulundurmuştur. Bu akımlar oldukça güçlenmektedir. Yeşil Ordu, Bolşevik sempatizanı olduğu gibi düzenli orduya karşı da milis fikrini savunuyodu. Çerkez Ethem’in katılımıyla Ankara’yı rahatsız eden bir güce ulaşmıştı. Çerkez Ethem’in 6 bin silahlı milisten oluşan Kuva-yı Seyyare adlı birliklerinin tümüyle Yeşil Ordu’ya katılması, Yeşil Ordu’nun Bolşevik yanlısı olması ve Milli Ordu’yu reddetmesi, mecliste Halk Zümresi adında kalabalık bir gruba dayanması Milli harekâtı son derece kaygılandırmıştır. Kuvvetli bir sol eğilimi gören Mustafa Kemal’in kendisi de sol bir program ortaya koyarak bu eğilimlerin mensuplarını kendisine çekmeyi amaçlamıştır. Milli Harekâtın saflarına geçen bu unsurları böylece etkisizleşeceğini düşünmektedir.
Mustafa Kemal Halkçılık programı ile Meclis içindeki solu yanına çekip etkisizleştirirken, Meclis dışındaki solu etkisizleştirmek için de kendi arkadaşlarına resmi bir Türkiye Komünist Partisi kurdurmuştur, bunun dışında kalan komünistleri İstiklal Mahkemeleri ne vererek tasfiye etmiştir. Milli Hareket güçlendikçe Mustafa Kemal Paşa solu tasfiye etmiş ve sağa kaymıştır. Mustafa Kemal paşa Milli Mücadele de ‘Doğu ideali’nin gerçek bir kahramanı, zaferden hemen sonra ise radikal bir Batılılaşmanın önderidir.
24 Haziran 1920’de Garp Cephesi kurulmuş ve komutanlığına Ali Fuat Paşa getirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın İstiklal Savaşını teşkilatlandırırken aynı zamanda yarınki inkılâp kadrosunu kurmaya özen gösterdiği, devrimler döneminde yüzde yüz kendisine bağlı olacak bir askeri kadroyu daha savaş sürerken kurduğu yabana atılmaz bir gerçektir. 1. İnönü savaşı, yeneni yenileni olmayan bir muharebe olarak sona erdikten sonra İngilizler, Ankara’nın Moskova ile sıcak ilişkileri ve İslam dünyasındaki gelişmeleri de dikkate alarak barış şartlarında belirli iyileştirmeler yapmak istemişlerdir. Londra Konferansının sonuç alınamasa da en önemli tarafı Türkiye’nin tek temsilcisinin Ankara olduğunun tescil edilmesidir. Ardından 2. İnönü zaferi. Yunanlıların tekrar toplanması ve Atatürk’ün Sakarya doğusuna çekilme direktifi. Meclise verilen önerge ile fevkalade yetkilere sahip Mustafa Kemal Paşa başkumandan olmuştur. Mustafa Kemal’e göre ‘zaferin garantisi ülkenin genişliği ve milletin fedakarlığıdır’.Tekalif-i Milliye emirleriyle bu fedakarlık yapılıyordu. Bu savaş Mustafa Kemal’in cephede savaşı yönetirken attan düşerek kaburgasını kırdığı ve muharebeleri sedyeden yönettiği savaştır. Sakarya bir ‘subay savaşı’ olmuştur. Hücum taburunun yalnız iki subayı kalmıştır. Mustafa Kemal’e Müşirlik ve Gazilik unvanı verilmiştir. Zafer halkta büyük sevinç ve moral yarattığı gibi Ankara’yı tek meşru otorite haline getirmiştir. Ankara-Moskova ilişkileri istikrara kavuşmuştur. Fransa güney cephesinden çekilmiştir. Mustafa Kemal bu süreçte batıdan gelen mütareke ve barış önerilerini hemen reddetmemiştir. Bu tavrı Mustafa Kemal’in ılımlı bir lider olduğu izlenimini yaratmıştır. Büyük Taarruzdan önce Mecliste yaptığı konuşmada ise Meclis adına kanun kuvvetinde kural koyma yetkisinin kaldırılmasını ancak başkomutanlık yetkilerinin devam ettirilmesini ister. Böylece kendisine muhalefet edenlere diktatör olmadığını gösterir.
Büyük Taarruzun beşinci günü sonradan Başkumandanlık Savaşı adı verilecek olan Dumlupınar savaşı büyük bir zaferi müjdeler. 9 Eylül Cumartesi İzmir Yunan işgalinden kurtulur. Artık Diplomasi zamanı gelmiştir. Mustafa Kemal Ankara’ya dönüşünde Meclis kapısı önünde resmi üniforması ile dua okumaya başlayan İmam efendiye; ‘Burada böyle şeylere gerek yoktur. Bunları camide yapabilirsiniz. Biz savaşı dua ile değil Mehmetçiğin kanı ile kazandık’ der ve imamı kovar. Batılılaşmayı işaret eden bu olaydan sonra Mustafa Kemal Mecliste saltanatı şiddetle eleştiren ve Hilafeti öven bir konuşma yapar. Saltanat kaldırılır. Dünyevi yetkileri kaldırılmış bir hilafetin Lozan da işe yarayacağı düşünülmüştür. Hilafet Lozan’dan sonra kaldırılacak, Gazi Paşa hilafetin kötü olduğunu o zaman anlatacaktır.
Lozan için Mustafa Kemal İsmet Paşa’yı uygun görmüştür. Baş delege ve diğer delegeler Rıza Nur ve Hakan Saka Beyler de profesyonel diplomat değildirler. İsmet Paşa’nın tercih edilmesindeki iki esaslı sebep, askeri zaferi masada temsil edecek Garp Cephesi Kumandanı olması ve Mudanya görüşmelerindeki başarılarıdır. Lozan görüşmelerinden önce yaşanan en önemli sorunlardan biri telgraf sorunu dur. Lozan’dan Ankara’ya iki hat bulunmaktadır. Birisi Fransızların işlettiği Köstence Hattı, diğeri ise İngilizlerin işlettiği Doğu (Eastern) hattıdır. Türk heyetinin tercih ettiği hat İngilizlerin işlettiği hat olacaktır. Bu yolla yapılan haberleşmeleri ellerine geçiren İngilizler şifreleri de çözerek günü gününe sabah kahvaltılarında okuduklarını, bizzat o zamanın İngiltere dış işleri başkanı Mister Churchill son yılarda yayınladığı hatıralarında anlatmaktadır. Lozan’da alamadıklarımıza dair bir liste bir ödünler listesi de vardır ancak bu liste çok uzun olmamasına rağmen Irak sınırının çok kötü çizilmesi bu listenin en önemli maddesidir.
Lozan’a ara verildiği dönemde Gazi Mustafa Kemal Paşa parti kurmuş ve bu olay Kazım Karabekir tarafından barış imzalanmadan yapılması sebebiyle yanlış olarak değerlendirilmiştir. Gazi’nin düşüncesi ise devrimleri tamamlamak maksadıyla bir an evvel sulh. İzmir iktisat kongresiyle batıya iki önemli mesaj verilmiştir; bunlardan biri kapitülasyonların kabul edilemeyeceği, diğeri ise Türkiye’nin liberal politikalar izleyeceğidir. Emperyalizm’e ve Kapitalizm’e karşı olan ‘Anadolu İhtilali’, halkçı ve devletçi karakterini, zaferden hemen sonra unutmuş ve liberal ekonomiye dönmüştür. Batı idealine dönüşün önemli dönemeçlerinden biri, Boğazlar Rejimi konusunda Türkiye’nin Bolşeviklerden uzaklaşarak İngiltere’ye yaklaşmasıdır. Bazı yazarlara göre Kemalist liderliğin Lozan’da verdiği en büyük ödünlerden biri Boğazlar rejimidir. Lozan’da hilafet hiçbir şekilde görüşme konusu yapılmamıştır. Lozan’da Türkiye’nin İslam ve Bolşevizm faktörlerini kullanmayacağı çok geçmeden belli olmuş ve Gazi Hilafetin var olan ruhani otoritesini de sarsacak adımlar atmaya başlamıştır. Kurmay dehasıyla Mustafa Kemal siyaset yaparak; zaferden sonraki ‘Batılılaşma’ stratejisi içinde, aylık taktiklere göre pozisyon alarak ilerlemiştir. Önce Osmanlı soyundan gelen Halifenin konumunu tartışmalı hale getirmiştir. Gelişmeler Muhalefet eğilimlerini güçlendirmekte ve hilafet hem içte hem de dışta yeniden güç kazanmaktadır.
Gazi kurmay dehasıyla siyasi bir ‘kriz yönetimi’ planlayarak önce hükümet krizi çıkarıyor, bu krizden yararlanarak Cumhuriyet’i ilan ediyor ve Meclisin başvekil yapmak istemediği İsmet Paşa’yı, Cumhurbaşkanı olarak kendisi başvekil yapıyordu. Darbe üstüne darbe alan Muhalefet Gazi’nin gittikçe artan otoritesini sınırlamak için Hilafet’e daha bir yakınlaşmıştır. İsmet Paşanın da büyük yardımı ve desteğini alan Gazi Hilafeti de kaldırarak dış politikaya açılmıştır. Bu alanda üç büyük mesele ile karşılaşılıyor; Musul, Boğazlar, Hatay.
Musul iki açıdan çok önemli; birincisi zengin petrol yatakları, ikincisi Türkiye’nin güvenliği. Musul diplomasi ile alınamazsa, tek seçenek, oradaki İngilizlerle çarpışarak almaktır. İşte bunun için Gazi ‘Musul için harbe devam makul bir şey mi?’ diyor, makul olmadığını belirtiyordu. Mecliste Muhalefet; Musul’u vermekle iş orada bitmez. Musul’u verdiğimiz gün hudut Erzurum’dur şeklinde eleştiriler yapmaktadır. Suriye sınırını masaya getirilmemesi de eleştiri konusu olmuştur. 24 Temmuz’da Lozan da imzalanan barış antlaşması, mecliste hiç muhalif olmadığı halde sert eleştirilere sebep olmuştur. Mustafa Kemal Paşa reel politika ustasıdır. Hedeflerini imkânlarına göre ayarlamaktadır. Lozan’da heyetimizin Misak-ı Milliye tecavüz etmediğini, bilakis riayet ettiğini söyleyerek Musul konusunda meselenin özünün İngilizlerle bir savaşa girip girmemek olduğunu anlatıyor. Mustafa Kemal ‘Musul Misak-ı Milliye dâhildir' derken milli bir hedefin siyasetini yapmıştır; bunun gerçekleşmeyeceğini görünce, realist bir tutumla siyasetini değiştirmiştir. Kemalist Türkiye İngiltere ile ilişkilerini normal hale getirmek için Musul’dan feragat edecektir. Faşist İtalya’dan gelen tehdit faktörünün Türkiye’de yarattığı endişe ve İtalya ile Yunanistan’ın anlaşabileceği kaygısı Türkiye’yi İngiltere’ye yaklaştırmıştır.
Reisicumhur Mustafa Kemal’in yeni Ankara’sı Afganistan ve Sovyetler konusunda yeni bir dil kullanmaya başlar. Milli Mücadele yıllarından çok farklı olan bu yeni dil, Doğu’dan batıya yönelişini çok iyi sembolize etmektedir. Gazi artık Türkiye’nin Avrupalı bir millet olduğu görüşündedir. Milli Mücadele yıllarında Gazi’nin dış politikasındaki tipik özellik, İslam Dünyası ile konuşurken İslami, Rusya ile konuşurken Bolşevizan bir dil kullanması, ama her iki halde de Batıyı Emperyalist olarak suçlaması, Doğu ülkelerini ise mazlum milletler olarak nitelemesiydi. Zaferden, hele de Musul meselesinin çözülmesinden sonraki dış politikanın dili de çok farklıdır. Artık Ruslarla ve Müslüman ülkelerin temsilcileriyle görüşürken dostluk ve iyi komşuluk gibi genel diplomatik terimler tercih etmektedir. Zamanla Türkiye’nin değeri artar ve neresinden bir parça koparılacak değil de ittifak yapmak için bakılan bir ülke haline gelmiştir. Sıra Lozan’da çözülemeyen problemlere gelmiştir. İlk sırada boğazlar rejimin değiştirilmesi vardır. Türk tezi; Lozan imzalanırken dünyada barış ve silahsızlanma rüzgârı esiyordu, Bugünkü dünyada silahlanma rüzgârları bulunmaktadır. Netice de Türk tasarısına uygun bir metin olan Montrö sözleşmesi imzalanmıştır.
Mustafa Kemal Paşa kuzeyini Sovyet dostluğuyla, gerisini İran dostluğuyla garantiye almıştır ancak Güney için iki tehlike vardır: Fransa ve İngiltere. Çünkü onlar eski Osmanlı topraklarını müstemleke yapmışlardı. Bunları Önlemek için Türkiye, İran, Irak ve Afganistan’la Sadabad Paktı’nı imzalamıştır. Sonra Hatay’ın anavatana katılması Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın büyük diplomasi başarısıdır.
Atatürk’ün İngiltere ve Fransa ile bir ittifak antlaşması imzalamamış olmasının sebebi, ideolojik değildir. Ama Fransa ile ittifak antlaşması olacaksa buna İngiltere’nin de katılmasını şart koşan kendisidir, Devamına ömrü vefa etmemiştir.
Atatürk’ün başka liderlerde çok nadir olarak görülen özelliklerinden en önemlisi, çok değişik dönemlerde yaşamış, değişik şartlarda farklı çözümler geliştirmek zorunda kalmış olmasıdır. Osmanlı döneminde çok uluslu bir imparatorluğun hem Balkanlardaki etnik isyanlar sebebiyle hem de az gelişmişlik sebebiyle yıkılışını yaşadı ve bu konuda çok duyarlı hale geldi. Böylece homojen ve çağdaş bir toplum olmanın özlemine sahip oldu. Libya’ya koştu, Birinci dünya savaşında çarpıştı. İmparatorluk vizyonu ona geniş coğrafyalardan bakmayı öğretti.
Mustafa Kemal Paşa Meclisin açıldığı 23 Nisan 1920 gününden, Sakarya savaşının zaferle sonuçlandığı 15 Ekim 1922 gününe kadar konuşma ve yazışmalarında emperyalizm ve kapitalizme karşı mücadele ettiğini söylemiştir. Adeta dönüm noktası olan 3 Mart 1922 tarihli konuşmasında Mustafa Kemal sol terimleri son defa kullanmıştır. Lozan’dan itibaren Batıya yöneliş başlamıştır. Milli Mücadele dönemi İslami terimler ve sol terimlerin kullanıldığı dönemdir ancak İslami terimler çok daha fazla kullanılmıştır. Hilafet’in kaldırıldığı 1924 den sonra dini terimler özellikle siyaset alanında Gazi’nin sözlüğünden hızla çekilmektedir. Dört farklı dönem de dört farklı Atatürk vardır. Lozan’dan sonra özellikle de 1930’larda bu dördünden de farklı Atatürk resmi vardır. Sadece kıyafetlerle değil düşünce ve siyasetiyle de.
Tarihe bakışta elbette farklılıklar ve tarih yazımında elbette farklı yorumlar mümkün ve hatta gereklidir. Ama tarih yazanlar tarih yapanlara sadık kalmayıp tarih yapanlar adına sözler ve davranışlar uydurursa, tarih yazımı nesilleri şaşırtacak bir mahiyet alır. Atatürk zaferden sonra bütün dikkatini Mazlum Milletlere değil, Türkiye’nin güvenliğine ve çıkarlarına yöneltmiş ve reel politika uygulamıştır. Bu gerçekler görülmeden ‘diplomat Atatürk’ görülemez. Atatürk ve arkadaşlarının çok farklı dönemlerde, çok farklı sorunlara karşı değişik politikalar geliştirdiğini aklıdan çıkarmamak gerekir. Atatürk’ün dehasının en parlak yönü siyaset sahasındadır.
Hangi Atatürk sorusu ve Atatürk kurguları tarih bilimine aykırı olduğu gibi, ufkumuzu daraltacak, zihnimizi kalıplara hapsedecek bir sorudur. Niye bir silsileyi, bir diziyi, bir bütünü, bu muazzam tarihi tecrübeyi parça parça doğrayarak, parçalardan birini seçip tarihi hakikatin diğer unsurlarına körlük yaratarak ufkumuzu daraltıp düşüncemizi kısıtlayalım? Bir bütün olarak incelediğimizde tarihin hangi devrelerini nasıl geçtiğimizi görürüz. Atatürk’ün muazzam siyasi esnekliğini görürüz. Politikada ideolojik şablonların değil, ilkeler çerçevesinde, pragmatizmin geçerli olduğunu anlarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder