Sofie Amundersen okuldan eve dönerken bahçe kapısını açmadan önce posta kutusuna bakar. Posta kutusunda birçok zarfla birlikte kendisine bir zarf olduğunu görür. Üstünde kendi adını görür. Üstünde pul bile yapıstırılı değildir. İçinde küçük bir kâğıt çıkar. Tek bir soru vardır. Kimsin sen?
Bir bilse! Sofie Amundersen. Peki ama kimdi bu Sofie Amundersen iste bunu doğru anlamış değildi.
Kim olduğunu bilmemesi komik değil miydi? Kendi görünüşünü bilmemek biraz fazla kaçmıyor muydu? Arkadaşlarını seçebilirdi ama kendisini seçmemişti. Hatta insan olmaya bile karar verememişti.
İnsan neydi peki? Şimdi dünyadayım dedi kendi kendine. Ölümden sonra bir hayat var mıydı? Var oluşunu ne kadar düşünürse düşünsün hemen yaşamın sonu olduğu geliveriyordu aklına. Bunun tam terside geçerliydi. Bir gün yok olacağını kuvvetle hissederse yaşamın nasıl sonsuz bir değere sahip olduğunu da asıl o zaman anlıyordu. Yaşam ve ölüm aynı şeyin iki yüzüydü.
İnsan öleceğini fark etmiyorsa var oluşunu da yaşayamaz. Bir yandan yaşamın ne kadar harika olduğunu düşünmeden de, ölmek zorunda olduğumuzu düşünmek imkansız.
Sofie’nin ismine yazılı zarflar gelmeye devam ediyordu. Bunların kimden geldiği belli değildi. Başka bir zarftan bir soru daha çıkmıştı. Dünya nerden çıkmıştı? Bunu hiç kimse bilemez ki! Esrarengiz mektuplar Sofie’nin başını döndürmüştü. Canı sıkıldığında gittiği mağarasına gitti. Saklanmak istediğinde hep böyle yapardı. Dünyanın o muazzam uzaydaki küçük bir gezegen olduğunu Sofie’de biliyordu. Uzayda nereden çıkmıştı ki?
Tabi uzayın hep var olduğunu da düşünebilirdi. Nereden geldiği sorusuna cevap bulmakta gerekmezdi o zaman. Ama herhangi bir şeyin var olması mümkün müydü? Var olan her şeyin bir başlangıcı olmalıydı. Demek ki uzayda herhangi bir zamanda bir yerden çıkmıştı.
Okulda dünyayı tanrının yarattığını öğrenmişlerdi. Tanrı her şeyi yaratabilirdi, ama yaratıcı bir “Kendi “ olmadan önce kendini yaratamazdı! Öyle ise tek bir ihtimal vardı: Tanrı vardı.
Bundan sonra Sofie’ye kartpostallar gelmeye başlar. Damga da BM Taburu yazılıdır. Adresi okuyunca daha da çok şaşırır. “Hilde Moller Knag, Sofie Amundsen eliyle Kloverveien 3” adres doğruydu. Kart Hilde’ye yazılmıştı. 15’inci doğum gününü kutlamak için yazılmıştı, Ama Sofie bunun kendisi ile ilgisini anlayamamıştı.
Başka bir gün büyük bir zarf bulur. Zarfta kendi ismi yazılıdır. Zarfın öbür yüzünde şöyle yazılıdır. “Felsefe Kursu” büyük bir özen göstermek gerek. Sofie hemen mağarasına girer zarfı açar hemen okumaya başlar. Felsefe nedir, felseyeye yaklaşmanın en iyi yolu felsefi sorular sormaktır. “Dünya nasıl yaratıldı, olup bitenin arkasında bir irade var mı? Ölümden sonra bir hayat var mıdır?’’ Felsefede sorular sormak onlara cevap bulmak daha kolaydır. Buna rağmen her sorunun bir cevabı vardır.
Sofie bu şekilde bir felsefe kursuna başlar. Mektupla Alberto Knox tarafından gelmektedir. İyi bir filozof olmak için gereksindiğimiz tek şey hayret etme yeteneğimizdir. Filozoflar için dünya kavranamaz bir şey, sırlarla dolu bir bulmacadır.
Sofie aldığı mektuplarla allak bullak olmuştur. Annesi de bunu fark etmiştir. Mektupların aşk mektubu olduğunu sanmıştır.
İlk olarak Doğa Filozoflarına değinmişti. İlk Yunan Filozlarının çalışmaları doğadaki değişikliklerin ardında yatan ilk maddeye dayanan sorularla ilgiliydi.
“Her şey akar” demişti Herakleitos. Buna karşılık Parmenides hiçbir şey değişmez demişti. Empedokles’e göre doğada dört ilk madde vardı; Toprak, hava, ateş ve su. Thales’e göre her şeyin kökeni sudur. Anaksagoras’a göre doğa gözle görülemeyen çok küçük parçalardan oluşmuştur.
Sofie tanımadığı felsefe öğretmeninden gelen mektupları saklıyordu. Atom kuramını ortaya atanda Demokritos’tu.
Sofie felsefe öğretmenini çok merak ediyordu. Mektupları Hermes adlı bir köpek getiriyordu. Öğretmeni çok yakında tanışacaklarını yazıyordu.
Sokrates insanların doğru kavrayışı “Doğurmasına “ yardımcı olmayı görev bilmiştir. Gerçek bilgi kişinin kendi içinden gelmek zorundadır. Gerçek kavrayış budur. Sokrat rasyonalistti. İnsanın içindeki vicdanın tanrısal bir ses olduğunu ve neyin doğru olduğunu bildirdiğini söylemişti. Doğru bilginin doğru davranışa yol açacağını söylemişti.
Platon’u ilgilendiren bir yandan hiç değişmeyen kalıcı şeylerle, diğer yandan sürekli akan şeyler arasında ilişkiydi. Platon hem dünyada hem doğada hem de ahlak ve toplumda değişmez olanla ilgileniyordu. Platon doğadaki tüm görüntüleri ebedi biçimlerin ya da fikirlerin gölgelerinden ibaret sayıyordu.
Sofie’nin felsefe öğretmeni ormanda gölün kıyısında bir kulübede kalmaktadır. Burası binbaşının kulübesidir. Sofie bu kulübeyi kimse yokken ziyaret eder. Kulübede Hilde’ye yazılmış birçok kartpostal vardır. Bunların aynısından kendisine de gelmiştir. Sihirli bir ayna görür kulübede. Aynada gördüğü Sofie kendisine göz kırpmaktadır. Sofie oldukça korkmuştur. Kulübeden çıkmak üzere iken kendi adına bir zarf görür. Zarfı alarak kulübeden çıkar. Hem çok şaşırmış hem de korkmuştur.
Sofie felsefe kursuna devam ediyordu. Sıra Aristoteles’e gelmişti. Aristoteles en yüksek derecedeki gerçeğin duyularla algılanan ya da duyumsanan şeyler olduğundan emindi. Önce duyulardan var olmayan hiçbir şeyin bilinçte de var olamayacağını vurgulamıştır.
Helenizmin en belirgin özelliği çeşitli kültürler arasındaki sınırların ortadan kalkmasıydı. Kinikler’e göre ‘’gerçek mutluluğun maddi lüks, politik, iktidar ve sağlık gibi dış şeylere bağlı değildir ve gerçek mutluluğa herkes ulaşabilir.’’ Epikuros ta ‘’ölüm bizi ilgilendirmez, var olduğumuz sürece ölüm ortada yoktur ölüm geldiği anda biz yokuz.’’ demiştir.
Sofie esrarengiz bir şekilde kartpostal almaya devam ediyordu. Kartpostallar hep 15 Haziran tarihliydi ve Hilde’nin doğum gününü kutluyordu. Bu notlar bazen açılmamış bir muzun kabuğunun içinde bazen bir uçağın arkasına açılmış pankartta bazen de mutfak camına yapıştırılmış kartpostallarla geliyordu. Sofie her şeyin nasıl bir bağlantı içinde olduğunu anlayamıyordu. Acaba Hilde Sofie’yi tanıyor muydu?
Sofie öğretmeniyle ilk kez Meryem Ana Kilisesinde buluşur. Öğretmeni Alberto, burada Ortaçağdan bahseder. Ortaçağda ilk üniversiteler kurulmuştur. Çeşitli uluslar çıkmıştır. Bizans ortaçağı ve Roma ortaçağ Katolik şeklinde ayrıydı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu da eskiden Roma İmparatorluğuna dâhildi. Ama ortaçağda yeni bir kültür gelişti. Bu bölgede Arapça konuşulan İslam kültürü tüm ortaçağ boyunca matematik, kimya, astronomi, tıp gibi bilim dallarında öncü rolü oynadılar. Bugünkü Arap sayılarını kullandılar. İspanya’daki Müslümanlar Arap etkisini, Yunan ve Bizans da Yunan etkisini taşıdı ve sonra Rönesans başladı. Antik kültür yeniden doğdu. Yunan filozları ile kutsal kitaplar arasında nasıl bir ilişki vardı. Kutsal kitap ile akıl arasında çelişki söz konusu muydu, yoksa inanç ve bilgi uzlaşabilir miydi? Ortaçağ felsefesi bu sorular etrafında dönüyordu.
Rönesans’ta çok önemli üç buluş oldu: pusula, barut ve matbaa. Yeni silahlar Avrupayı Amerika ve Asya karşısında üstün kılmıştı. Kitap basımı da Rönesans hümanizmine özgü fikirlerin yayılabilmesi için gerekliydi. Pusula, deniz yolculuğunu kolaylaştırdı. Büyük keşif gezilerinde önemli rol oynadı.
Astronomide de, teleskop yepyeni olanaklar doğurmuştur. Barok döneminde birçok bakımdan gösteriş ve budalalık hâkimdi. Barok dönemi binaları bol kıvrık süslemelerle doluydu. Politika ise sinsice cinayetler düzenler ve entrikalarla yürütülürdü. Seakespare bir ayağı Rönesans ta bir ayağı barokta eser vermiştir.
Descartes, yeniçağ felsefesini kurmuştur. Öncelikle ilgilendiği konu, bilgimizin kesinliğiydi. İkinci konu ise bedenle ruh arasındaki ilişkiydi.
Spinoza’ya göre tanrı dünyayı bir kez yaratıp sonrada yarattığı şeyin başında duran biri değildir. Tanrı dünyanın kendisidir. Tanrı ile doğa arasında eşit işareti koyup Tanrı eşittir Doğa demiştir. Spinoza’ya göre insanın tutkuları, onu gerçek mutluluk ve uyuma ulaşmaktan alıkoymaktadır.
Sofie’nin annesi kızının garip davranışlarından dolayı endişeye kapılmıştır. Sofie annesine felsefe dersi aldığını anlatmış, ama esrarengiz kartpostallardan bahsetmemişti. Annesi felsefe öğretmeni Alberto’yla tanışmak istemekteydi. Sofie 15 inci yaş günü partisine öğretmeni Alberto’yu da davet edeceğini söyledi. Annesi buna çok sevindi.
Binbaşının Hilda”ya gönderdiği 15 inci yaş günün kutlama mesajları artmıştı. Alberto’nun köpeği helmes konuşarak doğum günün kutlu olsun Hilda demişti. Sofie adeta taş kesilmişti. Sofie bunu Alberto”ya anlatır. Öğretmeni yakında bütün bu bilmecenin çözüleceğini söyler.
Felsefe kursu devam etmekteydi. Hiçbir bilince sahip olamayacağınız görüşüne empirizm denir. Locke, insanların düşünce ve tasavvurlarının nereden geldiğini sorar. İkinci olarak da duyularımızın bize bildirdiği şeylere güvenip güvenmeyeceğimizin meselesiyle ilgilenir. Enpirizm’in ikinci filozofu Hume’dir. Hume’nin yapmak istediği, tek tek her tasavvuru inceleyerek onun gerçeklikte bulamayacağımız şekilde birleştirilmiş olup olmadığını sınamaktı. Şu soruyu soruyor Hume: Bu tasavvur hangi izlenimden kaynaklanır?
George Berkeley, İrlandalı bir piskopostu. Berkeley’e göre gördüğümüz ve hissettiğimiz her şey tanrının gücünün bir etkisidir. Çünkü tanrı her an bilincimizdedir ve sürekli karşı karşıya bulunduğumuz türlü çeşitli duyumların bizde yeniden var olmasını sağlar. Var olan her şeyin tek nedeni tanrıdır.
Hilde sabah uyandığında masasının üstünde bir paket bulur. Bu babasından gelen doğum günü hediyesidir. Hilde paketi açtığında bir klasörle karşılaşır. Babası Hilde için bir kitap yazmıştır. Kitabın adı da ‘’SOFİE’NİN DÜNYASI’’ dır.
Sofie ve öğretmeni Alberto bu kitap içinde geçen masal kahramanlarıdır. Albert Knag kızı Hilde’ye felsefe dersini bu kitap içinde vermek istemiştir. Sonunda Alberto ve Sofie masal kahramanı olduğunu anlamışlardır. Alberto bu masal dünyasından çıkabilmek için felsefe kursunu bitirmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Sıra Fransız aydınlanma çağına gelmişti. Fransız aydınlanma çağından kısaca rasyonelizm diye bahsedilir. Doğa bilimi doğanın akla uygun bir şekilde kurulmuş olduğunu saptamıştı. Aydınlanma filozofları Ahlak, Etik ve Dini de hiç değişmeyen insan aklıyla uyumlu bir temele oturtmayı kendilerine bunun gibi görev edinmişlerdi. Aydınlanma düşüncesi bu eylemin sonucudur. Aydınlanma çağında eğitime büyük önem verilmiştir. Pedoloji bilim olarak ortaya çıkmıştır.
İmmanuel Kant’a göre her şey nedensellik yasasına göre gerçekleşiyordu. Gerçek; özgürlük, arzu ve tutkuları aşabilmekte yatıyordu. Kant’a göre bir davranışı ahlaki açıdan doğru kabul etmek için doğru anlayışa bakmak gerekir, eylemin vardığı sonuca değil. Kant rasyonalistler ve ampiristler arasındaki çatışma sonucu felsefenin girdiği açmazdan bir çıkış yolu göstermeyi başarmıştır. Kant’la birlikte Romantik bir dönem başlamıştır. Romantizmin başta gelen erdemi tembelliktir. Bir romantiğin görevi kendini yaşama bırakmak ya da hayallere dalıp ondan uzaklaşmaktır. Gündelik meselelerle uğraşmak küçük burjuvaların işiydi. Romantik dönem, felsefe edebiyat, sanat, bilim ve müziği bir arada kapsayan dönemdi.
Romantik çağın filozoflarından George Wilhelm Friedrich Hegel romantik çağın filozofudur. Hegel bilginin üç aşamasını Tez, Antitez ve Sentez olarak adlandırmıştır. Hegel’de akıl dinamiktir. Gerçeklik karşıtlıklarla dolu olduğu için gerçekliğin betimlenmesi de çelişkiler içermek zorundadır.
Kierkegaard’a göre var oluşun üç biçimi olabilir. Estetik aşama, Etik aşama ve Dini aşamadır.
Karl Marx, toplumunda maddi ekonomik ve toplumsal ilişkileri altyapı olarak adlandırmıştır. Toplumdaki düşünüş tarzı, politik kurumlar, yasalar, din, ahlak, sanat ve bilime üst yapı deniyordu. Bir toplumda alt yapı ile üst yapı birbirini karşılıklı etkiler. Marx bunu reddetseydi bir mekanik materyalist olurdu ama alt yapı ile üst yapı arasındaki karşılıklı ilişkinin bir gerilim olduğunu fark ettiği için onun diyalekttik materyalist olduğu kabul edilir.
Darwin, ‘’Bir ve aynı türe ait bireyler arasında, sürekli görülen farklılıklar ve yüksek doğum oranları yeryüzündeki yaşamın gelişmesinin hammaddesini yada malzemesini oluşturur’’ demiştir. Var olmanın mücadelesindeki doğal seçim bu evrimin mekanizması yada itici gücüdür. Doğal seçilim her zaman en güçlü yada ortama en iyi uyum sağlamış olanların hayatta kalmasını sağlar. Darwin, insanın çıkışı adlı kitabında hayvanlar ve insanlar arasında büyük benzerliklere işaret ederek insanların ve insansal maymunların bir zamanlar aynı kökten çıktığını savunuyordu.
Freud’a göre, insan bilinci insan ruhunun ancak küçük bir bölümünü oluşturur. Bilincinde olduğumuz şeyler buzdağının görünen kısmıdır. Su yüzeyinin ya da bilinç eşiğinin altında bilinç altı ya da bilinç dışı yatmaktadır.
Yirminci yüzyılda önem kazanan diğer bir filozofta Friedrich Nietzsche’dir. Köle ahlakı olarak nitelediği Hıristiyan ahlakına karşı çıkıyordu. Tüm değerleri yeniden değerlendirme yolunda yaptığı çağrıdan söz edilir. Böylece güçlülerin yaşamını gelişmesi zayıflar tarafından engellenmemiş olacaktı. Bu dünyaya sadık kalın, dünya ötesine ait umutlar dağıtanlara kanmayın diyordu.
15 Haziran tarihi gittikçe yaklaşıyordu. Alberto ile Sofie girdikleri bir kitapçıda kendi kitaplarını gördüler. SOFİE”NİN DÜNYASI Alberto ve Sofie binbaşının kendilerine oynadığı oyundan rahatsız olurlar ve Hilde’den yardım isterler. Hilde’de babasına küçük bir oyun hazırlar. Babasının Lübnan’dan dönerken aktarma yapacağı havaalanında üç saat beklemesi gerekiyordur. Hilde teyzesinin de yardımıyla Havanalına küçük kartpostallar asar ve bu şekilde babasını yönlendirir. Binbaşı gözetlendiğini ve Hilde’nin havaalanında olduğunu düşünür. Ama kitap yazarken kendi de Sofie’ye böyle şaşırtıcı kartlar göndermiştir. İlk kez onların neler hissettiğini anlar.
Sofie 15’inci yaş günü partisinde annesiyle Alberto’yu tanıştırır. Partide garip olaylar olmaktadır. Bunu binbaşı yazmaktadır. Sofie ve Alberto binbaşının kurgusundan kaçmaya çalışırlar ve bunu başarırlar. Artık yüzyıllardan beri masal kahramanlarının bulunduğu bir âlemde yaşamaya başlarlar.
Binbaşı eve döndüğünde kızına kitabı ona felsefe tarihini öğretmek için yazdığını anlatır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder