28 Ekim 2011 Cuma

CUMHURİYETİMİZİN 88. YILI KUTLU OLSUN

Büyük Cumhuriyetimizin 88. yılını bir yanda terör bir yanda deprem felaketiyle biraz buruk kutluyoruz.
Bu bayramı bize yaşatan başta Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK olmak üzere bütün şehit ve gazilerimizi şükranla anıyoruz.
CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

23 Ağustos 2011 Salı

AL YAZMALIM SELVİ BOYLUM ÖZETİ - CENGİZ AYTMATOV


Cengiz Aytmatov'un bu ölümsüz eseri yazarın gazetecilik yaptığı yıllarda Narın’dayken Frunze’ye geçmek istemesiyle başlıyor.Fakat Frunze’ye acele
gitmek istediği için yoldan geçen bir kamyonete binmek istemektedir.İlyas’ın kamyonetine binmek ister fakat İlyas arabaya kimseyi alamayacağını söyler.Yazar nedenini merak etse de olayın üzerine fazla düşmez.

Yazar daha sonraki bir zamanda Oş’a trenle giderken,trende İlyas’a rastlar.Ve İlyas ile birbirlerini anımsarlar ve tanışırlar.İlyas yazara arabaya onu almayaşının sebebini anlatmaya başlar.

Bundan sonra Asyel ile İlyas’ın hikayesi başlar.İlyas askerden yeni dönmüştür ve arkadaşı olan Alibek’in yanında Tiyen-Şanlar’da bir ulaştırma merkezinde çalışmaya başlar.Daha sonra birgün bir köye iş için gider ve orada Asyel’i görür.Ve zamanla köye gel-git birbirlerini severler.Fakat Asyel evlenmek üzeredir.Bunun üzerine İlyas Asyel’i kaçırır.

Daha sonra Samet adında bir oğulları olur.Fakat daha sonra İlyas’ın hırsı ve ve gururu yüzünden Asel ile aralar açılır.İlyas daha önce yaptığı gibi kamyonuna römork bağlayarak Tiyen-Şan’lardan geçebileceğini kanıtlamak ister.Ve işyerindeki arkadaşlarıyla,en yakın arkadaşı Alibek ile bu olay yüzünden arası açılır.Ve yolu geçememesi nedeniyle iyice ipler kopar.İlyas evinden iyice uzaklaşır.Zamanını Kadiça adında işyerinde çalışan bir kadınla geçirmeye başlar.Asel bunu çok geçmeden öğrenir.Oğlunu da alarak İlyas’ı terk eder.

İlyas Asel’i arar fakat bulamaz. Kadiça ile yaşamaya başlar.Bu sırada Asel ise nereye gittiğini bilmeden yola çıkar.Yolculuk sırasında Baytemir adında bir adamla tanışır.Baytemir Asel’e yardım eder,ona kalacak yer sağlar,evinin kapılarını Asel’e açar.Baytemir Samet’i kendi çocuğu gibi sever.Asel’i de sevmektedir.

Bu sırada İlyas Kadiça ile birlikte Anarhay’a yerleşir ve orda yaşamaya başlar.Fakat daha sonra İlyas Asel’i bir türlü unutamaz ve Kadiça’yı da bir türlü sevememektedir.Ve Tiyen-Şanlar’a geri dönmeye karar verir.Eski işine geri döner. Bir gün yine alkollü olduğu bir sıra kaza yapar.Onu Baytemir kurtarır, evine getirir.Fakat Baytemir’in hiçbirşeyden haberi yoktur. Ama daha sonra anlar.Ama ne Asel’e ne de İlyas’a bir şey söyler.Onların kendi kararlarını kendilerinin vermesini ister.İlyas ise hergün oğlunu Asel’den ve Baytemir’den habersiz görmektedir. Samet’i kaçırmaya karar verir. Ama oğlunun baba olarak Baytemir’i bilmesi ve ondan ayrılmak istememesi,Asel’in de artık ona geri dönmeyeceğini bilmesi onu mahveder.Aşkına,Tiyen-Şan Dağlarına ,Işık Göl’e veda ederek Pamirler’e yeni bir hayata gider.Fakat aşkını hiçbir zaman unutamayacağını bilmektedir.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

ZEKA SONRADAN GELİŞTİRİLEBİLİR Mİ??

Einstein'ın zekasının sadece %20'sini kullanarak büyük düşüncelere ulaştığını göz önüne alırsak zeka kadar, zekanın kullanımının da önemli olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü zeka testleri tam olarak çocuğumuzun zekasını göstermeyebilir. Yani zeka testlerinde düşük skorlara sahip olan çocuğumuzu alıp zekasını geliştirecek yönde çalıştırır, bolca zeka testleri çözdürür, düşünceye sevk eden tartışmalar yapar, gelmiş geçmiş bilim adamlarının başarıya ulaştığı yollardan götürür, zihin becerileri ile el becerilerini birlikte geliştiren oyunlar oynatır, öğrenmeyi sevdirip merak duygusunu uyandırıp araştırmaya sevk edersek bir sene sonra aynı testi yaptığımızda çocuğumuzun zeka testinden aldığı puanların yüksek olduğunu görürüz.


Zeka, geliştirilebilinen hatta geliştirilmesi gereken bir yetenektir. Zekası yüksek çocukların genel özelliklerine baktığımızda çok erken yaşlardan itibaren öğrenmeye ilgi duyan, çabuk konuşan, çabuk yürüyen, hızlı algılayan ama algıladığı oranda çabuk sıkılan çocuklar olduğunu görmekteyiz. Bu çocuklar zekalarını yeşertecek ortamda olduklarında kapasite kullanımları artmakta ve çok büyük başarılara ulaşmaktadır.

Başarı için tek başına zeka yeterli değildir. Mozart, Picasso, Mikelanj, Steven Hawking gibi farklı dallarda deha diye nitelendirdiğimiz ve yaptıklarına akıl erdiremediğimiz insanlar bu
başarılarını yakalarken hedefledikleri alanda uzun yıllar gayret göstermiş olduklarıdır.

Küçükken ne kadar deha olursa olsun bir insan başarmak istediği konuda insan üstü bir çaba göstermedikçe bu başarıya ulaşamamaktadır. Dünya tenis sıralamalarında yeri senelerdir ilk 3'ten aşağı düşmeyen Federer'i ele alalım. İyi bir tenis eğitimi alıp bunun yanında çalışmalarını sürdürmese ne kadar yetenekli olursa olsun geldiği yerlerde olması mümkün olmayacaktı.

Yüksek zeka sadece çocukların işini kolaylaştıran bir yetenektir ancak unutmayalım ki zekamızı belirleyecek ve onun artışına katkıda bulunacak kocaman atıl bir beyin kapasitemiz var . Bu kapasiteyi bile iyi kullanabilsek o zaman yapabileceklerimizin boyutları çok daha büyük oranlara çıkacaktır.

Bu nedenle çocuklarımızın zihinsel yeteneklerini açığa çıkaracak, onların bu zihinsel kapasitelerini kullanacak yönde faaliyetlere yönlendirmeli, televizyon ve bilgisayarın onların beynini köreltmesine izin vermemeliyiz. Tabii ki televizyon ve bilgisayar tamamen kaldırılmamalı ama onların zihinsel kapasitelerini arttıracak zeka oyunlarına, el becerilerini arttıracak etkinliklere, bedensel gelişimlerini arttırmak için spora yönlendirmeli, sık sık onların düşünce becerilerini geliştirecek konular ortaya atıp tartışmalarını ve çok yönlü düşünmelerini sağlamalıyız. Bunu yaparken kaçınılması gereken tek şey söyledikleri ve yaptıklarını "aptalca" olarak nitelendirmemek, bize en saçma gelen fikirlerine bile yargılamadan yaklaşmamaktır.

Ders başarıları için nasıl okula gidiyor, özel öğretmenden ve dershanelerden dersleri konusunda yardım alıyorsak aynı şekilde zihinsel gelişimleri için eğitimcilerden, psikolog ve psikiyatristlerden yardım almalı onların bu alandaki bilgi ve tecrübelerinden faydalanmalıyız. Onların kişisel gelişimlerinin el yordamıyla ulaşabilme çabalarının çok daha ötesinde önemli olduğunu unutmamalıyız.

kaynak: hürriyet.com

17 Temmuz 2011 Pazar

Iyyy! Tiksinç... Peki NEDEN???

Neye göre tiksiniyoruz?
Yaradan sızan iltihabın veya çürümüş etin görüntüsü pek çok kişinin midesini bulandırmaya yeter ve bu gibi zararlı oluşumlardan kaçınmanın da evrimsel bir dayanağının olması muhtemel. Aslında bu durum çok daha derin anlamlarla da ilişkili olabilir. Örneğin tiksinti, ahlak duygusunun ortaya çıkmasına neden olmuş olabilir.
İğrenme duygusunun korkuyla benzer bir evrimsel taban çerçevesinde geliştiği öne sürülüyor.
Londra Hijyen ve Tropik Hastalıklar Fakültesi’nden Valerie Curtis, tiksinmenin korkuyla aynı nedenlerle evrildiği görüşünde. Korku bizleri aslan ya da ayılar gibi avcılardan uzak tutmaktayken, iğrenmeyse parazit ve bakteriler gibi çok daha küçük boyutlu olanlarına karşı bir koruyucu melek olma özelliği
 taşıyor. Üstelik iğrenme duygusu, ölümcül bakterileri tanıyarak onlardan uzaklaşan basit nematotlarda (bir yuvarlak solucan) bile görüldüğü şekliyle, hemen her canlıda mevcut.
Tüm bunlar oldukça mantıklı fakat Curtis işin bir başka boyutuna dikkat çekiyor, “Eğer ön bahçenize dışkılasam ya da içtiğiniz kahveye tükürsem ya da toplu taşıma araçlarında sürekli olarak kokulu gazlar üretsem sizleri vücut sıvılarımla tehdit etmiş olurum ve bu nedenle de hoş karşılanmaz. Fakat aslında ahlak kavramının gelişimine yönelik ilk izleri oluşturur. En azından ahlak kurallarını toplum içinde ortaya çıkaran yollardan bir tanesidir, yani yaydıklarınızla diğer insanları hasta etmemek. İnsanların kötü davranışlarıyla ortaya çıkan tiksinti duygusu organik sistemimizle doğrudan ilişkili.
Bu oldukça ilginç bir yaklaşım olmasına karşın, ahlak kurallarının bütününün ortaya çıkışından tamamiyle sorumlu olamaz. Örneğin hırsızlık veya insan öldürmek toplum tarafından ahlaksızca görülen davranışlar olmasına karşın iğrenme duygusuyla ilişkili değildirler. Curtis’in bulmacanın bu parçasına ilişkin düşünceleriyse şöyle: “Hastalık yapan etkenlere en fazla açık olan toplumlar daha fazla kapalı, sıkı ve koruyucu kurallara sahiptirler. Eğer hastalıkların yaygın olduğu bir toplumda yaşıyorsanız iğrenme konusunda daha hassas olacaksınız ve bu da tüm topluluk için geçerli bir hale gelecektir.”
Cornell Üniversitesi’nden David Pizarro ise iğrenmenin evrimsel bir tabanının olduğunu düşünmenin bir çok şeyi açıkladığını düşünmesine karşın yaklaşımın geniş bir yelpazeye uygulanması halinde kafasında soru işaretleri belirdiğini ifade ediyor, “Örneğin bir enfeksiyon salgın halini aldığında, insanların buna özellikle dikkat ettiklerini ancak bundan kaçınmaya yönelik olarak özel bir sistem geliştirmediklerini düşünüyorum.”


kaynak:http://www.ntvmsnbc.com/id/25168883/

15 Haziran 2011 Çarşamba

YABAN ROMANI ÖZETİ (YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU)


Kitap kurtuluş savaşı sırasında cephede kolunu kaybetmiş bir subayla, askerliği yeni bitmiş bir askerin köyünde geçen olaylar anlatılmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ


Sessiz ve sakin bir yerde hayatını sürdürmek isteyen Ahmet Celal, gittiği yerde, yabancı olduğundan, yaban olarak tanımlanmaktadır. Köydekilerle hiçbir bağlantısı olmamasına ve subay olmasına rağmen ona düşman gözüyle bakılmaktadır. Ülkenin tamamı işgâl altında olmasına rağmen köylülerin bunu umursamaması, sonuçta; evlerinin kundaklanması, yiyeceklerinin yağmalanması, kadın ve kızlarına tacizde bulunulması onların akıllarını başlarına getirir. Bu durumu gören Ahmet Celal sevgilisini yanına alıp kaçmaya çalışır.


KİŞİLER VE OLAYLAR:

AHMET CELAL: İçi vatan aşkıyla dolu, köylülerin cahilliğini gidermek için didinen, köy yaşamına alışık olmayan birisidir.
SALİH AĞA: Sinsi bir kişiliğe sahiptir. Kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir kişiliğe sahip.
MEHMET ALİ'NİN ANNESİ: Kendisini toprağa adamış, cahil, hiçbir şeyden habersiz ve başkalarının sözünü dinlemektedir.
BEKİR ÇAVUŞ: Askerlik yaptığından dolayı olayların kısmen farkındadır. Bulunduğu ortam itibariyle bildiklerini aktarmaktan çekinmektedir.

10 Haziran 2011 Cuma

TOM SAWYER ÖZETİ ( MARK TWAIN)

Hikayede Tomun cezadan kurtulmak için herkesi şaşkına çevirecek zeka oyunlarını ve sonunda bunlardan nasıl kurtulduğunu yazıyor. Tom
hikayede kendi dünyasında (nehirlerin, ormanların, mağaraların ve adaların dünyasında) bir kahraman gibi yaşar.
Tom, Missouri’ye bağlı St. Petersburg köyündeki “haşarı” çocuklardan biridir. Pervasız, temb
el, çıldırtıcı ölçüde meraklı olan bir okul çocuğu ve teyzesi Polly Teyze için tam bir baş belasıdır. Bir gün Tom, Huck, Joe herkesten gizli bir plan yapar ve adaya kaçar. Herkes onları öldü sanıp cenaze töreni yapar ama törende ortaya çıkınıca herkes oyun olduğu anlaşılınca herkes onlara karşı tavır alır. Ama Tom ve Huck bu iştende kasabada yaşayan Bayan Douglas’ı öldürmek için plan yapan haydutları ortaya çıkararak kurtulur. Daha sonra haydut Kızılderili Joe’yu hapse atarlar. Ve onun definesinin yerini tek bilenler olarak Tom ve Huck defineyi yerinden çıkarır zengin bir hayat sürerler.
Hikayedeki Kişiler :
Tom Sawyer: Haylaz ve yarmazda olan zeki bir çoçuktur.
Huckleberry Finn: Mahallenin en haylaz çocuğu olan Huck, Tom’dan eksik bir yanı olmayan mahalle çocukları haricinde kimsenin sevmediği biridir.
Polly Teyze:İyi kalpli ama çok sinirli görünen ve yaşlı bir kadındır.
Joe:İçine kapanık olan Joe kendi dünyasında korsan olmak isteyen bir çocuk.