Esir Şehrin İnsanları, Kemal Tahir, İthaki Yayınları, 2000, İstanbul
Mayası akademik tarihi bilgi olan tarihi romanlar, bireyin okuma hazzını, doygunlaştıracağı gibi bilgisinde ve entelektüel dağarcığında ilerlemeye olanak tanır. Ülkemizde son dönemlerde tarihi roman yazımında büyük ilerlemeler katledilmiş olmasına rağmen bu durum emekleme dönemindeki bir bebeğin çabası kadardır.
Sosyal bilimlerde branşlaşmalar olmasına rağmen branşlar-alanlar arasında keskin bir çizgi yoktur. Branşlar arasında bilgi bazında sürekli bir sirkülasyon vardır.
Tarih ve edebiyatın etkileşimi de bize tarihin içinde edebiyatın, edebiyatın içinde de tarih olduğunun en büyük göstergesidir.
2. GİRİŞ
Kemal TAHİR, Türk Edebiyatında tarihi roman yazımının öncülerindendir. Eserlerindeki tarihsellik, dönemin karakteristik özelliklerini okuyucuya gösterir.
Kemal TAHİR’ in, tarihimizin keskin dönemeçlerinden biri olan Mütareke Dönemini anlattığı “ Esir Şehir ” üçlemesinin ilk kitabı olan “ Esir Şehrin İnsanları” adlı eserinde İstanbul’ daki sivil aydınların durumunu ele alır.
Kemal TAHİR, “ Esir Şehrin İnsanları” adlı eserinde arka plan olarak Osmanlı Devletinin son dönemlerini ve savaşa katılışını, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ nin kurulması için atılmış olan ilk adımları, toplumun yapısını, siyasal ve ekonomik yapıyı, entelektüel hayatı büyük bir ustalıkla dile getirmiştir. Bu eser bir dönemin analizidir.
“ Esir Şehrin İnsanları” üç ana bölümden oluşmaktadır. Esir İstanbul adlı birinci bölüm yedi alt bölümden oluşmaktadır. “ Bulanık Su” adlı ikinci bölüm üç alt bölümden, “ Kamil Bey” adlı üçüncü bölüm ise yedi alt bölümden oluşmaktadır.
Biz burada romanın akışını ve kahramanları başından geçenleri göz önünde bulundurarak; asıl olarak romanı eksen olarak dönemin siyasal, sosyal, ekonomik, toplumsal, hukuki ve entelektüel hayatını tahlil edeceğiz.
I. BÖLÜM: ESİR İSTANBUL
Çanlar 1914’ ü vurduğunda tüm dünyanın çehresini değiştirecek I. Dünya Savaşı patlak vermişti. Tarih, o zamana kadar böyle bir savaşa tanıklık etmemiş, böyle bir savaşı kaydetmemiştir. Savaştan sonra bazı devletler parçalanmış, bazıları ise savaştan galip çıkmalarına rağmen zayıflamışlardı.
Tanzimat döneminde başlayan değişim rüzgarı, Meşrutiyet hareketiyle hız kazanmıştır. II. Meşrutiyet ile birlikte yönetimde asıl söz sahibi olan İttihat ve Terakki Cemiyeti döneminde tarih daha hızlanmıştır.
Osmanlı Devleti son altı yıl içerisinde “ 10 Temmuz”, “ 31 Mart” gibi iç sarsıntılar ile birlikte; “ Trablusgarp’ ta”, “ Balkanlarda” savaşmıştır. Tüm bu gelişmelerden sonra Osmanlı Devleti tarihindeki son raunda çıkmıştır. I. Dünya Savaşının genel görünümüne doğrudan Kemal TAHİR’ in kaleminden bakalım: “ Sarıkamış’ ta Bismillah demeye vakit bulamadan doksan bin kişilik koca bir orduyu kaybeden Osmanlı İmparatorluğu, biraz aşağıda Kuttul – Ammare’ de İngilizleri bozup generaller esir almış, Tih çölünü aşıp Süveyş Kanalına ulaşmışlardı. Üç yıl önce dört küçük Balkan Devletine utanılacak bir kolaylıkla yenilen ordusu aylardır Çanakkale Boğazını “ Yedi Düvelin” en korkunç silahlarına karşı arslanlar gibi savunuyordu.
Ne var ki savaşın gidişatı Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Osmanlı’ nın aleyhinde devam etmiş; Osmanlı Devleti müttefiklerinin savaştan çekilmesinden sonra itilaf devletleriyle Mondros Mütarekesini imzalamıştır.
Eserde ön plan çıkan Kamil Bey, Abdülhamit’ in en zengin vezirlerinden Selim Paşa’ nın tek çocuğuydu. Kamil Bey genç yaşında çok büyük bir mirasın sahibi olmuştu. Kamil Bey, tutumlulukta, eli açıklıkta, ataklıkta, ihtiyatkarlıkta, gururlukta, alçak gönüllülükte doğru olarak algılamış olduğu ölçütlere göre davranan bir yapıya sahiptir. Kamil Bey’ in eşi Neriman Hanım da paşa kızıydı. Babası Taceddin Paşa çok zengin olmasının yanı sıra kumara olan düşkünlüğüyle de tanınmaktaydı. Taceddin Paşa’ nın öldürülmesinden sonra alacaklıların konağa saldırmasından sonra Nermin Hanım fakirliğin ne olduğunu anlamıştı. Onun fakirliği, Kamil Bey gibi bir zengin ile evlenince bitmişti. Ancak çark daha sonra tekrar tersine geri dönmüştür.
Kamil Bey, eşi Nermin ve kızı Ayşe ile birlikte İspanya’ da yaşamaktaydı. Kamil Bey, I. Dünya Savaşının patlak vermesiyle yollar kapanınca İspanya elçiliğinde çalışır. Savaş, Kamil Bey’ in maddi durumunda negatif anlamda değişmelerin yaşanmasına neden olur. Değişik Avrupa ülkelerinde bulunan arkadaşlarından gelen havaleler kesilir. Suriye ve Musul’ daki çiftliklerden artık hayır kalmamıştır. Kamil Bey, kurulu düzenini, rahat ve huzurlu yaşamını bozmamak için bir buçuk yıl boyunca İstanbul’ daki mülklerini ve eşi Nermin’ e almış olduğu elmasları satmıştır.
1919 tarihine gelindiğinde İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilirken, Anadolu’ daki işgallere karşı ilk etapta yerel anlamda direnişler başlamıştı. Kamil Bey, Anadolu’ da bunlar olurken para sıkıntısını gidermek amacıyla Paris ve Londra’ ya geçerek eski arkadaşlarıyla temasa geçer. Ancak artık dünya eski dünya değildir. Her şeyi ve herkesi değişmiş görür. Umutsuz bir şekilde Madrid’ e dönen Kamil Bey, burada da hayatını idame etmeyi başaramayacağını anlayınca her şeyini satarak Anadolu’ nun yollarına düşer.
Kamil Bey’ in günler sürecek deniz yolculuğu esnasında savaşın evrimi konusunda yapmış olduğu diyaloglar ilginçtir. Fransız süvarisiyle yapmış olduğu sohbette Bolşevikliğin ne olduğunu anlamaya çalışmıştır. Fransız süvari, Bolşevikliğin Rusya’ da her şeyi alt üst ettiğini, açlıktan, yoksulluktan, can ve mal güvensizliğinden bahsederken Kamil Bey, “ bizde sosyalistler yoktur” diyerek dönemin siyasal düşünce yapısını kendi bakış açısıyla değerlendirilmiştir. Aslında Kamil Bey, Bolşeviklik ve sosyalistlik hakkında etraflı ve derin bir bilgiye sahip değildi. Madrid’ de iken Madrid elçisi de Bolşeviklik üstünde hiç durmamıştır.
Dış basında Anadolu’ daki Milli Mücadelenin bir Bolşeviklik hareketi olduğu propagandif bir şekilde dile getirilmekteydi. Hatta Mustafa Kemal’ in ve Kuvay-ı Milliyecilerin Bolşevik - Moskof olduğu yabancı ülke kamuoyunda sık sık işlenen konulardandı.
Kamil Bey’ in bir dergide okumuş oldukları onun üzerinde derin izler bırakır. Bu olay 21 yaşında intihar eden Üsteğmen Mehmet Ali’ nin trajedisiydi. Aslında onun şahsında bir milletin trajedisiydi. Mehmet Ali, hayatının son yıllarını cephede geçirmiş, Çanakkale’ de, Kafkasya’ da, Filistin’ de kahramanca çarpışmıştı. O, bir asker olmasının yanı sıra şiire ve edebiyata merakı vardı.
Üsteğmen Mehmet Ali’ nin intihar etmeden önce tutmuş olduğu günlükler, kendisi ve İstanbul için yazmış oldukları, bir dönemin panoramasını gösterir gibidir. Günlüğünde işgalci güçlerin İstanbul’ daki önemli noktaları ele geçirmesi, Haydarpaşa’ dan Eskişehir’ e kadar olan yerlerin İngilizler, İzmir hattının Fransızlar, Konya’ ya kadar olan yerlerin de İtalyanlar tarafından işgal edilmesi, ülkenin can damarlarının koparılmasını hüzünlü bir şekilde dile getirmiştir.
Günlüğün çarpıcı konularından birisi de İstanbul’ daki yangınlardır. Gazete haberlerine göre son on yılda İstanbul’ da yirmi dokuz yangın çıkmış ve bu yangınlarda 50.000 ev yanmıştı. İstanbul’ daki bir yangın bazen günlerce devam etmekteydi. Bunun temel sebebi, evlerin çok yakın aralıklarla inşa edilmesi ve ahşap malzemenin kullanılmasıydı.
Üsteğmen Mehmet Ali’ nin gazetelerden yola çıkarak aktardıklarına göre son zamanlarda polis kendilerini satan 113 kız çocuğunu yangın yerlerinden toplamıştı ve bu kız çocukları yaşları küçük olduğu için vesikasız çalışmaktaydılar. Belli bir yaş dilimine ulaşanlar ise vesikayla çalışmaktaydılar. Hayat kadınlarının yarısından fazlasında cinsel hastalıklar olan bel soğukluğu ve frengiye rastlanılmaktaydı.
Üsteğmen’ in üzerinde durduğu bir başka konu ise cinayet haberlerinin gazetelerde çok sık yer almasıydı. İngilizler, kendi yaşlarının cinayet, gasp, hırsızlık gibi suç teşkil eden unsurları görmezden gelmekteydiler.
Haksızlıkları ve işgalleri kabullenmeyen polislerin Yunanlılar tarafından vahşice katledilmesi İstanbul’ daki keyfi ve vahşi tutumun çarpıcı yansımalarıydı.
Günlükte bir diğer önemli unsur; Turan ülküsüne yürekten olan bağlılıktı. Bazı yazarlar bunu I. Dünya Savaşından önce sıklıkta dile getirmekteydiler.
“Dün gece düşümde bir alay sancağı önde, bando arkada, Orta Asya’ ya doğru gidiyormuşuz …Dağlardan sayısız atlılar akıyor ovaya… Hepsi bizden, hepsi bizim atlılarımız.” Günlükteki bu ifade Turan ülküsünü en iyi ifade eden bölümdür.
Günlükteki olaylar, dönemin sosyo - politik çözümlemesi için kaynak teşkil etmektedir. Bu çözümlemelerden birisi de işçilerin grevidir. İşçilerin grevi, ekonomik hayatın rutin eylemlerinden biri olmuştu. Meşrutiyet ile başlayan grevler, mütareke döneminde de devam etmişti. İşçiler, gündeliklerinden kesinti yapılmamasını, paralı tatil, çalışma saatlerinin azaltılmasını, grevcilerin cezalandırılmaması gibi taleplerde bulunmaktaydılar. Bu taleplerinden bir kısmı kabul edilirken bir kısmı da kabul edilmemiştir.
Esir şehir İstanbul’ da ikilemlere, paradoks durumlara da çok sık rastlanılmaktaydı. İşgale rağmen bazı kesimlerin eğlenceye olan düşkünlüğü, gazetelerdeki eğlence ilanları, cümbüşün, matinelerin devam etmesi çelişik durumun göstergeleriydi.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen dimdik ayakta duran, vatanperverliğinden ve onurundan ödün vermeyenlerin sayısı daha fazlaydı. Direniş için yavaş yavaş örgütlenmeye başlamışlardı. İşgalleri onuruna yediremeyen bazı aydınlar ve subaylar yapılanları daha fazla görmemek için hayatlarına son vermişlerdir. Bunlardan birisi de Üsteğmen Mehmet Ali’ ydi.
Günlüğü kapatıp Kamil Bey’ in vatanını yeniden keşfetme çabasına ve toplumsal yapıya bakalım. Kamil Bey ve ailesi, ekonomik sıkıntıdan dolayı belli bir süre için Nermin Hanım’ ın halasının evine misafir olurlar.
Konakta yapılan sosyete toplantıları, düzenlenen partiler; bu etkinliklere katılan politikacı, hariciyeci, ve elçilik memurlarının vurdum duymazlığı Kamil Bey’ i çileden çıkarır. Bu toplantılarda Batıya olan özentinin yalnızca biçimden ibaret olması ibret vericidir. Öz ve biçim bir nevi yer değiştirmişti. Bu toplantılara yabancı subaylar ve elçiler de katılmaktaydı. Kamil Bey, İngiliz subaylarıyla yaptığı konuşmalarda İngilizlerin “ bizi bizden iyi tanıdığını” şaşırarak ve biraz da utanarak gözlemlemiştir. İngilizler çıkarları doğrultusunda gitmiş olduğu bölgelerde öncelikle antropolojik – sosyolojik ve ekonomik araştırmalarda bulunmakta; toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşmaya çalışmaktaydılar.
İngiliz subay, Kamil Bey ile yaptığı sohbette Osmanlı Devletinin geri kalmasının temel sebebinin Osmanlı’ nın Avrupadaki gibi bir sanayi devrimini gerçekleştirememesine bağlamaktaydı. Dönüşümün lokomotifi olacak bir burjuva sınıfının olmaması, üretim ilişkilerindeki ilkellik, Osmanlı Devletinin çağın şartlarını iyi okumaması, giderilmesi güç sarsıntılara neden olmuştu.
İngiliz Subayı, sohbetinde İngiliz Dostları Derneğinden bahsederek Kamil Bey’i bir girdabın içine çekmeye çalışır. Derneğin kurucusunun bir molla olması, aydınların bir kısmının bu derneğe üye olmaları ve derneğin halk arasında propaganda yaparak 50-60 bin kişiye üye etmesi Kamil Bey’i şaşırtır. Bu derneğin en büyük destekçisi ise Rahip Frew’ dir ve dikkat çekicidir; İngilizler daha çok Kamil Bey gibi ekonomik bakımdan zor durumdaki insanların zafiyetlerinden yararlanmaya çalışıyorlardı. İngiliz subay şirketlerin ve tekellerin hisselerinin İngilizler ve Fransızlar tarafından satın aldığını belirterek Kamil Bey’ e başka bir adla kendisine hisse senedi verebileceklerini ifade etmişti.
İngilizlerin asıl amacı ise subayın da pervasızca söylediği Musul – Kerkük bölgesine hakim olmaktı. Kamil Bey daha önceden satmayı düşündüğü Kerkük’ teki topraklarını hemen satmaktan vazgeçmiştir. Ancak Osmanlının bir çok ileri geleni topraklarını satmıştı. Kamil Bey ayrılarak ayrı bir evde kalmak istiyordu. Asıl sıkıldığı konu ise enişte beylerdeki sosyete toplantıları ve bu toplantılardaki yapmacık tavırlardı. Ancak Kamil Bey’ in ev alacak parası olmadığı gibi ekonomik olarak bir dar boğazın içindeydi. Kendi ayakları üzerinde kalmak için mücadele veren Kamil Bey’ in ev sıkıntısını çözmek için anneannesinden kalma Bağlarbaşı’ ndaki köşkü onarmayı kararlaştırdı.
Köşkü ziyaret ettiğinde harap bir manzara ile karşılaşır. Ancak eski arkadaşı Fuat Bey köşkün bir bölümünün yıkılarak kalan bölümünün onarılabileceğini belirtir. Evin yıkımında Bedros Ağa ile anlaşır. Bedros Ağa ermenidir ve zengin bir Osmanlı vatandaşıdır. Romanda Ermenilerin İstanbul’ daki varlığı işlenen konulardandır.
Fuat Bey Mahir Paşanın oğluydu. Şiire ve edebiyata düşkün bir kişiydi. Eşi ise İtalyan’dı. Fuat Bey’ in hayatı eşinin bir gün haber vermeden altı yaşındaki kızını alıp gitmesiyle yeni bir yola girdi. Maddi dünya ile olan ilişkisini keserek manevi- uhrevi dünyaya çekilip bir kadiri dervişi olur.
Kamil Bey, Fuat Bey’ e neden ve nasıl böyle bir hayatı seçtiğini sorunca Fuat Bey’ in yapmış olduğu açıklama da bir nevi Anadolu’nun dini dokusunu açığa çıkarmaktadır. “ Bizde tarikatlar yüze yakındır. Bunların ayrıca yüzü aşkın şubeleri vardır… Araplar mezhep kurucusudurlar. Biz Türkler tarikat kurucusuyuz. Arap mezhepleri sufiliğe, Türk tarikatları tasavvufa dayanır… türkün bağlanacağı inanç Allah korkusundan değil Allah sevgisinden gelir. Okudukça tasavvufun yalnız Türke mahsus bir yol olduğunu anladım. Türk illerinde doğmuş, Anadolu’ da gelişmiştir.
Türk tasavvufu, Şamanlıkla İslamlığın karışımıdır. Buna biraz da yeni Platonculuk katılmış Roma Anadolu’sundan kalıntı..daha doğrusu Stoisizm… Anadolu’ya, Şeyh Ahmet Yesevi adına halifeleri yayılmıştır. Pir Dede, Akyazılı Baba, Kudümlü Baba Sultan, Sarı Saltık… Bunlar köylü halkı etkileştirmiştirler, Anadolu’nun İslamlaşmasını ve Türkleşmesini sağlamışlar .”Fuat Bey’ in ağzından aktardığımız bu bilgiler, İslam inancının Türkler arasındaki geçirmiş olduğu evrimi gösterir.
O, Lütfi Barkan’ ın “Kolonizatör Türk Dervişleri “ ve A. Yaşar Ocak’ ın Anadolu’daki heterodoks inanışlar üzerinde yapmış olduğu araştırmalarda benzer bulgular ile karşılaşılır.
Kamil Bey, Fuat Bey’ in de yardım etmesiyle köşkü oturabilecek bir duruma getirir. Fazla bir masrafa girmeden, ekonomik durumunu sarsmadan evi dizayn eder.
Kamil Bey, konağın ve bahçenin eksiklerini gidermeye çalışırken 16 Mart 1920 ’de İstanbul’ un İngilizler tarafından işgal edildiği haberini alır. “İşgal altındaki bir şehir tekrar işgal edilmişti. Kamil Bey, birinci işgali görmemişti. İstanbul’ un dıştan gözlenen tepkisizliği Kamil Bey’ in iyiden iyiye düşündürmeye başlamıştı. Görünüşe bakılırsa polisler, jandarmalar, memurlar artık kendi hükümetlerine çalışmadıkları halde eskisi gibi görevlerini yapıyorlardı. Sokaklarda çocuklar bağıra çağıra oynamakta, kadınlar komşularına gitmekte, alış-veriş yapılmakta, düğünler yapılıp mevlitler okutulmaktaydı.
Konağın tamirini yapan Cemil Usta, son umudun Anadolu olduğunu dile getiriyordu. Kamil Bey ise Anadolu hakkında hiçbir şey bilmiyordu. İstanbul’daki ümitsizliği düşünerek; dört bir tarafı işgal edilmiş olan Anadolu nasıl olur da son umut olabilirdi. Mustafa Kemal’ i, Ankara’yı, Kuvay-ı Milliye’ yi daha sık işitir olmuştu.
Ekonomik olarak zor durumda bulunan Kamil Bey, bir yandan fakirliğe alışmaya çalışırken bir yandan da arkadaşlarının bu zor günlerinde neden kendisini arayıp sormadıklarını merak eder. Kayıp olan arkadaşlarını sorduğu zaman karşısındakiler korku ile iki yanlarına bakarak; “Anadolu’ ya geçti galiba “ diye fısıldıyorlardı.
İstanbul’ un, işgali kabulleşmesini kabul etmeyen aydınlar, subaylar, asker, ahalinin bir kısmı Anadolu’ ya geçmeye başlamıştı. Anadolu’ ya geçenlerden birisi de Anadolu’nun ağlayışına dayanamayan Derviş Fuat Bey’dir. Derviş Fuat Bey, artık dervişlik zırhını çıkararak yaralı yüreğini gösterir.
Anadolu’dan iyi haberler gelmiyordu. Cemil Usta, düzce’ de Konya’ da, Yozgat’ ta ayaklanmaların çıktığını; Yunanlıların genel saldırıya geçmiş olduğunu Kamil bey’ e fısıldıyordu.
Sıkıntılarından dolayı eve kapanan Kamil Bey, her zamanı iyi değerlendirmek hem de para kazanmak için dünya klasiklerini tercüme etmeyi düşünür ve hazırlıklar başlar. Ancak tercüme işinden sıkılarak saatlerce resim yapımıyla uğraşır. Eve kapanmanın çözüm olamayacağını anlayan Kamil Bey mahalle kahvesine gitmeye başlar.
Kahvehaneler tarih boyunca yalnızca oyun oynanan yerler konumunda olmayıp güncel konuların konuşulduğu, politik dedikoduların yapıldığı toplanma yeriydi. Kamil Bey, mahalle kahvehanesine daha önce gitmediği halde herkes tarafından tanınmaktaydı. Kahvehanede siyasi konuşmalar yapılmakta, Anadolu’daki mevcut durum, İstanbul Hükümetinin ve Sultanın tutumu sürekli konuşulan hususlardı. Bir kısım Hürriyeti-İtilafçı iken bir kısmı Kuvay-ı Milliyeciydi.
Hürriyet-İtilafçılar Anadolu’ ya karşıydılar ve “ Peyam Sabah “ gazetesini okumaktaydılar. Ali Kemal’ in yazdıklarına yüzde yüz inanıyorlardı. Onlara göre Anadolu’daki hareket , İttihatçıların işiydi ve onların iki buçuk zeybekle yedi tüfek karşı koyma macerasıydı.
Cemil Usta ve Anadolu harekatına inananlar ise hiçbir ayrıma gitmeden amaçlarının vatanı kurtarma çabası olduğunu ifade etmekteydiler. Cemil Bey, “Millicilerin” padişaha hilafete karşı olmadığını ve amaçlardan birisinin de padişahı kurtarmak olduğunu belirtmekteydi.
Kamil Bey, bazı şeyleri bu konuşmalardan ve gözlerinden sonra idrak etmeye başlamıştı. Mustafa Kemal’ in ve Ankara’nın Anadolu’daki harekatın lokomotifi olduğuna iyiden iyiye inanıyordu. Kamil Bey, daha önce gerçek olarak inandığı bazı durumların yalan olduğunu şaşırarak izliyordu. Şimdiye kadar polisin, jandarmanın, memurun işgal kuvvetlerine var güçleriyle çalıştıklarına inanıyordu. Oysa yanıldığını şimdi anlıyordu. Kuvay-ı Milliyecilerden birisini tutmaya gelmiş İngiliz polisine yardım eder görünen polis, gece Anadolu’ya geçen kalabalık bir takıma kılavuzluk etmekteydi. Millet göründüğü kadar yılgın değildi.
Kamil Bey, icradaki dosyalarına bakmak ve eğer parası yatırılmışsa onları almak için mahkemeye gider. Gözlemleri; ölüm ilamı gelen bir devletin, adalet sistemindeki keşmekeşliğin devletin ölümüne delalet etmesidir. Bir devletin devrini tamamlamadığı, adaletin bu halinden belliydi.
Mahkeme koridorlarındaki bir kişi Kamil Bey’in geleceğine ayna tutuyor gibiydi. Binbaşı Suat Bey’in, Anadolu’ya silah kaçırmaktan dolayı beş yıla mahkum edilmesi üzerine karısı Fahriye Hanım boşanma davası açılmıştı. Suat Bey; vatanı uğruna, fikirleri uğruna sevdiği kadından ve yavrusundan ayrılmak zorunda kalıyordu.
Kamil Bey ,mahkemeden çıktıktan sonra O’nu arayan ve Galatasaray Sultan işinden arkadaşı Ahmet ile karşılaşır. Ahmet Bey, yardım amacıyla Kamil Bey’e başvurmuştu. Ahmet Bey , İhsan Bey’in başından geçenleri birer birer Kamil Bey’e anlatır.
Romanın kilit adamlarından İhsan Bey’i, Kamil Bey kız ihsan olarak tanınmaktaydı. Ama Ahmet bey anlatılanları kamil Beyde büyük şaşkınlığa neden olmuştu. İhsan Bey, harbe yedek subay olarak katılmış ve beş defa yaralanmıştı. Esir düşen İhsan Bey, esaret döneminden sonra bir dergi çıkarmaya başlamıştı. Daha sonra Kuvay-ı Milliye’ yi desteklediği için mimlenmiş, işgalden sonra Aydos cephaneliği baskınına katıldığı iddiasıyla Harp Divanında yargılanarak on yıl kürek cezasına çarptırılmıştı. Eşi Nedime Hanım tüm olumsuzluklara rağmen dergiyi çıkarmaya devam etmişti.
İhsan Bey, Ahmet Bey aracılığıyla Kamil Bey’den derginin yayınlanması için yardım isteğinde bulunmuştu. Kamil Bey bir çocuk gibi sevinerek yardım isteğini kabul etmiştir. Kamil Bey de artık Kuvvacıların bir neferidir. Kamil Bey dünyayı daha güzel görmeye ve farklı algılamaya başlamıştı.
Kamil Bey, Esir İstanbul’u düşünerek Ahmet Bey ile birlikte İhsan Bey’in ziyaretine gitmişti. Cezaevi kapısı Hürriyetin İlanı’nda tam açılmıştı.Eski arkadaşlar rutin olarak birbirlerinin durumlarını sorduktan sonra asıl konuya geldiler: kadın-erkek, genç-yaşlı demeden işgallere karşı yürütülen büyük direniş. Sultanahmet Meydanında kadınların erkekleri kıskandıran kahramanlık gösterisi, Nedime Hanımın aslan yürekliliği öyle anlatılıyordu ki erkekler erkekliğinden utanıyorlardı. Sultanahmet Mitingi, kadınların efsaneleştiği, devleştiği bir mitingdi. İhsan Bey bu harbin hiçbir harbe benzemediğini sürekli dile getirmekteydi.
Kamil Bey, İhsan Bey ve Ahmet Bey ile vedalaştıktan sonra o günün muhasebesini yapar ve artık içi içine sığmaz. Aylardan beri ilk defa işe yaramazlık duygusundan kurtulmuştu. Kendisini kendisine karşı yücelten onurlu bir görev sahibi olmanın rahatlığını duyuyordu. Bu ziyaretten sonra Kamil Bey, Karadayı Dergisinde çalışmaya başlar. Karadayı, kelime anlamı olarak doğru sözlü, yürekli, şakacı olarak tanınan Anadolu’nun masal kahramanıydı. Artık Kamil Bey de memleketin durumunu kavrayan, toplumsal sorumluluk alabilen, felakete karşı çıkanların yanındaydı. “Elinde iyi-kötü bir savaş silahı olan, SORUMLU İNSAN’ dı.”
Kamil Bey’in Karadayılı günleri başlamıştı. O, kendisine yeni bir oyuncak, yeni bir bisiklet alınmış çocuk gibi sevinçliydi. İçi içine sığmayan Kamil Bey’in bir yandan da içini kemiren düşünceler vardı: Son ne olacaktı.
Köhne bir odada, loş bir ışık altında başlayan yeni yaşamın amacı, köhneliğe son vermek ve ülkeyi aydınlığa kavuşturmaktı. Bu oda yalnızca bir derginin çıkarıldığı yer değil Anadolu’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Anadolu’ya yardım paralarının gönderildiği, Milli Mücadele için insan sevkıyatının yapıldığı yerlerden biriydi. Büroya vatanperverlerin yanında hafiyelerin de sık sık uğradığı Kamil Bey’e arkadaşları tarafından Kamil Bey’e söylenir.
İhsan Bey’in eşi Nedime Hanımla birlikte çalışmaya başlayan Kamil Bey, O’nun hayata karşı duruşundan çok etkilenir. Nedime Hanım, çarşaflı bir bayandır ancak çarşafla ilgili görüşleri büyük bir tezatlık içerir. “On altı yıldır giyerim. Bir türlü alışamadım. Yüz yıl da giysem alışamayacağım… Hele şu savaşlar bitsin… İlk işim kadın çarşaflarıyla boğuşmak olacak…” Nedime Hanım, çarşafı yobazların uydurması olarak nitelendiriyordu. Bu geriliği atmanın sosyal bir zorunluluk olduğuna inanıyordu.
Kamil Bey’in, basın dünyası ve aydınların mantaliteleriyle ilgili analizleri oldukça çarpıcıdır: “Bunlar bilgi bakımından belki ötekilerinden biraz üstündüler fakat yenilgiyi değişmez kader olarak kabul etmiş yılgın bir halleri vardı. Millete güvenmeyi hiçbir zaman denememişlerdi…”
“Çöken imparatorluk aydınlarını da uçuruma sürüklemekteydi. İslamcılığın 350 milyon sayılan kalabalığı, Turancılığın 100 milyonla hesaplanan uçsuz bucaksız stepleri üzerine kurulan hayaller…Dört yıllık kanlı boğuşmadan sonra imparatorluk çökmüştü.”
Tanzimat ve Meşrutiyet ilerici bir hareket olarak kabul edilmesine rağmen hala doğru götürülmediği için başarılı olmadığı Nedime Hanım tarafından ileri sürülüyordu. Milli Mücadele için farklı düşünceye sahipti. Bu sefer mücadeleyi yürütenler Mustafa Kemal’in önderliğindeki Anadolu idi. “Şimdi Anadolu’da ordu yok… İleride ordu kurulursa bu, padişah ordusunun bir parçası değil, milletin kendi ordusu olacak. Bu seferki harekete millet kendi damgasını ister istemez vuracak.”
Nedime Hanım, Kamil Bey’i evinde ziyaret ettiği sırada yapmış olduğu sohbetlerde kadının toplumdaki yerini,toplumdaki tabakalaşmayı kendi bakış açısıyla değerlendirmiştir.Yapmış olduğu değerlendirmeler O’nun çağının çok ilerisinde olduğunu bize gösterir.O’na göre Anadolu’da kadın’ın durumu,Ortaçağın toprağa bağlı köylülerinden daha kötüydü. Kadınlar bir meta olarak satılmakta, aile kurmakta bile fikirleri sorulmamakta, kamusal hayatta kadın hakları olmadığı gibi çalışma istekleri de kabul görmemekteydi. Nedime Hanım, toplumumuzda tabakaların var olduğunu ancak bunların katı-hiyerarşik yapıda olmadığını belirtiyordu.
Karadayı Dergisi bürosu-yazıhanesi küçük fakat misyonu büyük bir dergi pozisyonundaydı. Yazarlar, şairler, çizerler haftada bir iki defa Karadayı’ ya gelirlerdi. Karadayı idarehanesine bunlardan başka sivil elbiseli zabitler, gizli örgütlerde çalışan insanlar da gelirdi. Bunların parolaları, işaretleri vardı. Her şey gizlilik ilkesi çerçevesinde yapılırdı. Genelde dergide çalışanların hepsi mimliydi. Kamil Bey de mimlenenler arasındaydı.
II. BÖLÜM: BULANIK SU
Savaş ve sonrası, çöküntü dönemleri toplumun psikolojisini derinden sarsan ve sosyal davranışların değişmesine neden olan evrelerdir. “Çöküntü devirlerinde iki çeşit insan meydana çıkıyor. Namussuzlarla namuslular… Muharebede düşman karşıdadır ve üniformalıdır. Kaçarsın, kovalarsın… anında ölenler, yaralananlar olur. Ama hep ileriye bakmanın bir rahatlığı vardır. Oysa esir bir şehirde, dost kim, düşman kim bilinmez.” İhsan Bey mevcut durumu bu şekilde değerlendiriyordu.
Bir tarafta yılgınlık ve tükenmişlik diğer tarafta küllerden yeniden doğma çabası. Bir tarafta ihanet diğer tarafta ölesiye bir mücadele. “İhanet, bir kolunu cephede bırakmış, bir savaş kılığına girmişse, bunun bir tek anlamı olur: İnsanlığımıza vurulan bu canlı hakareti temizlemek için kadın, erkek çocuk, biz yılmayanlar daha çok, daha şiddetli, daha geberesiye çalışacağız…”
İhsan Bey bunları anlatırken Niyazi Efendi’nin yaşamış oldukları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti roman kahramanlarımızdan Niyazi Efendi, İzmir’de katip olarak çalışırken 1903’te Jön Türklere dahil olarak Avrupa’ya geçmişti. Meşrutiyetin ilanı için mücadele etmiş, Hareket Ordusuyla İstanbul’a gelerek 31 Mart Ayaklanmasının bastırılmasında bulunmuş, Trablus’ta, Balkanlarda, Dünya Savaşında çarpışmış Yunanlılara ilk kurşunu sıkanlar arasında yer almıştı. Karakol Teşkilatı ve M.M Grubuyla da ilişkisi vardı.
Niyazi Efendinin polis müdüriyetinde, jandarma dairesinde, Merkez Kumandanlığında tanıdıkları vardı. Her hafta Karadayı idarehanesine uğrayarak hem haber getirir hem de haber alırdı. İhsan Bey ve eşi Nedime Hanım, Niyazi Efendiye büyük güven duymaktaydılar.
Anadolu’da ise işler pek yolunda gitmiyordu: Çerkez Ethem’ in ihaneti, Demirci Efe’nin isyanı, Yunanlıların saldırıları ve Eskişehir’in düştüğü fısıltısı kulaktan kulağa yankılanıyordu. Ve birden bire İnönü zaferinin haber alınması idarehanedeki üzüntüyü sevince çevirir. Ancak bu sevinci bazı şairlerin vurdum duymazlığı baltalar. “ Bir millet şairleri tarafından böyle yüz üstü bırakılabilir mi? Hele bu günlerde… Oysa biz bugün şiire ne kadar muhtacız! Kavgasız şiire… Sanat, sanat için demek, sanat kuvvetinin emrinde demektir.” Nedime Hanım şairlere olan sitemini bu şekilde dile getirmiştir.
İstanbul’daki vatanperverler kaderlerine razı olmaktansa kurtuluş için icabında ölmeyi göze alarak tereddüt etmeden tehlikeli işlere aslanlar gibi atılıyorlardı. Ahmet Bey de bu tehlikeli işlere girenlerdendi. O, bin ton cephaneyi Anadolu’ya kaçırmak için elli bin lira bulmaya çalışıyordu. Cephaneyi Anadolu’ ya Ararat gemisi taşıyacaktı
Bu yükleme işinde çalışanların tek amacı vardı:Vatanın kurtuluşuna katkıda bulunmaktı.Anadolu’yu kurtarmak için farklı politik görüşe ve farklı dünya algılamaları olan vatandaşlar bu kimliklerini bir kenara bırakarak el ele vermişlerdi.“Yüzbaşı Bilal,Yüzbaşı Hakkı,Teğmen Abdülvahap, Kayyum Ahmet,Tahsin kaptan,Hemşinli Mehmet,Bolşevik Mustafa,Marangoz Adil Usta hep geldiler“Alıntı yaptığımız bölümde her kesimden,her sınıftan sorumluluk sahibi vatandaşların varlığı gözlenmektedir.
Cephanenin nakli için gerekli olan 50.000 lira “Beş yüz senelik Baş şehirde,Paşası,Tüccarı,Beyi,Ağası,olan şehirde“bulunmuyordu.İşgal makamları da kaçakçıları yakalatanlara ödül vermekteydi.Para bulmak için her yola baş vurulur.Kuvay-ı Milliye adına borç alınması da gündeme gelmiştir.Para ihtiyacını gidermek için yapılan faaliyetlere de zaman zaman Ankara ile İstanbul‘daki M.M. ve Karakol gibi gizli örgütler arasında zaman uyuşmazlık çıkıyordu.Bazı şahısların keyfi hareketleri ve menfi davranışları uyuşmazlığı temel sebebiydi.Geminin sahibi olan La Feransez şirketinin direktörü nakliyat için yardımcı olmayı kabul eder.
Cephanenin naklinde karşılanan sıkıntı “Karadayı” daki tüm çalışanları germiş ve gebe Nedim Hanımın da rahatsızlanmasına neden olmuştu. Kamil Bey,işleri idare edeceğini söyleyerek Nedime Hanımın biraz dinlenmesini istemişti.Nedim Hanım eve dinlenmek amacıyla gitmiş ancak rahat edemeyerek temaslarına ve görüşmelerine devam etmişti.Esir şehirde kısa zamanda ani değişiklikler olmaktaydı. Niyazı Bey,Ahmet Bey in Bekir Ağa Bölüğüne tevkif edildiğini haber vermek için idarehaneye geldiğinde Nedime Hanımı bulamaması O’nu endişelendirir. Ancak Kamil Bey durumu anlatarak Nedime Hanımın adresini vermeden geçiştirmiştir.
Niyazi Efendi, işgalci güçlerin Bursa-Uşak’taki birliklerinin saldırı planlarının ele geçirildiğini ve bunların hemen Ankara’ya ulaştırılması gerektiğini Kamil Beye söylemişti. Bu planlar Nedime Hanım tarafından güvenli bir yere saklanmıştı. Nedime Hanıma haber verilip Karadeniz Postasını yapan Gül Cemal vapuruna teslim edilmesi gerekiyordu. Kamil Bey, Nedime Hanımın Ada’da olduğunu söyleyerek Niyazi Beye yalan beyanda bulunmuştu.
Kamil Bey tüm olanları Nedime Hanıma anlatınca Nedime Hanım tereddüt etmeden planları göndermeyi düşünür ama Kamil Bey buna karşı çıkarak ve onu ikna ederek bu tehlikeli işi kendisi üstlenir. Kuru üzüm sandığına yerleştirilmiş olan planlar Nedime Hanımın dadısının evinden alınarak Gül cemal vapurunun kahvecisi Ramiz Efendiye verilecekti. Ramiz efendi savaşta yedek subay olarak çarpışmış ve dört yerinden yaralanmış bir öğretmendir. Yeri geldiğinde ülkenin geleceği için öğretmen de öğrenci de sorumluluk almaktan çekinmemiştir. Kamil Bey’in Kuvay-ı Milliyeciler ile birlikte hareket etmesi ve gazetede çalışması eşi Nermin Hanımı sinirlendirir. Kamil Bey’in toplumsal sorunlarla ilgili taşımış olduğu sorumluluk kadar Nermin Hanım vurdumduymaz ve ilgisiz bir kişiydi. Nermin Hanım halasının da etkisiyle Kuvay-ı Milliyecilere düşman kesilmişti ve onları maceraperest olarak görmekteydi. Bu düşünce İngiliz işgalci güçlerinin düşünceleriyle paralel bir düşünceydi. Bir yandan elden gitmekte olan vatanı kurtarma düşüncesi varken diğer taraftan her şeye rağmen zengin ve şatafatlı bir yaşam sürme isteği vardı. Ailedeki bu iki düşünce çatışma halindeydi. Kamil Bey Nermin Hanımı bu mantalitede olmasından dolayı kendisini suçladı. Çünkü onu yıllarca kibar serseriler arasında dolaştığına inanıyordu.
Kamil Bey üzüm sandığını Beşiktaş’ta Çerkez Kadından alır. Ancak Tophane rıhtımında Ramiz Efendiye verirken suçüstü yakalanır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: KAMİL BEY
Kamil Bey ilk sorgulamasına zaman kaybedilmeden başlanır. Sorgulama çelişkili bir durumun acı sonuçlarını gözler önüne serer. Bir tarafta tüm varlığıyla kendini Milli Mücadele için adamış kurtuluşa yürekten inanmış fakat paradoks bir durum olarak sanık sandalyesinde oturmuş bir kurtuluş savaşçısı diğer tarafta Anadolu’daki hareketi hayasızca baldırı çıplakların maceraperestliği olarak gören amerikan mandaterliğini İngiliz işgalini içselleştirmiş olan İstanbul Hükümetinin zihniyetini temsil eden sorgu amiri.
Kamil Bey sorgulama sırasında soğukkanlı davranarak Nedim Hanımın hiçbir şeyden haberi olmadığını kendisinin de sandıktaki belgelerden haberi olmadığını sorgu amirini sinirlendirecek bir sakinlikte dile getirir. Sorgulama amiri Kamil Beye kendisini kurtarabilmesi için her şeyi anlatmasını ister. Ancak Kamil Bey inandığı değerlerden hiçbir şekilde ödün vermez. Sorgu amiri tüm olayların baş müsebbibi olarak Avrupa’da eğitim görmüş olan aydınları görmekteydi. Tanzimat’tan sonra Avrupa’ya gönderilmiş öğrenciler Avrupa’nın yaşam tarzından ve düşünce sisteminden etkilenmişlerdir. Daha çok sosyal bilimlerle ilgilenen ve adalet kavramlarından etkilenerek Osmanlı Devletini çöküntüden kurtaracak formülü bu kavramlar üzerinde geliştirilecek bir sistem olduğuna inanıyorlardı. Tüm bu olaylardan dolayı iktidarlar aydınlara mesafeli ve şüpheci bir gözle bakarlardı.
Sorgu amiri Ahmet Bey ile Kamil Beyi yüzleştirir. Ahmet Bey her şeyi anlatmıştır. Ahmet Bey günlerce işkenceden geçirildikten sonra daha fazla dayanamayarak arkadaşlarını ve Nedime Hanımı ele vermişti. Ahmet Bey tüm yaptıklarından dolayı pişmanlık duyuyordu. Kamil Bey keskin bir manevra yaparak Ahmet Beyin Nedime Hanıma aşık olduğunu ve Nedime Hanımın bunu kabul etmemesi üzerine böyle bir ifadeye başvurduğunu ve Ahmet Beyin tüm söylediklerinin yalan olduğunu belirtmiştir. İkinci bir yüzleştirme kahveci Ramiz Efendiyle yapıldı. Ama Ramiz Efendi büyük bir ustalıkla sorgu amirinin tüm sorgularını sorgu amirini kızdıracak cevaplar verir.
Kamil Bey bir malikane gibi olan esir şehir İstanbul ‘un bir odasına kapatılmıştır. Bekir ağa bölüğüne buraya Kuvay-ı Milliyeciler hapsedilmekteydi. Mahpusların büyük bir çoğunluğu Anadolu’ya yardım etmekten tutuklanmıştı ve bunlar harp divanında yargılanmışlardı. Kamil Bey tüm olanları daha etraflı düşünürken bir anda Nedime Hanımı adada olduğunu yalnızca kendisinin ve Niyazi Efendinin bildiğini hatırladı. Fakat sorgulama esnasında Yüzbaşıda bunu sormuştu. Kamil Bey Nedime Hanımı korumak amacıyla ada yalanını uydurmuştu. Yüzbaşının konuyla ilgili sorularını kamil Beyin zihninde Niyazi Beyin tutuklanmış olabileceği şüphesini uyandırdı. Ama herhangi bir yüzleştirme yapılmamıştı. Kamil Beye göre bir çok acıyı yaşamış olan Niyazi Bey her türlü işkenceye dayanıp hiçbir şekilde konuşmaz ve arkadaşlarını ele vermezdi.
Kamil Bey hücresinde bir yandan geçmişin hesabını yaparken bir yandan da gardiyanın söylediklerini düşünüyordu. Gardiyan İttihatçıların meşhur tetikçisi Yakup Cemilin başından geçenleri bir edebiyatçı şair gibi şairane bir üslupla anlatmıştı. Yakup Cemil Babı Ali baskınında yer alarak iktidar değişikliğinde önemli roller üstlenmiş ancak daha sonra Enver Paşa tarafından kurşuna dizilmişti.
Niyazi Beyin ihanet etmiş olabilme olasılığı Kamil Beyi içten içe yiyip bitiriyordu. Bunları düşünürken Ahmet Beyi kendini asarak intihar ettiği haberini alır. Kamil Bey Ahmet Beyin intiharından sonra Niyazi Beyi düşünmeye başladı. Ada yalanı korkunç bir gerçeği ortaya çıkarmaya başlamıştı. Niyazi Beyin ihanet etmiş olma olasılığı.
Mahkumların boş kağıt kalem ve gazete isteğine daima şüphe ile bakılmaktaydı. Kamil Bey bu istekleri gardiyanlar vezninde bile tepkiye neden olmaktaydı bazı gazeteler. Bazı gazeteler yasak olduğu için hapishaneye getirilmezdi. Geçer akçe Ali Kamilin yazıları ve Peyam Sabahtı. İstanbul hükümetinin güdümünde yayın yapan gazeteler Mustafa Kemalin başlatmış olduğu sistematik mücadeleyi baltalamak için “Anadolu’nun hepsini gavur ve Bolşevik olduğunu” sürekli olarak telkin etmişlerdir.
Tüm sorgu aşamalarında sorgu amirleri Kamil Beye paşa oğlu ve bir asilzade olduğunu sık sık dile getirmişlerdi. İstanbul’daki bazı güdümlü aydınlar halkı küçümseyici bir tabir olarak “Avam” olarak nitelendirmekteydiler ve bunlara ayak takımı demekteydiler. Kamil Beye kendi düşünceleri paralelinde hareket etmesi halinde yurt dışında çalışma teklifleri yapılmış ve zenginlik teklif edilmiş. Ancak Kamil Bey bunları reddederek onurlu bir yaşam sürmeyi veya onurlu bir ölümü yeğlemiştir. Tüm baskılara rağmen o Nedime Hanımı korumaya devam etmiştir.
Kamil Bey çaresizlikten çare üretmeye çalışıyordu. Gardiyan Asker İbrahim’in aracılığıyla Ramiz Efendiyle gizli bir görüşme yaptı. Ramiz Bey Niyazi Beyin ihanet etmiş olduğunu ve bu ihanetin bir şekilde Nedime Hanıma ve İhsan Beye ulaştırılmasının zorunluluğundan bahsediyordu. Ama çözüm üretemeden ayrılmak zorunda kalırlar.
Nermin Hanımın ve eniştesinin Kamil Beyi ziyareti ise trajik-dramatik bir durumdur. Kamil Bey tanıdığı sandığı ama gerçekte hiç tanımadığı eşi tüm suçu Kamil Beyin Nedime Hanım ile olan diyaloguna bağlamıştı. Enişte Bey’de tüm suçu Kuvay-ı Milliyeciler de görmekteydi. Enişte Beyin düşünceleri ve inandıkları ihanetin derecesini gösterir. Ona göre “Yakında yunan taarruzu bütün dedikodulara son verecekti.” Enişte Bey gibileri düşman bir ülkenin işgalini kurtuluş olarak kabul etmekteydiler. Nermin Hanımın ve diğerlerinin tüm baskılarına rağmen Kamil Bey nedime Hanımı korumuş ve kollamıştı.
Kamil Bey bütün bu olanlardan sonra bir yandan da pişmanlık duyuyordu. Ama onun pişmanlığı farklıydı. Avrupa’da iken karısının şapkaları, ropları, tuvaletleri, çantaları ve eldivenleriyle nasıl ciddiyetle uğraştığını hatırlayınca utandı. Balkan harbi seferberlik sırasında nelerle uğraşmış bu toprakta bu toprağın üzerindeki insanlarla meğer hiçbir ilgisi yokmuş.
İmkansızlıklardan büyük imkanlar doğarmış. Başka bir ifadeyle “İmkansızlıklarımız bizlere daima büyük imkanlar sunar.” Dört duvar ile hapsedilmiş bir insan bedeni ama onun hayalleri parmaklarından resim kağıtlarına dökülerek özgürleşiyordu. O imkansızlıklar içerisinde yürütülen bir mücadelenin özgürlükle ve kurtuluş ile sonuçlanacağına yürekten inanıyordu. Ve bunu dile getiren bir çok resim yapmıştı.
Uzun bir sorgulama sürecinden sonra beş subaydan oluşan harp divanında mahkeme başlar. Mahkemeler adalet terazisinin kurulduğu yerdir. Bu Kural mahkemelerin her türlü erkten uzak olduğu durumlarda geçerlidir. Tarih boyunca rastlanacağı gibi iktidar sahipleri iktidarlarını güçlendirmek için mahkemeleri bir baskı unsuru olarak kabullenmişlerdir. İstanbul’da kurulan harp divanlarının işlevi ise Anadolu’daki Milli Mücadeleye destek verenleri hapsetmekti. Mahkemelerde suçlu olarak yargılanan Kamil Bey ve Ramiz Efendiydi mahkeme devam ederken Kamil Bey ve Ramiz Bey mahkemenin sonucundan çok Anadolu’daki gelişmeleri merak ediyorlardı. Mahkeme süresi boyunca Ramiz Bey ve Kamil Bey aynı odada mahpus olmuşlardı.
Ramiz Beyin olayları ve olguları ele alırken analitik yaklaşım sergilemesi ve mantıklı çözümlemeler yapması Kamil Beyi derinden etkiler Ramiz Beyin eşi Fatma Hanım ise yüreği çatallı yiğit mi yiğit cesur mu cesur Anadolu kadınıydı. Sultan Ahmet’te erkeklere “ Eğer vatanı kurtaramayacaksanız örtülerimizi siz örtün.” diyerek işgalin kabullenemeyeceğini abidevi bir şekilde dimdik ayakta durarak göstermiştir.
Tartışmalarda Anadolu’daki harekatın başarıya ulaşabilmesi için düzenli orduya olan ihtiyaç sürekli vurgulanıyordu. Düzenli bir orduya ancak bir başka düzenli ordu ekarte edebilirdi. Onlar bunu düşünürken Mustafa Kemal Anadolu’da düzenli orduyu kurmuştu. Anadolu her şeyi seferber etmişti. Bu bir savaştan öte Türk milleti için olmak ya da olmamak mücadelesiydi. Ninelerin dedelerin çocukların her sınıftan her yaştan insanın mücadelesiydi. Ya her şey bitecek ya da her şey yeniden başlayacaktı. Anadolu üzerindeki ölü toprağı silkeleyerek her şeyi korumak için bir panter gibi vuruşmaya başladı. Fatma Hanım İnönü’de Yunanlıların tekrar mağlup edildiği müjdesini Ramiz Bey ve Kamil Beye ulaştırdı. Bir yandan zaferin vermiş olduğu sevinçle her ikisinin içi içine sığmazken bir yandan da bir şey yapamamamın vermiş olduğu eziklik vardı.
Beşinci duruşmaya Kamil Bey ve Ramiz Bey İnönü’den gelen sevindirici haberle çıkarlar.Mahkeme devam ederken Kamil Bey’in aklından tek bir şey geçiyordu. Anadolu’yu tekerlek tekerlek ,adım adım , karış karış gezme isteği Anadolu’dan gelen haberler İstanbul Hükümetinin ve işgalci güçlerin canını sıkıyordu. Harp divanı önünde Kamil Bey devleşirken hakimler, yargıçlar ezilip büzülüyordu.Herkes vatanın selametinden,padişahın,saltanatın kurtarılmasından bahsediyordu. “At izinin it izine karıştığı” bir ortamda İstanbul’daki işgalci güçlerin borazanlığını yapan işgallere karşı gelmemenin tek kurtuluş yolu olduğunu kabul eden soysuzlar diğer tarafta “Ya istiklal ya ölüm” diyen vatanperverler.
Doğada her şey zıttıyla birlikte vardır. Bu zıtlıklar hayatın akış yönünün belirleyici unsurlarıdır.
Karar: Ramiz Efendi beraat Kamil Bey 10 yıl kürek cezası ailesinin padişaha ve devlete olan hizmetlerinden dolayı cezasının 3 yıl indirilerek 7 yıl kürek cezası ile cezalandırılması
İngiliz güdümündeki harp divanında mahkum edilen Kamil Bey vicdan mahkemesinde beraat etmişti.
Kurtuluş Savaşı Zamanı İstanbulSalt bilgiyle yoğrulmuş tarih eğitim ve öğretimi, bireyin tarihe karşı olumsuz tutumlar sergilemesine, tarihten uzak kalmasına ve tarihe yabancılık duymasına neden olabilmektedir. Tüm bu olumsuzlukları minimize etmek için tarihi romanların, tarihsel bilgiler ile birlikte senkronize olarak verilmesi yerinde olur. Tarihi romanlar, tarihe karşı olan ilgisizliği ve ön yargıları en aza indirgeyen, yok edebilen ve tarihi sevdiren yapıtlardır.
Mayası akademik tarihi bilgi olan tarihi romanlar, bireyin okuma hazzını, doygunlaştıracağı gibi bilgisinde ve entelektüel dağarcığında ilerlemeye olanak tanır. Ülkemizde son dönemlerde tarihi roman yazımında büyük ilerlemeler katledilmiş olmasına rağmen bu durum emekleme dönemindeki bir bebeğin çabası kadardır.
Sosyal bilimlerde branşlaşmalar olmasına rağmen branşlar-alanlar arasında keskin bir çizgi yoktur. Branşlar arasında bilgi bazında sürekli bir sirkülasyon vardır.
Tarih ve edebiyatın etkileşimi de bize tarihin içinde edebiyatın, edebiyatın içinde de tarih olduğunun en büyük göstergesidir.
2. GİRİŞ
Kemal TAHİR, Türk Edebiyatında tarihi roman yazımının öncülerindendir. Eserlerindeki tarihsellik, dönemin karakteristik özelliklerini okuyucuya gösterir.
Kemal TAHİR’ in, tarihimizin keskin dönemeçlerinden biri olan Mütareke Dönemini anlattığı “ Esir Şehir ” üçlemesinin ilk kitabı olan “ Esir Şehrin İnsanları” adlı eserinde İstanbul’ daki sivil aydınların durumunu ele alır.
Kemal TAHİR, “ Esir Şehrin İnsanları” adlı eserinde arka plan olarak Osmanlı Devletinin son dönemlerini ve savaşa katılışını, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ nin kurulması için atılmış olan ilk adımları, toplumun yapısını, siyasal ve ekonomik yapıyı, entelektüel hayatı büyük bir ustalıkla dile getirmiştir. Bu eser bir dönemin analizidir.
“ Esir Şehrin İnsanları” üç ana bölümden oluşmaktadır. Esir İstanbul adlı birinci bölüm yedi alt bölümden oluşmaktadır. “ Bulanık Su” adlı ikinci bölüm üç alt bölümden, “ Kamil Bey” adlı üçüncü bölüm ise yedi alt bölümden oluşmaktadır.
Biz burada romanın akışını ve kahramanları başından geçenleri göz önünde bulundurarak; asıl olarak romanı eksen olarak dönemin siyasal, sosyal, ekonomik, toplumsal, hukuki ve entelektüel hayatını tahlil edeceğiz.
I. BÖLÜM: ESİR İSTANBUL
Çanlar 1914’ ü vurduğunda tüm dünyanın çehresini değiştirecek I. Dünya Savaşı patlak vermişti. Tarih, o zamana kadar böyle bir savaşa tanıklık etmemiş, böyle bir savaşı kaydetmemiştir. Savaştan sonra bazı devletler parçalanmış, bazıları ise savaştan galip çıkmalarına rağmen zayıflamışlardı.
Tanzimat döneminde başlayan değişim rüzgarı, Meşrutiyet hareketiyle hız kazanmıştır. II. Meşrutiyet ile birlikte yönetimde asıl söz sahibi olan İttihat ve Terakki Cemiyeti döneminde tarih daha hızlanmıştır.
Osmanlı Devleti son altı yıl içerisinde “ 10 Temmuz”, “ 31 Mart” gibi iç sarsıntılar ile birlikte; “ Trablusgarp’ ta”, “ Balkanlarda” savaşmıştır. Tüm bu gelişmelerden sonra Osmanlı Devleti tarihindeki son raunda çıkmıştır. I. Dünya Savaşının genel görünümüne doğrudan Kemal TAHİR’ in kaleminden bakalım: “ Sarıkamış’ ta Bismillah demeye vakit bulamadan doksan bin kişilik koca bir orduyu kaybeden Osmanlı İmparatorluğu, biraz aşağıda Kuttul – Ammare’ de İngilizleri bozup generaller esir almış, Tih çölünü aşıp Süveyş Kanalına ulaşmışlardı. Üç yıl önce dört küçük Balkan Devletine utanılacak bir kolaylıkla yenilen ordusu aylardır Çanakkale Boğazını “ Yedi Düvelin” en korkunç silahlarına karşı arslanlar gibi savunuyordu.
Ne var ki savaşın gidişatı Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Osmanlı’ nın aleyhinde devam etmiş; Osmanlı Devleti müttefiklerinin savaştan çekilmesinden sonra itilaf devletleriyle Mondros Mütarekesini imzalamıştır.
Eserde ön plan çıkan Kamil Bey, Abdülhamit’ in en zengin vezirlerinden Selim Paşa’ nın tek çocuğuydu. Kamil Bey genç yaşında çok büyük bir mirasın sahibi olmuştu. Kamil Bey, tutumlulukta, eli açıklıkta, ataklıkta, ihtiyatkarlıkta, gururlukta, alçak gönüllülükte doğru olarak algılamış olduğu ölçütlere göre davranan bir yapıya sahiptir. Kamil Bey’ in eşi Neriman Hanım da paşa kızıydı. Babası Taceddin Paşa çok zengin olmasının yanı sıra kumara olan düşkünlüğüyle de tanınmaktaydı. Taceddin Paşa’ nın öldürülmesinden sonra alacaklıların konağa saldırmasından sonra Nermin Hanım fakirliğin ne olduğunu anlamıştı. Onun fakirliği, Kamil Bey gibi bir zengin ile evlenince bitmişti. Ancak çark daha sonra tekrar tersine geri dönmüştür.
Kamil Bey, eşi Nermin ve kızı Ayşe ile birlikte İspanya’ da yaşamaktaydı. Kamil Bey, I. Dünya Savaşının patlak vermesiyle yollar kapanınca İspanya elçiliğinde çalışır. Savaş, Kamil Bey’ in maddi durumunda negatif anlamda değişmelerin yaşanmasına neden olur. Değişik Avrupa ülkelerinde bulunan arkadaşlarından gelen havaleler kesilir. Suriye ve Musul’ daki çiftliklerden artık hayır kalmamıştır. Kamil Bey, kurulu düzenini, rahat ve huzurlu yaşamını bozmamak için bir buçuk yıl boyunca İstanbul’ daki mülklerini ve eşi Nermin’ e almış olduğu elmasları satmıştır.
1919 tarihine gelindiğinde İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilirken, Anadolu’ daki işgallere karşı ilk etapta yerel anlamda direnişler başlamıştı. Kamil Bey, Anadolu’ da bunlar olurken para sıkıntısını gidermek amacıyla Paris ve Londra’ ya geçerek eski arkadaşlarıyla temasa geçer. Ancak artık dünya eski dünya değildir. Her şeyi ve herkesi değişmiş görür. Umutsuz bir şekilde Madrid’ e dönen Kamil Bey, burada da hayatını idame etmeyi başaramayacağını anlayınca her şeyini satarak Anadolu’ nun yollarına düşer.
Kamil Bey’ in günler sürecek deniz yolculuğu esnasında savaşın evrimi konusunda yapmış olduğu diyaloglar ilginçtir. Fransız süvarisiyle yapmış olduğu sohbette Bolşevikliğin ne olduğunu anlamaya çalışmıştır. Fransız süvari, Bolşevikliğin Rusya’ da her şeyi alt üst ettiğini, açlıktan, yoksulluktan, can ve mal güvensizliğinden bahsederken Kamil Bey, “ bizde sosyalistler yoktur” diyerek dönemin siyasal düşünce yapısını kendi bakış açısıyla değerlendirilmiştir. Aslında Kamil Bey, Bolşeviklik ve sosyalistlik hakkında etraflı ve derin bir bilgiye sahip değildi. Madrid’ de iken Madrid elçisi de Bolşeviklik üstünde hiç durmamıştır.
Dış basında Anadolu’ daki Milli Mücadelenin bir Bolşeviklik hareketi olduğu propagandif bir şekilde dile getirilmekteydi. Hatta Mustafa Kemal’ in ve Kuvay-ı Milliyecilerin Bolşevik - Moskof olduğu yabancı ülke kamuoyunda sık sık işlenen konulardandı.
Kamil Bey’ in bir dergide okumuş oldukları onun üzerinde derin izler bırakır. Bu olay 21 yaşında intihar eden Üsteğmen Mehmet Ali’ nin trajedisiydi. Aslında onun şahsında bir milletin trajedisiydi. Mehmet Ali, hayatının son yıllarını cephede geçirmiş, Çanakkale’ de, Kafkasya’ da, Filistin’ de kahramanca çarpışmıştı. O, bir asker olmasının yanı sıra şiire ve edebiyata merakı vardı.
Üsteğmen Mehmet Ali’ nin intihar etmeden önce tutmuş olduğu günlükler, kendisi ve İstanbul için yazmış oldukları, bir dönemin panoramasını gösterir gibidir. Günlüğünde işgalci güçlerin İstanbul’ daki önemli noktaları ele geçirmesi, Haydarpaşa’ dan Eskişehir’ e kadar olan yerlerin İngilizler, İzmir hattının Fransızlar, Konya’ ya kadar olan yerlerin de İtalyanlar tarafından işgal edilmesi, ülkenin can damarlarının koparılmasını hüzünlü bir şekilde dile getirmiştir.
Günlüğün çarpıcı konularından birisi de İstanbul’ daki yangınlardır. Gazete haberlerine göre son on yılda İstanbul’ da yirmi dokuz yangın çıkmış ve bu yangınlarda 50.000 ev yanmıştı. İstanbul’ daki bir yangın bazen günlerce devam etmekteydi. Bunun temel sebebi, evlerin çok yakın aralıklarla inşa edilmesi ve ahşap malzemenin kullanılmasıydı.
Üsteğmen Mehmet Ali’ nin gazetelerden yola çıkarak aktardıklarına göre son zamanlarda polis kendilerini satan 113 kız çocuğunu yangın yerlerinden toplamıştı ve bu kız çocukları yaşları küçük olduğu için vesikasız çalışmaktaydılar. Belli bir yaş dilimine ulaşanlar ise vesikayla çalışmaktaydılar. Hayat kadınlarının yarısından fazlasında cinsel hastalıklar olan bel soğukluğu ve frengiye rastlanılmaktaydı.
Üsteğmen’ in üzerinde durduğu bir başka konu ise cinayet haberlerinin gazetelerde çok sık yer almasıydı. İngilizler, kendi yaşlarının cinayet, gasp, hırsızlık gibi suç teşkil eden unsurları görmezden gelmekteydiler.
Haksızlıkları ve işgalleri kabullenmeyen polislerin Yunanlılar tarafından vahşice katledilmesi İstanbul’ daki keyfi ve vahşi tutumun çarpıcı yansımalarıydı.
Günlükte bir diğer önemli unsur; Turan ülküsüne yürekten olan bağlılıktı. Bazı yazarlar bunu I. Dünya Savaşından önce sıklıkta dile getirmekteydiler.
“Dün gece düşümde bir alay sancağı önde, bando arkada, Orta Asya’ ya doğru gidiyormuşuz …Dağlardan sayısız atlılar akıyor ovaya… Hepsi bizden, hepsi bizim atlılarımız.” Günlükteki bu ifade Turan ülküsünü en iyi ifade eden bölümdür.
Günlükteki olaylar, dönemin sosyo - politik çözümlemesi için kaynak teşkil etmektedir. Bu çözümlemelerden birisi de işçilerin grevidir. İşçilerin grevi, ekonomik hayatın rutin eylemlerinden biri olmuştu. Meşrutiyet ile başlayan grevler, mütareke döneminde de devam etmişti. İşçiler, gündeliklerinden kesinti yapılmamasını, paralı tatil, çalışma saatlerinin azaltılmasını, grevcilerin cezalandırılmaması gibi taleplerde bulunmaktaydılar. Bu taleplerinden bir kısmı kabul edilirken bir kısmı da kabul edilmemiştir.
Esir şehir İstanbul’ da ikilemlere, paradoks durumlara da çok sık rastlanılmaktaydı. İşgale rağmen bazı kesimlerin eğlenceye olan düşkünlüğü, gazetelerdeki eğlence ilanları, cümbüşün, matinelerin devam etmesi çelişik durumun göstergeleriydi.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen dimdik ayakta duran, vatanperverliğinden ve onurundan ödün vermeyenlerin sayısı daha fazlaydı. Direniş için yavaş yavaş örgütlenmeye başlamışlardı. İşgalleri onuruna yediremeyen bazı aydınlar ve subaylar yapılanları daha fazla görmemek için hayatlarına son vermişlerdir. Bunlardan birisi de Üsteğmen Mehmet Ali’ ydi.
Günlüğü kapatıp Kamil Bey’ in vatanını yeniden keşfetme çabasına ve toplumsal yapıya bakalım. Kamil Bey ve ailesi, ekonomik sıkıntıdan dolayı belli bir süre için Nermin Hanım’ ın halasının evine misafir olurlar.
Konakta yapılan sosyete toplantıları, düzenlenen partiler; bu etkinliklere katılan politikacı, hariciyeci, ve elçilik memurlarının vurdum duymazlığı Kamil Bey’ i çileden çıkarır. Bu toplantılarda Batıya olan özentinin yalnızca biçimden ibaret olması ibret vericidir. Öz ve biçim bir nevi yer değiştirmişti. Bu toplantılara yabancı subaylar ve elçiler de katılmaktaydı. Kamil Bey, İngiliz subaylarıyla yaptığı konuşmalarda İngilizlerin “ bizi bizden iyi tanıdığını” şaşırarak ve biraz da utanarak gözlemlemiştir. İngilizler çıkarları doğrultusunda gitmiş olduğu bölgelerde öncelikle antropolojik – sosyolojik ve ekonomik araştırmalarda bulunmakta; toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşmaya çalışmaktaydılar.
İngiliz subay, Kamil Bey ile yaptığı sohbette Osmanlı Devletinin geri kalmasının temel sebebinin Osmanlı’ nın Avrupadaki gibi bir sanayi devrimini gerçekleştirememesine bağlamaktaydı. Dönüşümün lokomotifi olacak bir burjuva sınıfının olmaması, üretim ilişkilerindeki ilkellik, Osmanlı Devletinin çağın şartlarını iyi okumaması, giderilmesi güç sarsıntılara neden olmuştu.
İngiliz Subayı, sohbetinde İngiliz Dostları Derneğinden bahsederek Kamil Bey’i bir girdabın içine çekmeye çalışır. Derneğin kurucusunun bir molla olması, aydınların bir kısmının bu derneğe üye olmaları ve derneğin halk arasında propaganda yaparak 50-60 bin kişiye üye etmesi Kamil Bey’i şaşırtır. Bu derneğin en büyük destekçisi ise Rahip Frew’ dir ve dikkat çekicidir; İngilizler daha çok Kamil Bey gibi ekonomik bakımdan zor durumdaki insanların zafiyetlerinden yararlanmaya çalışıyorlardı. İngiliz subay şirketlerin ve tekellerin hisselerinin İngilizler ve Fransızlar tarafından satın aldığını belirterek Kamil Bey’ e başka bir adla kendisine hisse senedi verebileceklerini ifade etmişti.
İngilizlerin asıl amacı ise subayın da pervasızca söylediği Musul – Kerkük bölgesine hakim olmaktı. Kamil Bey daha önceden satmayı düşündüğü Kerkük’ teki topraklarını hemen satmaktan vazgeçmiştir. Ancak Osmanlının bir çok ileri geleni topraklarını satmıştı. Kamil Bey ayrılarak ayrı bir evde kalmak istiyordu. Asıl sıkıldığı konu ise enişte beylerdeki sosyete toplantıları ve bu toplantılardaki yapmacık tavırlardı. Ancak Kamil Bey’ in ev alacak parası olmadığı gibi ekonomik olarak bir dar boğazın içindeydi. Kendi ayakları üzerinde kalmak için mücadele veren Kamil Bey’ in ev sıkıntısını çözmek için anneannesinden kalma Bağlarbaşı’ ndaki köşkü onarmayı kararlaştırdı.
Köşkü ziyaret ettiğinde harap bir manzara ile karşılaşır. Ancak eski arkadaşı Fuat Bey köşkün bir bölümünün yıkılarak kalan bölümünün onarılabileceğini belirtir. Evin yıkımında Bedros Ağa ile anlaşır. Bedros Ağa ermenidir ve zengin bir Osmanlı vatandaşıdır. Romanda Ermenilerin İstanbul’ daki varlığı işlenen konulardandır.
Fuat Bey Mahir Paşanın oğluydu. Şiire ve edebiyata düşkün bir kişiydi. Eşi ise İtalyan’dı. Fuat Bey’ in hayatı eşinin bir gün haber vermeden altı yaşındaki kızını alıp gitmesiyle yeni bir yola girdi. Maddi dünya ile olan ilişkisini keserek manevi- uhrevi dünyaya çekilip bir kadiri dervişi olur.
Kamil Bey, Fuat Bey’ e neden ve nasıl böyle bir hayatı seçtiğini sorunca Fuat Bey’ in yapmış olduğu açıklama da bir nevi Anadolu’nun dini dokusunu açığa çıkarmaktadır. “ Bizde tarikatlar yüze yakındır. Bunların ayrıca yüzü aşkın şubeleri vardır… Araplar mezhep kurucusudurlar. Biz Türkler tarikat kurucusuyuz. Arap mezhepleri sufiliğe, Türk tarikatları tasavvufa dayanır… türkün bağlanacağı inanç Allah korkusundan değil Allah sevgisinden gelir. Okudukça tasavvufun yalnız Türke mahsus bir yol olduğunu anladım. Türk illerinde doğmuş, Anadolu’ da gelişmiştir.
Türk tasavvufu, Şamanlıkla İslamlığın karışımıdır. Buna biraz da yeni Platonculuk katılmış Roma Anadolu’sundan kalıntı..daha doğrusu Stoisizm… Anadolu’ya, Şeyh Ahmet Yesevi adına halifeleri yayılmıştır. Pir Dede, Akyazılı Baba, Kudümlü Baba Sultan, Sarı Saltık… Bunlar köylü halkı etkileştirmiştirler, Anadolu’nun İslamlaşmasını ve Türkleşmesini sağlamışlar .”Fuat Bey’ in ağzından aktardığımız bu bilgiler, İslam inancının Türkler arasındaki geçirmiş olduğu evrimi gösterir.
O, Lütfi Barkan’ ın “Kolonizatör Türk Dervişleri “ ve A. Yaşar Ocak’ ın Anadolu’daki heterodoks inanışlar üzerinde yapmış olduğu araştırmalarda benzer bulgular ile karşılaşılır.
Kamil Bey, Fuat Bey’ in de yardım etmesiyle köşkü oturabilecek bir duruma getirir. Fazla bir masrafa girmeden, ekonomik durumunu sarsmadan evi dizayn eder.
Kamil Bey, konağın ve bahçenin eksiklerini gidermeye çalışırken 16 Mart 1920 ’de İstanbul’ un İngilizler tarafından işgal edildiği haberini alır. “İşgal altındaki bir şehir tekrar işgal edilmişti. Kamil Bey, birinci işgali görmemişti. İstanbul’ un dıştan gözlenen tepkisizliği Kamil Bey’ in iyiden iyiye düşündürmeye başlamıştı. Görünüşe bakılırsa polisler, jandarmalar, memurlar artık kendi hükümetlerine çalışmadıkları halde eskisi gibi görevlerini yapıyorlardı. Sokaklarda çocuklar bağıra çağıra oynamakta, kadınlar komşularına gitmekte, alış-veriş yapılmakta, düğünler yapılıp mevlitler okutulmaktaydı.
Konağın tamirini yapan Cemil Usta, son umudun Anadolu olduğunu dile getiriyordu. Kamil Bey ise Anadolu hakkında hiçbir şey bilmiyordu. İstanbul’daki ümitsizliği düşünerek; dört bir tarafı işgal edilmiş olan Anadolu nasıl olur da son umut olabilirdi. Mustafa Kemal’ i, Ankara’yı, Kuvay-ı Milliye’ yi daha sık işitir olmuştu.
Ekonomik olarak zor durumda bulunan Kamil Bey, bir yandan fakirliğe alışmaya çalışırken bir yandan da arkadaşlarının bu zor günlerinde neden kendisini arayıp sormadıklarını merak eder. Kayıp olan arkadaşlarını sorduğu zaman karşısındakiler korku ile iki yanlarına bakarak; “Anadolu’ ya geçti galiba “ diye fısıldıyorlardı.
İstanbul’ un, işgali kabulleşmesini kabul etmeyen aydınlar, subaylar, asker, ahalinin bir kısmı Anadolu’ ya geçmeye başlamıştı. Anadolu’ ya geçenlerden birisi de Anadolu’nun ağlayışına dayanamayan Derviş Fuat Bey’dir. Derviş Fuat Bey, artık dervişlik zırhını çıkararak yaralı yüreğini gösterir.
Anadolu’dan iyi haberler gelmiyordu. Cemil Usta, düzce’ de Konya’ da, Yozgat’ ta ayaklanmaların çıktığını; Yunanlıların genel saldırıya geçmiş olduğunu Kamil bey’ e fısıldıyordu.
Sıkıntılarından dolayı eve kapanan Kamil Bey, her zamanı iyi değerlendirmek hem de para kazanmak için dünya klasiklerini tercüme etmeyi düşünür ve hazırlıklar başlar. Ancak tercüme işinden sıkılarak saatlerce resim yapımıyla uğraşır. Eve kapanmanın çözüm olamayacağını anlayan Kamil Bey mahalle kahvesine gitmeye başlar.
Kahvehaneler tarih boyunca yalnızca oyun oynanan yerler konumunda olmayıp güncel konuların konuşulduğu, politik dedikoduların yapıldığı toplanma yeriydi. Kamil Bey, mahalle kahvehanesine daha önce gitmediği halde herkes tarafından tanınmaktaydı. Kahvehanede siyasi konuşmalar yapılmakta, Anadolu’daki mevcut durum, İstanbul Hükümetinin ve Sultanın tutumu sürekli konuşulan hususlardı. Bir kısım Hürriyeti-İtilafçı iken bir kısmı Kuvay-ı Milliyeciydi.
Hürriyet-İtilafçılar Anadolu’ ya karşıydılar ve “ Peyam Sabah “ gazetesini okumaktaydılar. Ali Kemal’ in yazdıklarına yüzde yüz inanıyorlardı. Onlara göre Anadolu’daki hareket , İttihatçıların işiydi ve onların iki buçuk zeybekle yedi tüfek karşı koyma macerasıydı.
Cemil Usta ve Anadolu harekatına inananlar ise hiçbir ayrıma gitmeden amaçlarının vatanı kurtarma çabası olduğunu ifade etmekteydiler. Cemil Bey, “Millicilerin” padişaha hilafete karşı olmadığını ve amaçlardan birisinin de padişahı kurtarmak olduğunu belirtmekteydi.
Kamil Bey, bazı şeyleri bu konuşmalardan ve gözlerinden sonra idrak etmeye başlamıştı. Mustafa Kemal’ in ve Ankara’nın Anadolu’daki harekatın lokomotifi olduğuna iyiden iyiye inanıyordu. Kamil Bey, daha önce gerçek olarak inandığı bazı durumların yalan olduğunu şaşırarak izliyordu. Şimdiye kadar polisin, jandarmanın, memurun işgal kuvvetlerine var güçleriyle çalıştıklarına inanıyordu. Oysa yanıldığını şimdi anlıyordu. Kuvay-ı Milliyecilerden birisini tutmaya gelmiş İngiliz polisine yardım eder görünen polis, gece Anadolu’ya geçen kalabalık bir takıma kılavuzluk etmekteydi. Millet göründüğü kadar yılgın değildi.
Kamil Bey, icradaki dosyalarına bakmak ve eğer parası yatırılmışsa onları almak için mahkemeye gider. Gözlemleri; ölüm ilamı gelen bir devletin, adalet sistemindeki keşmekeşliğin devletin ölümüne delalet etmesidir. Bir devletin devrini tamamlamadığı, adaletin bu halinden belliydi.
Mahkeme koridorlarındaki bir kişi Kamil Bey’in geleceğine ayna tutuyor gibiydi. Binbaşı Suat Bey’in, Anadolu’ya silah kaçırmaktan dolayı beş yıla mahkum edilmesi üzerine karısı Fahriye Hanım boşanma davası açılmıştı. Suat Bey; vatanı uğruna, fikirleri uğruna sevdiği kadından ve yavrusundan ayrılmak zorunda kalıyordu.
Kamil Bey ,mahkemeden çıktıktan sonra O’nu arayan ve Galatasaray Sultan işinden arkadaşı Ahmet ile karşılaşır. Ahmet Bey, yardım amacıyla Kamil Bey’e başvurmuştu. Ahmet Bey , İhsan Bey’in başından geçenleri birer birer Kamil Bey’e anlatır.
Romanın kilit adamlarından İhsan Bey’i, Kamil Bey kız ihsan olarak tanınmaktaydı. Ama Ahmet bey anlatılanları kamil Beyde büyük şaşkınlığa neden olmuştu. İhsan Bey, harbe yedek subay olarak katılmış ve beş defa yaralanmıştı. Esir düşen İhsan Bey, esaret döneminden sonra bir dergi çıkarmaya başlamıştı. Daha sonra Kuvay-ı Milliye’ yi desteklediği için mimlenmiş, işgalden sonra Aydos cephaneliği baskınına katıldığı iddiasıyla Harp Divanında yargılanarak on yıl kürek cezasına çarptırılmıştı. Eşi Nedime Hanım tüm olumsuzluklara rağmen dergiyi çıkarmaya devam etmişti.
İhsan Bey, Ahmet Bey aracılığıyla Kamil Bey’den derginin yayınlanması için yardım isteğinde bulunmuştu. Kamil Bey bir çocuk gibi sevinerek yardım isteğini kabul etmiştir. Kamil Bey de artık Kuvvacıların bir neferidir. Kamil Bey dünyayı daha güzel görmeye ve farklı algılamaya başlamıştı.
Kamil Bey, Esir İstanbul’u düşünerek Ahmet Bey ile birlikte İhsan Bey’in ziyaretine gitmişti. Cezaevi kapısı Hürriyetin İlanı’nda tam açılmıştı.Eski arkadaşlar rutin olarak birbirlerinin durumlarını sorduktan sonra asıl konuya geldiler: kadın-erkek, genç-yaşlı demeden işgallere karşı yürütülen büyük direniş. Sultanahmet Meydanında kadınların erkekleri kıskandıran kahramanlık gösterisi, Nedime Hanımın aslan yürekliliği öyle anlatılıyordu ki erkekler erkekliğinden utanıyorlardı. Sultanahmet Mitingi, kadınların efsaneleştiği, devleştiği bir mitingdi. İhsan Bey bu harbin hiçbir harbe benzemediğini sürekli dile getirmekteydi.
Kamil Bey, İhsan Bey ve Ahmet Bey ile vedalaştıktan sonra o günün muhasebesini yapar ve artık içi içine sığmaz. Aylardan beri ilk defa işe yaramazlık duygusundan kurtulmuştu. Kendisini kendisine karşı yücelten onurlu bir görev sahibi olmanın rahatlığını duyuyordu. Bu ziyaretten sonra Kamil Bey, Karadayı Dergisinde çalışmaya başlar. Karadayı, kelime anlamı olarak doğru sözlü, yürekli, şakacı olarak tanınan Anadolu’nun masal kahramanıydı. Artık Kamil Bey de memleketin durumunu kavrayan, toplumsal sorumluluk alabilen, felakete karşı çıkanların yanındaydı. “Elinde iyi-kötü bir savaş silahı olan, SORUMLU İNSAN’ dı.”
Kamil Bey’in Karadayılı günleri başlamıştı. O, kendisine yeni bir oyuncak, yeni bir bisiklet alınmış çocuk gibi sevinçliydi. İçi içine sığmayan Kamil Bey’in bir yandan da içini kemiren düşünceler vardı: Son ne olacaktı.
Köhne bir odada, loş bir ışık altında başlayan yeni yaşamın amacı, köhneliğe son vermek ve ülkeyi aydınlığa kavuşturmaktı. Bu oda yalnızca bir derginin çıkarıldığı yer değil Anadolu’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Anadolu’ya yardım paralarının gönderildiği, Milli Mücadele için insan sevkıyatının yapıldığı yerlerden biriydi. Büroya vatanperverlerin yanında hafiyelerin de sık sık uğradığı Kamil Bey’e arkadaşları tarafından Kamil Bey’e söylenir.
İhsan Bey’in eşi Nedime Hanımla birlikte çalışmaya başlayan Kamil Bey, O’nun hayata karşı duruşundan çok etkilenir. Nedime Hanım, çarşaflı bir bayandır ancak çarşafla ilgili görüşleri büyük bir tezatlık içerir. “On altı yıldır giyerim. Bir türlü alışamadım. Yüz yıl da giysem alışamayacağım… Hele şu savaşlar bitsin… İlk işim kadın çarşaflarıyla boğuşmak olacak…” Nedime Hanım, çarşafı yobazların uydurması olarak nitelendiriyordu. Bu geriliği atmanın sosyal bir zorunluluk olduğuna inanıyordu.
Kamil Bey’in, basın dünyası ve aydınların mantaliteleriyle ilgili analizleri oldukça çarpıcıdır: “Bunlar bilgi bakımından belki ötekilerinden biraz üstündüler fakat yenilgiyi değişmez kader olarak kabul etmiş yılgın bir halleri vardı. Millete güvenmeyi hiçbir zaman denememişlerdi…”
“Çöken imparatorluk aydınlarını da uçuruma sürüklemekteydi. İslamcılığın 350 milyon sayılan kalabalığı, Turancılığın 100 milyonla hesaplanan uçsuz bucaksız stepleri üzerine kurulan hayaller…Dört yıllık kanlı boğuşmadan sonra imparatorluk çökmüştü.”
Tanzimat ve Meşrutiyet ilerici bir hareket olarak kabul edilmesine rağmen hala doğru götürülmediği için başarılı olmadığı Nedime Hanım tarafından ileri sürülüyordu. Milli Mücadele için farklı düşünceye sahipti. Bu sefer mücadeleyi yürütenler Mustafa Kemal’in önderliğindeki Anadolu idi. “Şimdi Anadolu’da ordu yok… İleride ordu kurulursa bu, padişah ordusunun bir parçası değil, milletin kendi ordusu olacak. Bu seferki harekete millet kendi damgasını ister istemez vuracak.”
Nedime Hanım, Kamil Bey’i evinde ziyaret ettiği sırada yapmış olduğu sohbetlerde kadının toplumdaki yerini,toplumdaki tabakalaşmayı kendi bakış açısıyla değerlendirmiştir.Yapmış olduğu değerlendirmeler O’nun çağının çok ilerisinde olduğunu bize gösterir.O’na göre Anadolu’da kadın’ın durumu,Ortaçağın toprağa bağlı köylülerinden daha kötüydü. Kadınlar bir meta olarak satılmakta, aile kurmakta bile fikirleri sorulmamakta, kamusal hayatta kadın hakları olmadığı gibi çalışma istekleri de kabul görmemekteydi. Nedime Hanım, toplumumuzda tabakaların var olduğunu ancak bunların katı-hiyerarşik yapıda olmadığını belirtiyordu.
Karadayı Dergisi bürosu-yazıhanesi küçük fakat misyonu büyük bir dergi pozisyonundaydı. Yazarlar, şairler, çizerler haftada bir iki defa Karadayı’ ya gelirlerdi. Karadayı idarehanesine bunlardan başka sivil elbiseli zabitler, gizli örgütlerde çalışan insanlar da gelirdi. Bunların parolaları, işaretleri vardı. Her şey gizlilik ilkesi çerçevesinde yapılırdı. Genelde dergide çalışanların hepsi mimliydi. Kamil Bey de mimlenenler arasındaydı.
II. BÖLÜM: BULANIK SU
Savaş ve sonrası, çöküntü dönemleri toplumun psikolojisini derinden sarsan ve sosyal davranışların değişmesine neden olan evrelerdir. “Çöküntü devirlerinde iki çeşit insan meydana çıkıyor. Namussuzlarla namuslular… Muharebede düşman karşıdadır ve üniformalıdır. Kaçarsın, kovalarsın… anında ölenler, yaralananlar olur. Ama hep ileriye bakmanın bir rahatlığı vardır. Oysa esir bir şehirde, dost kim, düşman kim bilinmez.” İhsan Bey mevcut durumu bu şekilde değerlendiriyordu.
Bir tarafta yılgınlık ve tükenmişlik diğer tarafta küllerden yeniden doğma çabası. Bir tarafta ihanet diğer tarafta ölesiye bir mücadele. “İhanet, bir kolunu cephede bırakmış, bir savaş kılığına girmişse, bunun bir tek anlamı olur: İnsanlığımıza vurulan bu canlı hakareti temizlemek için kadın, erkek çocuk, biz yılmayanlar daha çok, daha şiddetli, daha geberesiye çalışacağız…”
İhsan Bey bunları anlatırken Niyazi Efendi’nin yaşamış oldukları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti roman kahramanlarımızdan Niyazi Efendi, İzmir’de katip olarak çalışırken 1903’te Jön Türklere dahil olarak Avrupa’ya geçmişti. Meşrutiyetin ilanı için mücadele etmiş, Hareket Ordusuyla İstanbul’a gelerek 31 Mart Ayaklanmasının bastırılmasında bulunmuş, Trablus’ta, Balkanlarda, Dünya Savaşında çarpışmış Yunanlılara ilk kurşunu sıkanlar arasında yer almıştı. Karakol Teşkilatı ve M.M Grubuyla da ilişkisi vardı.
Niyazi Efendinin polis müdüriyetinde, jandarma dairesinde, Merkez Kumandanlığında tanıdıkları vardı. Her hafta Karadayı idarehanesine uğrayarak hem haber getirir hem de haber alırdı. İhsan Bey ve eşi Nedime Hanım, Niyazi Efendiye büyük güven duymaktaydılar.
Anadolu’da ise işler pek yolunda gitmiyordu: Çerkez Ethem’ in ihaneti, Demirci Efe’nin isyanı, Yunanlıların saldırıları ve Eskişehir’in düştüğü fısıltısı kulaktan kulağa yankılanıyordu. Ve birden bire İnönü zaferinin haber alınması idarehanedeki üzüntüyü sevince çevirir. Ancak bu sevinci bazı şairlerin vurdum duymazlığı baltalar. “ Bir millet şairleri tarafından böyle yüz üstü bırakılabilir mi? Hele bu günlerde… Oysa biz bugün şiire ne kadar muhtacız! Kavgasız şiire… Sanat, sanat için demek, sanat kuvvetinin emrinde demektir.” Nedime Hanım şairlere olan sitemini bu şekilde dile getirmiştir.
İstanbul’daki vatanperverler kaderlerine razı olmaktansa kurtuluş için icabında ölmeyi göze alarak tereddüt etmeden tehlikeli işlere aslanlar gibi atılıyorlardı. Ahmet Bey de bu tehlikeli işlere girenlerdendi. O, bin ton cephaneyi Anadolu’ya kaçırmak için elli bin lira bulmaya çalışıyordu. Cephaneyi Anadolu’ ya Ararat gemisi taşıyacaktı
Bu yükleme işinde çalışanların tek amacı vardı:Vatanın kurtuluşuna katkıda bulunmaktı.Anadolu’yu kurtarmak için farklı politik görüşe ve farklı dünya algılamaları olan vatandaşlar bu kimliklerini bir kenara bırakarak el ele vermişlerdi.“Yüzbaşı Bilal,Yüzbaşı Hakkı,Teğmen Abdülvahap, Kayyum Ahmet,Tahsin kaptan,Hemşinli Mehmet,Bolşevik Mustafa,Marangoz Adil Usta hep geldiler“Alıntı yaptığımız bölümde her kesimden,her sınıftan sorumluluk sahibi vatandaşların varlığı gözlenmektedir.
Cephanenin nakli için gerekli olan 50.000 lira “Beş yüz senelik Baş şehirde,Paşası,Tüccarı,Beyi,Ağası,olan şehirde“bulunmuyordu.İşgal makamları da kaçakçıları yakalatanlara ödül vermekteydi.Para bulmak için her yola baş vurulur.Kuvay-ı Milliye adına borç alınması da gündeme gelmiştir.Para ihtiyacını gidermek için yapılan faaliyetlere de zaman zaman Ankara ile İstanbul‘daki M.M. ve Karakol gibi gizli örgütler arasında zaman uyuşmazlık çıkıyordu.Bazı şahısların keyfi hareketleri ve menfi davranışları uyuşmazlığı temel sebebiydi.Geminin sahibi olan La Feransez şirketinin direktörü nakliyat için yardımcı olmayı kabul eder.
Cephanenin naklinde karşılanan sıkıntı “Karadayı” daki tüm çalışanları germiş ve gebe Nedim Hanımın da rahatsızlanmasına neden olmuştu. Kamil Bey,işleri idare edeceğini söyleyerek Nedime Hanımın biraz dinlenmesini istemişti.Nedim Hanım eve dinlenmek amacıyla gitmiş ancak rahat edemeyerek temaslarına ve görüşmelerine devam etmişti.Esir şehirde kısa zamanda ani değişiklikler olmaktaydı. Niyazı Bey,Ahmet Bey in Bekir Ağa Bölüğüne tevkif edildiğini haber vermek için idarehaneye geldiğinde Nedime Hanımı bulamaması O’nu endişelendirir. Ancak Kamil Bey durumu anlatarak Nedime Hanımın adresini vermeden geçiştirmiştir.
Niyazi Efendi, işgalci güçlerin Bursa-Uşak’taki birliklerinin saldırı planlarının ele geçirildiğini ve bunların hemen Ankara’ya ulaştırılması gerektiğini Kamil Beye söylemişti. Bu planlar Nedime Hanım tarafından güvenli bir yere saklanmıştı. Nedime Hanıma haber verilip Karadeniz Postasını yapan Gül Cemal vapuruna teslim edilmesi gerekiyordu. Kamil Bey, Nedime Hanımın Ada’da olduğunu söyleyerek Niyazi Beye yalan beyanda bulunmuştu.
Kamil Bey tüm olanları Nedime Hanıma anlatınca Nedime Hanım tereddüt etmeden planları göndermeyi düşünür ama Kamil Bey buna karşı çıkarak ve onu ikna ederek bu tehlikeli işi kendisi üstlenir. Kuru üzüm sandığına yerleştirilmiş olan planlar Nedime Hanımın dadısının evinden alınarak Gül cemal vapurunun kahvecisi Ramiz Efendiye verilecekti. Ramiz efendi savaşta yedek subay olarak çarpışmış ve dört yerinden yaralanmış bir öğretmendir. Yeri geldiğinde ülkenin geleceği için öğretmen de öğrenci de sorumluluk almaktan çekinmemiştir. Kamil Bey’in Kuvay-ı Milliyeciler ile birlikte hareket etmesi ve gazetede çalışması eşi Nermin Hanımı sinirlendirir. Kamil Bey’in toplumsal sorunlarla ilgili taşımış olduğu sorumluluk kadar Nermin Hanım vurdumduymaz ve ilgisiz bir kişiydi. Nermin Hanım halasının da etkisiyle Kuvay-ı Milliyecilere düşman kesilmişti ve onları maceraperest olarak görmekteydi. Bu düşünce İngiliz işgalci güçlerinin düşünceleriyle paralel bir düşünceydi. Bir yandan elden gitmekte olan vatanı kurtarma düşüncesi varken diğer taraftan her şeye rağmen zengin ve şatafatlı bir yaşam sürme isteği vardı. Ailedeki bu iki düşünce çatışma halindeydi. Kamil Bey Nermin Hanımı bu mantalitede olmasından dolayı kendisini suçladı. Çünkü onu yıllarca kibar serseriler arasında dolaştığına inanıyordu.
Kamil Bey üzüm sandığını Beşiktaş’ta Çerkez Kadından alır. Ancak Tophane rıhtımında Ramiz Efendiye verirken suçüstü yakalanır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: KAMİL BEY
Kamil Bey ilk sorgulamasına zaman kaybedilmeden başlanır. Sorgulama çelişkili bir durumun acı sonuçlarını gözler önüne serer. Bir tarafta tüm varlığıyla kendini Milli Mücadele için adamış kurtuluşa yürekten inanmış fakat paradoks bir durum olarak sanık sandalyesinde oturmuş bir kurtuluş savaşçısı diğer tarafta Anadolu’daki hareketi hayasızca baldırı çıplakların maceraperestliği olarak gören amerikan mandaterliğini İngiliz işgalini içselleştirmiş olan İstanbul Hükümetinin zihniyetini temsil eden sorgu amiri.
Kamil Bey sorgulama sırasında soğukkanlı davranarak Nedim Hanımın hiçbir şeyden haberi olmadığını kendisinin de sandıktaki belgelerden haberi olmadığını sorgu amirini sinirlendirecek bir sakinlikte dile getirir. Sorgulama amiri Kamil Beye kendisini kurtarabilmesi için her şeyi anlatmasını ister. Ancak Kamil Bey inandığı değerlerden hiçbir şekilde ödün vermez. Sorgu amiri tüm olayların baş müsebbibi olarak Avrupa’da eğitim görmüş olan aydınları görmekteydi. Tanzimat’tan sonra Avrupa’ya gönderilmiş öğrenciler Avrupa’nın yaşam tarzından ve düşünce sisteminden etkilenmişlerdir. Daha çok sosyal bilimlerle ilgilenen ve adalet kavramlarından etkilenerek Osmanlı Devletini çöküntüden kurtaracak formülü bu kavramlar üzerinde geliştirilecek bir sistem olduğuna inanıyorlardı. Tüm bu olaylardan dolayı iktidarlar aydınlara mesafeli ve şüpheci bir gözle bakarlardı.
Sorgu amiri Ahmet Bey ile Kamil Beyi yüzleştirir. Ahmet Bey her şeyi anlatmıştır. Ahmet Bey günlerce işkenceden geçirildikten sonra daha fazla dayanamayarak arkadaşlarını ve Nedime Hanımı ele vermişti. Ahmet Bey tüm yaptıklarından dolayı pişmanlık duyuyordu. Kamil Bey keskin bir manevra yaparak Ahmet Beyin Nedime Hanıma aşık olduğunu ve Nedime Hanımın bunu kabul etmemesi üzerine böyle bir ifadeye başvurduğunu ve Ahmet Beyin tüm söylediklerinin yalan olduğunu belirtmiştir. İkinci bir yüzleştirme kahveci Ramiz Efendiyle yapıldı. Ama Ramiz Efendi büyük bir ustalıkla sorgu amirinin tüm sorgularını sorgu amirini kızdıracak cevaplar verir.
Kamil Bey bir malikane gibi olan esir şehir İstanbul ‘un bir odasına kapatılmıştır. Bekir ağa bölüğüne buraya Kuvay-ı Milliyeciler hapsedilmekteydi. Mahpusların büyük bir çoğunluğu Anadolu’ya yardım etmekten tutuklanmıştı ve bunlar harp divanında yargılanmışlardı. Kamil Bey tüm olanları daha etraflı düşünürken bir anda Nedime Hanımı adada olduğunu yalnızca kendisinin ve Niyazi Efendinin bildiğini hatırladı. Fakat sorgulama esnasında Yüzbaşıda bunu sormuştu. Kamil Bey Nedime Hanımı korumak amacıyla ada yalanını uydurmuştu. Yüzbaşının konuyla ilgili sorularını kamil Beyin zihninde Niyazi Beyin tutuklanmış olabileceği şüphesini uyandırdı. Ama herhangi bir yüzleştirme yapılmamıştı. Kamil Beye göre bir çok acıyı yaşamış olan Niyazi Bey her türlü işkenceye dayanıp hiçbir şekilde konuşmaz ve arkadaşlarını ele vermezdi.
Kamil Bey hücresinde bir yandan geçmişin hesabını yaparken bir yandan da gardiyanın söylediklerini düşünüyordu. Gardiyan İttihatçıların meşhur tetikçisi Yakup Cemilin başından geçenleri bir edebiyatçı şair gibi şairane bir üslupla anlatmıştı. Yakup Cemil Babı Ali baskınında yer alarak iktidar değişikliğinde önemli roller üstlenmiş ancak daha sonra Enver Paşa tarafından kurşuna dizilmişti.
Niyazi Beyin ihanet etmiş olabilme olasılığı Kamil Beyi içten içe yiyip bitiriyordu. Bunları düşünürken Ahmet Beyi kendini asarak intihar ettiği haberini alır. Kamil Bey Ahmet Beyin intiharından sonra Niyazi Beyi düşünmeye başladı. Ada yalanı korkunç bir gerçeği ortaya çıkarmaya başlamıştı. Niyazi Beyin ihanet etmiş olma olasılığı.
Mahkumların boş kağıt kalem ve gazete isteğine daima şüphe ile bakılmaktaydı. Kamil Bey bu istekleri gardiyanlar vezninde bile tepkiye neden olmaktaydı bazı gazeteler. Bazı gazeteler yasak olduğu için hapishaneye getirilmezdi. Geçer akçe Ali Kamilin yazıları ve Peyam Sabahtı. İstanbul hükümetinin güdümünde yayın yapan gazeteler Mustafa Kemalin başlatmış olduğu sistematik mücadeleyi baltalamak için “Anadolu’nun hepsini gavur ve Bolşevik olduğunu” sürekli olarak telkin etmişlerdir.
Tüm sorgu aşamalarında sorgu amirleri Kamil Beye paşa oğlu ve bir asilzade olduğunu sık sık dile getirmişlerdi. İstanbul’daki bazı güdümlü aydınlar halkı küçümseyici bir tabir olarak “Avam” olarak nitelendirmekteydiler ve bunlara ayak takımı demekteydiler. Kamil Beye kendi düşünceleri paralelinde hareket etmesi halinde yurt dışında çalışma teklifleri yapılmış ve zenginlik teklif edilmiş. Ancak Kamil Bey bunları reddederek onurlu bir yaşam sürmeyi veya onurlu bir ölümü yeğlemiştir. Tüm baskılara rağmen o Nedime Hanımı korumaya devam etmiştir.
Kamil Bey çaresizlikten çare üretmeye çalışıyordu. Gardiyan Asker İbrahim’in aracılığıyla Ramiz Efendiyle gizli bir görüşme yaptı. Ramiz Bey Niyazi Beyin ihanet etmiş olduğunu ve bu ihanetin bir şekilde Nedime Hanıma ve İhsan Beye ulaştırılmasının zorunluluğundan bahsediyordu. Ama çözüm üretemeden ayrılmak zorunda kalırlar.
Nermin Hanımın ve eniştesinin Kamil Beyi ziyareti ise trajik-dramatik bir durumdur. Kamil Bey tanıdığı sandığı ama gerçekte hiç tanımadığı eşi tüm suçu Kamil Beyin Nedime Hanım ile olan diyaloguna bağlamıştı. Enişte Bey’de tüm suçu Kuvay-ı Milliyeciler de görmekteydi. Enişte Beyin düşünceleri ve inandıkları ihanetin derecesini gösterir. Ona göre “Yakında yunan taarruzu bütün dedikodulara son verecekti.” Enişte Bey gibileri düşman bir ülkenin işgalini kurtuluş olarak kabul etmekteydiler. Nermin Hanımın ve diğerlerinin tüm baskılarına rağmen Kamil Bey nedime Hanımı korumuş ve kollamıştı.
Kamil Bey bütün bu olanlardan sonra bir yandan da pişmanlık duyuyordu. Ama onun pişmanlığı farklıydı. Avrupa’da iken karısının şapkaları, ropları, tuvaletleri, çantaları ve eldivenleriyle nasıl ciddiyetle uğraştığını hatırlayınca utandı. Balkan harbi seferberlik sırasında nelerle uğraşmış bu toprakta bu toprağın üzerindeki insanlarla meğer hiçbir ilgisi yokmuş.
İmkansızlıklardan büyük imkanlar doğarmış. Başka bir ifadeyle “İmkansızlıklarımız bizlere daima büyük imkanlar sunar.” Dört duvar ile hapsedilmiş bir insan bedeni ama onun hayalleri parmaklarından resim kağıtlarına dökülerek özgürleşiyordu. O imkansızlıklar içerisinde yürütülen bir mücadelenin özgürlükle ve kurtuluş ile sonuçlanacağına yürekten inanıyordu. Ve bunu dile getiren bir çok resim yapmıştı.
Uzun bir sorgulama sürecinden sonra beş subaydan oluşan harp divanında mahkeme başlar. Mahkemeler adalet terazisinin kurulduğu yerdir. Bu Kural mahkemelerin her türlü erkten uzak olduğu durumlarda geçerlidir. Tarih boyunca rastlanacağı gibi iktidar sahipleri iktidarlarını güçlendirmek için mahkemeleri bir baskı unsuru olarak kabullenmişlerdir. İstanbul’da kurulan harp divanlarının işlevi ise Anadolu’daki Milli Mücadeleye destek verenleri hapsetmekti. Mahkemelerde suçlu olarak yargılanan Kamil Bey ve Ramiz Efendiydi mahkeme devam ederken Kamil Bey ve Ramiz Bey mahkemenin sonucundan çok Anadolu’daki gelişmeleri merak ediyorlardı. Mahkeme süresi boyunca Ramiz Bey ve Kamil Bey aynı odada mahpus olmuşlardı.
Ramiz Beyin olayları ve olguları ele alırken analitik yaklaşım sergilemesi ve mantıklı çözümlemeler yapması Kamil Beyi derinden etkiler Ramiz Beyin eşi Fatma Hanım ise yüreği çatallı yiğit mi yiğit cesur mu cesur Anadolu kadınıydı. Sultan Ahmet’te erkeklere “ Eğer vatanı kurtaramayacaksanız örtülerimizi siz örtün.” diyerek işgalin kabullenemeyeceğini abidevi bir şekilde dimdik ayakta durarak göstermiştir.
Tartışmalarda Anadolu’daki harekatın başarıya ulaşabilmesi için düzenli orduya olan ihtiyaç sürekli vurgulanıyordu. Düzenli bir orduya ancak bir başka düzenli ordu ekarte edebilirdi. Onlar bunu düşünürken Mustafa Kemal Anadolu’da düzenli orduyu kurmuştu. Anadolu her şeyi seferber etmişti. Bu bir savaştan öte Türk milleti için olmak ya da olmamak mücadelesiydi. Ninelerin dedelerin çocukların her sınıftan her yaştan insanın mücadelesiydi. Ya her şey bitecek ya da her şey yeniden başlayacaktı. Anadolu üzerindeki ölü toprağı silkeleyerek her şeyi korumak için bir panter gibi vuruşmaya başladı. Fatma Hanım İnönü’de Yunanlıların tekrar mağlup edildiği müjdesini Ramiz Bey ve Kamil Beye ulaştırdı. Bir yandan zaferin vermiş olduğu sevinçle her ikisinin içi içine sığmazken bir yandan da bir şey yapamamamın vermiş olduğu eziklik vardı.
Beşinci duruşmaya Kamil Bey ve Ramiz Bey İnönü’den gelen sevindirici haberle çıkarlar.Mahkeme devam ederken Kamil Bey’in aklından tek bir şey geçiyordu. Anadolu’yu tekerlek tekerlek ,adım adım , karış karış gezme isteği Anadolu’dan gelen haberler İstanbul Hükümetinin ve işgalci güçlerin canını sıkıyordu. Harp divanı önünde Kamil Bey devleşirken hakimler, yargıçlar ezilip büzülüyordu.Herkes vatanın selametinden,padişahın,saltanatın kurtarılmasından bahsediyordu. “At izinin it izine karıştığı” bir ortamda İstanbul’daki işgalci güçlerin borazanlığını yapan işgallere karşı gelmemenin tek kurtuluş yolu olduğunu kabul eden soysuzlar diğer tarafta “Ya istiklal ya ölüm” diyen vatanperverler.
Doğada her şey zıttıyla birlikte vardır. Bu zıtlıklar hayatın akış yönünün belirleyici unsurlarıdır.
Karar: Ramiz Efendi beraat Kamil Bey 10 yıl kürek cezası ailesinin padişaha ve devlete olan hizmetlerinden dolayı cezasının 3 yıl indirilerek 7 yıl kürek cezası ile cezalandırılması
İngiliz güdümündeki harp divanında mahkum edilen Kamil Bey vicdan mahkemesinde beraat etmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder