Tarihin Sonu ve Son İnsan, Francis Fukayama, Simavi Yayıncılık,1993, İstanbul
Sözkonusu kitabın temelleri, yazarın 1989 yılında ‘’The National İnterest ‘’ dergisinde yayınladığı ‘’ Tarihin Sonu mu?’’ başlıklı makalede atılmıştır. Hem Kitap hem de makale yayınlandığı zaman uzunca bir süre uluslar arası arenelarda tartışma konusu olmuştur ve olmaya devam etmektedir. 1992 yılında yayınlanan kitap özellikle Berlin duvarını yıkılması ile birlikte oluşan iyimserlik havasında yazılsa bile aradan geçen zaman zarfı içerisinde işlediği temalar itibarı ile güncelliğini korumaktadır.
Tarihin sonu ve son insan başlığı yazarın kitapta hem tarihi hemde insanı geçmişten günümüze incelediği için verilmiştir. Kitap genel olarak liberal demokrasiyi insanlığın deneme yanılma yöntemi ile ulaştığı en son nokta olarak tanımlarken insanıda tarih içerisinde gerçekleştirdiği kabul görme mücadelesinin sonuna gelmiş olarak tanımlamaktadır. Liberal demokrasi içerisinde insanın artık yapmak zorunda kaldığı bir kabul görme mücadelesine gerek kalmadığı sözkonusu sistemin içinde insanların zaten birbirlerinin haklarına saygı gösterirken kabul görmenin kendiliğinden gerçekleştiği belirtilmektedir.
Yazar kitabı yazarken düşüncelerini diyalektik kavramı ile anılan ünlü Alman felsefeci Hegel’in sistemi ile bütünleştirirken tarihten ve dünyamızdan pek çok örnekler vererek iddalarını desteklemeye çalışmıştır. Yazarın adı ile bütünleşen ‘’ tarihin sonu’’ kavramı ise daha önce Hegel ve Marks tarfından ortaya atılmış bir kavram olarak kitapta karşımıza çıkmaktadır. Tarihin sonu kavramı Hegel için liberal devletken, Marks için aynı kavram Komünist toplum olmuştur. Yazarın tercihi ise daha önce belirttiğimiz gibi Hegel’den yana olmuştur.
Liberal demokrasiyi insanların yada devletlerin tercih etmelerinin temelini iki noktaya bağlayan yazar bu noktaları ekonomik nedenler ve kabul görme mücadelesi olarak açıklamıştır. Ayrıca kitapta insan yalnız ekonomik açıdan değil bir bütün olarak ele alınmış bu yapılırken de Hegel’in Materyalist olmayan tarihi esas alınmıştır.
Kitap beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde evrensel tarih ele alınmış ve yeniden ele alınmasının gerekliliği üzerinde durulmuştur. Özellikle ekonomik sebeblerin Komünist sistemleri nasıl yerle bir ettiği güçlü gibi gözüken devletlerin pek çok zayıflıkları bünyesinde barındırdığı vurgulanmıştır.Otoriter devletlerin terörizmin kökünün kazınması, eski toplumsal düzenin yeniden kurulması, ekonomik kaosa son verilmesi gibi kendi koydukları sınırlı amaçlara ulaştıktan sonra, egemenliklerini sürdürmeyi gerçekleştiremez hale gelmeleri konusu incelenmiştir. Yine totaliter ve komünist sistemlerin tarih içerisinde ortaya koydukları sahte hedeflerin ve ortaya çıkan korku ortamının sayesinde bu ülkelerin nasıl devrilmek zorunda kalmış olduğu sorusuna da cevap verilmiştir. Dünyada hem şimdi hemde gelecekte meşru olabilecek tek politik sistemin liberal demokrasi olacağı konusu defalarca örneklerle açıklanmıştır.
Birinci bölümde ayrıca özgürlük ve eşitlik ideallerinin Fransız ve Amerikan devrimlerinin esinlendirmesinden iki yüz yıl sonra da bu ideallarin yanlızca dayanıklı değil aynı zamanda yeniden yaşam bulabilir olduğu ispatlanmaya çalışılırken liberalizm ile demokrasinin aynı şey olmadığı ama birbirleri ile iç içe olduğu meseleleri incelenmiştir.
İslam düşünce sistemin ise bir istisna olarak kabul eden Fukayama İslam devletlerinin liberal demokrasilerden uzak durmasının sebebini ise bu sistem içinde yaşayan insanların liberal demokrasiyi kendileri için en büyük tehdit olarak kabul etmeleri şeklinde açıklamaya çalışmıştır.
İkinci bölümde ise Hegel ve Marks’ın aynı zaman Kant’ın tarihe bakış açıları üzerine çalışma yapılmış ve insanın gelişimine odaklı Evrensel tarih kavramı açıklanmaya çalışılmış bu yapılırken insan gelişen ve kazanımları olan bir varlık olarak tanımlanmlanmıştır Tarihle ilgili yapılan çalışmada tarih belirli bir yöne sahip mi sorusu cevaplandırılmaya çalışılmış bu sorunun cevabını yazar evet olarak vermiştir ve cevabını destekleyecek örnekler vermiştir.Yine sanayileşmiş bir toplumun modernlik öncesi bir noktaya gidip gitmek istemediği sorusu çerçevesinde kazanılan teknolojik ve ekonomik kazanımlardan hiçbir toplumun vazgeçmeyeceği, tarihin geriye çevrilemiyeceği konusu ele alınmıştır.Teknolojik olarak ortaya atılan kötü ütopyalardan, diğer bir deyişle çevresel felaketlerden yine teknolojik çare ve çözümlerle kurtulabileceği noktası da ayrıca vurgulanmıştır.
İkinci bölümde ayrıca liberal demokrasiyi benimsemeyen kendi içine kapanan toplumların dünyadaki ticaret pastasından pay alamayacağı bu durumun ise ekonomik bir gerilemeye doğru götüreceği konusu tartılışırken örnek olarakta Güney Asya ülkelerinin liberal ekonomik parametreleri uygulayarak ekonomik olarak nasıl gelişmiş olduğu, ekonomik kazanımlarında demokrasiya yol açtığı meselesi ele alınmıştır. Diğer yandan Latin Amerika ülkelerinin içe dönük, kapalı ekonomik sistemleri tercih ederek ekonomik olarak iyi bir seviyeden nasıl kötüye gittikleri açıklanmıştır. Bunun yanında liberal ekonomiyi uygulayan totaliter rejimlerin ekonomik olarak demokratik rejimlerden daha fazla büyüdüğü bunun sebebi olarakta alt yapı yatırımlarının, insana ayrılan paranın totaliter rejim tarfından tasarruf yapılmak maksadıyla kısılması ayrıca ele alınmıştır.İkinci bölümün sonunda demokrasi için demokratik insanların şart olduğu fikri öne sürülmüş ve insanı incelemek için bir kapı açılmıştır.
Üçüncü bölümde yazar Hegel’in ortaya attığı ‘’ kabul görme mücadelesi ‘’ çerçevesinde efendi uşak ilişkisi ele alınmış ve insanlığın gelişiminin uşağın kendisini kabul ettirme mücadelesinde bulunarak gerçekleştirdiği teması üzerinde durulmuştur. Bu konu ile ilgili olarak yazar şu saptamalarda bulunmuştur;
Saygınlık mücadelesinde hayatını ortaya koymaya hazır olmak hegelin tarih görüşünde çok önemli yer tutmaktadır.Çünkü hayatını ortaya koyarak insan, en güçlü ve en önemli iç güdüsüne, hayatını koruma ve sürdürme iç güdüsüne karşı koyabileceğini kanıtlar. Kojeve’in formüle ettiği gibi insandaki insani ihtiyaç, onun hayvani kendisini koruma ihtiyacına karşı zafer kazanmalıdır. Mücadele etmemin nedeni, başka bir insanın benim hayatımı ortaya koyduğumu ve bu nedenle özgür ve gerçek bir insan olduğumu kabul etmesini sağlamak istememdir.
Amerikan demokrasisinin temelinde yatan ve Bağımsızlık Bildirgesi’nde ve Anayasa’da somutlanmış olan ilkeler, Jefferson, Madison, Hamilton ve öteki Amerikan Kurucu Babalar’ın yazılarına geri gider; bunlar ise düşüncelerinin bir çoğunu Thomas Hobbes ve Jhon Locke’un liberal İngiliz geleneğinden türetmiştir.
Hegel insanı, özgül onuru fiziksel ya da doğal belirlenmeden özgür olmasına bağlı olan ahlaki bir etmen olarak görür.Tarihin diyalektik gidişini ilerleten, bu ahlaki boyut ve bunun kabul görmesi uğruna mücadeledir.
Eflatun thymos ya da “kararlılıktan”tan, Machiavelli insanın şöhret arzu etmesinden, Hobbes gurur ya da şöhret tutkusundan, Rousseau amour-propre’dan, Alexander Hamilton ün sevgisinden, James Madison hırstan, Hegel kabul görmeden söz etmiş, Nietzsche ise insanı “kırmızı yanaklı hayvan” olarak nitelendirmiştir.
Thymos kavramı insandaki bir tür doğuştan adalet duygusunu temsil eder ve bu anlamda bencil olmama, idealizm, ahlak, özveri, cesaret namus gibi erdemlerin psikolojik mekanıdır. Thymos bize değerlendirme ve değer biçme sürecinde güçlü bir duygusal dayanak sağlar ve insanlara doğru ya da haklıya ilişkin inançları uğruna en güçlü içgüdüleri aşma olanğı verir.İnsanlar kendilerine bir değer biçerler ve özellikle kendileri söz konusu olduğunda öfke duyarlar. Ama başka insanlara da bir değer biçme ve başkaları söz konusu olduğunda da öfke duyma yeteneğine sahiptirler. Bu özellikle birey kendisine haksız davranıldığını düşünen bir grubun üyesi ise geçerlidir; örneğin, kadınlar söz konusu olduğunda bir feminist yada kendi etnik grubu söz konusu olduğunda bir milliyetçi bundan etkilenir. Kendi adına duyulan kızgınlık bu durmda bütün sınıfa yayılır ve dayanışma duyguları doğurur.Kendinin ait olmadığı sınıflarlarla ilgili öfkenin örnekleride vardır. Amerikan iç savaşı öncesinden köleliğin beyaz karşıtlarının haklı öfkesi yada Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığına karşı dünya çapında duyulan öfke Thymos’un çeşitli ifade biçimleridir. Bu örneklerde öfkeye yol açan, ırkçılığın kurbanlarına, öfkelene kişinin görüşü açısından insan olarak gerçekte hak ettikleri değere uygun bir şekilde davranılmamasıdır.
Günümüz Amerikan politikasında da kabul görme arzusunun hala etkili olduğunu gösteren birçok örnek bulunabilir. Örneğin pratikte hiçbir ekonomik öneme sahip olmamasına rağmen, kürtaj son kuşaktan bu yana son derece hassas bir sosyo-politik bir konu olmuştur. Kürtaj tartışmasında söz konusu olan ilk bakışta doğmamış bebeklerin haklarıyla kadınların hakları arasındaki bir tartışmadır. Gerçekte ise geleneksel ailenin görece onuru ve kadının buradaki rolü, karşı yanda ise meslek sahibi, kendine yeterli kadın onuru vardır. kavgada taraflar birbirlerine olan öfkelerini dile getirmektedirler.Ama öfkelerinin kendileriyle de bir ilgisi vardır.bu tip çatışmaları çeşitlendirmek mümkündür. O nedenle sivil hak ve özgürlüklere ilişkin bütün mücadeleler, ekonomik yanları olsada, temelde adalet ve insanlık onuru konusundaki farklı yaklaşımları kabul görmesi üzerine thymotik çatışmalardan başka bir şey değildir.
Thymotik öfkenin ve kabul görme arzusunun komünizmin ekonomik krizine eşlik eden etkisini kavrayamazsak, devrimci olguyu bütün boyutları ile anlayamayız. İnsanları canlarını ve mallarını tehlikeye atarak hükümetleri düşürmeye iten şeyin, daha sonra tarihçiler tarafından temel nedenler olarak tarif edilen büyük olaylardan çok, oldukça küçük ve görünüşte raslantısal gelişmeler olması devrimni gelişmelerin ilginç bir karakteristiğidir. Örneğin Çekoslavakya’da Sivil Toplum, Jakes başkanlığınsdaki komünüst hükğmetin daha önce liberalleşme sözü vermiş olmasına rağmen , Caclav Havel’i tutklatmasının getirdiği öfkeden doğdu. Kasım 1989’da bir öğrencinin güvenlik polisi tarafından öldürüldüğü söylentisi üzerine büyük insan yığınları Prag sokaklarını doldurdu. Daha sonra bu söylent,leirin doğru olamdığı ortaya çıktı. Diğer bir örnek Romanyadaki Çavuşesku rejimi aralık 1989 da çöktü . Rejimin yıkılmasına yol açan olaylar zinciri, Macar azınlığın hakları için mücadele eden TOKEŞ adlı bir rahibib tutuklanması üzerine Timisoara kentindeki protestolarla başlamıştı. Çoğu kez politik ve ekonomik yapılarda köklü dönüşümlere yol açan kapsamlı büyük olaylar, böylesi küçük cesur davranışlar olmaksızın hiçbir şekilde gerçekleşmezdi.
İnsanın, kendisini ve başkasını sürekli değerlendiren ahlaki bir yanını sürekli olması, ahlakın özsel içeriği konusunda görüş birliği olduğu manansa gelmez. thymotik ahlaki benzerlikler dünyasında sayısız önemli ve önemsiz sorun üzerine sürekli takışma ve tartışmalar gündemdedir. O nedenle thymo, en alçak gönüllü ifadelerinde bile, her türlü insan çatışmasının kaynağını oluşturur.
Tarihin sonunda ortaya çıkan homojen devlet, iki sütün üzerinde, ekonomi ve kabul görme üzerinde yükselir. Bu sonuca yol açan insanlık tarihi süreci, itici gücünü eşit oranda, hem modern doğa bilimlerinin ilerleyen gelişmesinde, hem de kabul görme mücadelesinde bulmuştur. Bu sütunlar sanayileşme ile liberal demokrasinin niçin bu kadar sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ekonomik gelişme efendilik kavrayışını uşağın bilincine çıkarır. Uşak teknoloji sayesinde doğaya ve iş disiplini ve eğitim sayesinde kendisine hükmedebileceğini keşfeder. Bir toplumun eğitim düzeyi yükseldikçe, uşaklar kendilerinin köle olduğunu ve efendi olmayı yeğlemek gerektiğini giderek daha açık olarak görür ve öteki uşakların kendi bağımlılık durumlarına ilişkin görüşlerine daha açık hale gelirler. Gerek hristiyanlık gerkse komunizm her ikiside hakikatın belli parçalarını içeren uşak projeleriydi.
Dördüncü bölümde yazar rasyonel kabul görmenin en güzel biçimi olarak tanımladığı liberal demokrasiyi devlet düzeyinde incelemiş ve gerçeklik kavramını örneklerle açıklamıştır. Dünyada tüm ülkelerin liberal demokrasiye neden geçemediklerini dört alt başlık altında irdelemiştir.
Tarihin sonunda artık liberal demokrasinin ciddi rakiplari kalmamıştır. Geçmişte birçok insan; monarşi, aristokrasi, teokrasi, faşizm, komunizm, totalitarizim yada kendisinin inandığı şu yada bu ideolojiden daha aşağı olduğunu düşündükleri için liberal demokrasiyi reddediyorlardı. ama buğün en azından İslam dünyası dışında, liberal demokrasinin en mantıklı biçimi olan , yani rasyonel arzunun ya da rasyonel kabul görmenin en iyi gerçekleştiği devlet biçimi olduğu konusunda genel bir mutabakat vardır. Bu mutabakata rağmen neden tüm ülkeler demokratik değildir. Bunun cevabını 4 başlık altında incelemek mümkündür;
1- Bir ülkenin ulusal etnik ve ırksal bilincinin çapı ve karakteriyle ilgilidir. Çeşitli nufus guruplarının milliyetçilik yada etnik aidiyetinin, kendilerini aynı ulusun üyesi olarak hissetmeyecek ve öteki grubun haklarına saygı göstermeyecek kadakr güçlü gelişmiş olduğu bir ülkede demokratik bir sistem pek kurulamayacaktır. Örneğin eski SSCB gibi.
2- İkinci etken dinle ilgilidir. Din kendi başına özgür toplumlar yaratmış değildir; liberalişzmin ortaya çıkması için amaçlarını dünyevileştirerek hristiyanlığın bir bakıma kendi kendini ortadan kaldırması ile gerçekleşmiştir. Bu Protestanlığın ortaya çıkması ile yapılabilmiştir. Ama Ortodoks ve fundamentalist İslam insan yaşamının bütün alanlarını, özel, kamusal ve bütün politik yaşamı düzenlemek isteyen totaliter dinlerdir. Liberal demokrasinin çağdaş İslam dünyasındaki tek uygulama örneği 20 ‘nci yy ın başlarında islami mirası dünyevi toplum yararına reddetmiş olan ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetidir.
3- Üçüncü engel büyük çaplı sosyal eşitsizlikler ve insanların devlet karşısındaki buradan kaynaklanan tutumlarıdır. Zorba ve tembel efendilerin karşısında, özgürlüğüne ilişkin hemen hemen hiçbir tasarımı olmayan korkulu ve bağımlı bir köleler sınıfı duruyordu. Bu efendiler ve uşaklar varlıklarını bazı ülkelerde daha saf ve köklü olarak sürdürdüklerinden dolayı Brezilya ,Peru gibi teke tek sınıfların düşmanca karşı karıya duruduğu ve her sınıfın yalnızca kendi esenliğini düşündüğü belirgin hiyerarşik toplumsal yapıları miras almıştır.
4- Son kültürel etken olarak; bir halkın bağımsız olarak sağlıklı sivil toplum; devlete dayanmadan Tocqueville ‘in birleşme sanatını icra edebileceği bir alan yaratma yeteneği ile ilgilidir. Eğer insanlar şehirlerinde, kasabalarında, meslek örgütlerinde ya da üniversitelerinde kendi kendilerini yönetebiliyorsa ,bunu ulusal düzeyde de başarmaları çok büyük olasılıktır.
Belirgin bir çalışma ahlakına sahip insan (Japonlar) yada bir halkı yalnızca geleneksel liberal ekonomi kuramının katı yaratıcı kavramlarıyla betimlemek gerçekte çok zordur. Özdeğer duyguları, ne kadar sıkı çalıştıklarına, ve başka insanların gözünde sahip oldukları saygınlığa bağlıdır. Hatta maddi durumlarından bile, bununla bir şeye başlayacaklarına inandıkları için değil, bu kendilerine saygınlık sağladığı için hoşnutturlar. Çünkü mal ve mülklerinin tadına varacak zamanları yoktur, yani çalışma, bu kişilerde arzudan çok thymos’un tatminine hizmet eder.
Gerçekliğin asıl babası Machivellidir. Bu düşünür insanını, filozofların nasıl yaşaması gerektiğine ilişkin tasarımlarına değil, gerçekte nasıl yaşadığına bakması gerektiğini söylemiştir.
Bütün politik gerçeklik kuramları, güvensizliğin uluslar arası sistemin evrensel ve ebedi bir özelliği olduğu varsayımından yola çıkar.
Bütün devletler güç peşinde koşuyorsa o zaman bir savaş olasılığı tek tek devletlerin saldırgan davranışlarından çok devletler sisteminde bir güç dengesi olup olmadığına bağlıdır.
Gerçekli kuramından bir dizi politika kuralı türemiştir.
İlk kural: uluslararası güvenlik sorunu ancak potansiyel düşmanlar arasında bir güç dengesi varsa çözümlenebilir.
İkinci kural: dostları ve düşmanları ideoloji ya da iç politik rejimlerinden çok güçlerine göre seçmek gerektiğini söyler.
Üçüncü kural bir devlet adamının tehdit değerlendirmesi yaparken niyetlerden çok askeri potansiyele bakması gerektiğini söyler. niyet ne olursa olsun niyetler bir gecede değişebilir ama top tank sayısı bir gecede değişmez.
Bu bölümden çıkarılacak en önemli nokta dış politikada ahlakçılığa kesinlikle yer olmadığıdır. Gerçeklik faktörü ikinci dünya savaşı sonrası yukarıdacsayılı sebeplerden dolayı rusyanın karşısına NATO’ nun kurulması ihtiyacını gündeme getirmiştir.
Gerçeklik kuramına göre uluslar arası devletler sisteminde tehdit saldırı ve savaş her zaman mümkündür. bu bi conditio humana insanlık durumudur; kökleri insanın değişmez doğasındadır. ve bu nedenle değişik insan toplumu biçim ve tiplerinin ortaya çıkması ile değişecek değildir.
Beşinci bölümde yazar geçmişten günümüze kabul görme mücadelesi içerisinde bulunan ve bu mücadelenin sonuna gelmiş olan son insanın özellikleri tasvir edilmiştir.Yazara göre liberal demokrasi yalnızca arzu ve akıldan oluşan, tymos yoksunu belkemiksiz insanlar yaratmaktadır.
İçinde insanların (sınıfların) kabul görme uğruna birbirleriyle ve emeklerliyle doğaya karşı mücadele ettiği gerçek anlamda tarih, Marx’a göre “zorunluluk alemi”dir.; bunun ötesinde, (birbirlerini önkoşulsuz kabul eden) insanların karşılıklı mücadele etmediği ve mümkün olduğu kadar az çalıştığı “özgürlük elemi “başlar. Alexandre Kojeve, Hegel Okumasına Giriş
Hegel’e göre evrensel ,homojen devlet uşakları kendilerinin efendisi yaparak, efendi –uşak ilişkisindeki bütün çelişkileri ortadan kaldırır. Efendi artık, yalnızca tam bir insan sayılmayan yaratıklar tarafından kabul görmekten kurtulur. ve uşaklarda insan olarak kabul görmeye başlar. her birey özgür ve kendi değerlerinin bilincinde olarak , bütün öteki bireyleri, tam da bu özellikleri nedeniyle kabul eder. Efendi uşak arasındaki karşıtlık ortadan kalktıktan sonra, her iki taraftan da geriye kalanlar, efendinin özgürlüğü ile uşağın çalışması oldu.
Doğu Avrupa, Çin ve Sovyetler Birliğindeki insanların yaptığı gibi, hakları olmayan insanların hakları uğruna mücadele ettiği kesinlikle doğrudur.
Tarihin sonundaki son insan bir dava uğruna hayatını tehlikeye atmayacak kadar akıllı. Tarihin, insanların Hristiyan ya da Müslüman, Protestan ya da Katolik, Alman ya da Fransız; hangisi olacakları uğruna mücadele edip durduğu anlamsız kavgalarla dolu olduğunu biliyor. Tarih, insanları kahramanca eylemlere ve büyük özverilere esinlendirmiş sadakat ödevlerinin, şarlatanca ön yargılardan başka bir şey olmadığını göstermiş oluyor. Modern, aydın insanlara, evlerinde oturup ne kadar hoşgörülü ve duru oldukları için birbirlerini kutlamak yetiyor.
İnsanın tarihin sonunda kaybolması o nedenle kozmik bir felaket değildir: Doğal dünya ezelden beri varolmaya devam eder ve o nedenle bu biyolojik bir felaket de değildir: insan hayvan olarak doğayla ya da varlıkla uyum içinde yaşamaya devam eder. Yok olan, gerçek anlamda insan yani varolanı reddeden eylem ile yanılgı ya da, genel olarak nesnenin karşısında yer alan öznedir.
Tarihin sonu, savaşların ve kanlı eylemlerin sonu olacaktır. İnsanlar amaçları konusunda görüş birliği içinde olacakları için mücadele etmek için bir neden kalmayacaktır.
Romanya’da Çavuşesku’nun Securitate’sine karşı mücadele eden devrimciler Tienanmen Meydanı’nda tankların önüne dikilen kahraman öğrenciler ve ulusal bağımsızlıkları için Moskova’yla kapışan Litvanyalılar en özgür dolayısıyla en insan yaratıklardı. Onlar eski uşaklardı.
Tarih sonrası Avrupanın büyük bölümünde dünya şampiyonları milliyetçi arzular için önemli bir sibop olarak askeri rekabetin yerine geçmiştir.Kojeve bir keresinde bu kez çok uluslu futbol takımı olarak Roma İmparatorluğunu yeniden kurmak istediğini söylemişti. Mücadelenin savaş gibi geleneksel biçimlerinin mümkün olmadığı ve genel maddi refahın ekonomik mücadeleyi gereksiz kıldığı yerde thymotik insanlar kendilerine kabul görme sağlayan (dağcılık, uçuculuk, paraşütçülük, maraton vb gibi son derece riskli boş zaman etkinlikleri) başka içeriksiz etkinlikler aramaktadır.
Günümüzde yurttaşlık hakları en iyi şekilde “aracı kurumlar” olarak adlandırılan siyasi partiler, özel girişimler, sendikalar, dernekler, meslek birlikleri, okul aile birlikleri vb ile kullanılmaktadır.
Günümüz Amerikan ailesinde görülen yüksek boşanma oranları ve anne babanın otorite kaybı gibi birçok sorun aile üyelerinin son derece liberal bir anlayışa sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda ailenin yükü sözleşmenin taraflarından birisi için beklenenden fazla olduğunda bu üye sözleşme koşullarını değiştirmektedir.
En büyük birleşme olan devlette de liberal ilkeler bir ülke için yaşamsal önem taşıyan yüksek yurtseverlik biçimlerini tahrip edebilir. Aydınlamış öz koruma ilkesine dayalı bir devlet için hiç kimsenin ölmek istememesi liberal kuramın bilinen bir zayıflığıdır.
Liberal demokrasiler kendi kendilerini taşıyamazlar.Bağımlı oldukları topluluk yaşamı liberalizimden farklı bir kaynağa sahip olmak zorundadır.
Hegel’e göre hakiki yurttaşın ayırtedici özelliği ülkesi için ölebilmektir. O nedenle tarihin sonunda devlet askerlik görevini kaldıramaz ve savaş yapmaya devam etmelidir.İnsanın efendisi olarak ölüm korkusu eşi bulunmaz bir kuvvettir. Ölüm korkusu insanı bencillikten kurtarabilir ve ona yalıtlanmış bir atom olmadığını, ortak ideallere dayalı bir topluma ait olduğunu hatırlatır.
Liberal demokrasi içinde hiçbir hükümet biçimi hiçbir sosyo-ekonomik sistem bütün yerlerdeki bütün insanları hoşnut edemez. Bunun nedeni demokratik devrimin henüz tamamlanmamış olması ve bütün insanların henüz özgürlük ve eşitliğe kavuşmamış olması değildir. Tam tersine hoşnutsuzluk tam da demokrasinin kesin zafer kazandığı yerde ortaya çıkmaktadır. Hoşnutsuzluk, Özgürlük ve eşitsizlik yüzünden çıkmaktadır. Ve hoşnutsuz olanlar her zaman tarihi yeniden başlatma isteğini duyacaklardır.
Uluslararası ilişkiler ve liberal demokrasiler.
Sözkonusu kitabın temelleri, yazarın 1989 yılında ‘’The National İnterest ‘’ dergisinde yayınladığı ‘’ Tarihin Sonu mu?’’ başlıklı makalede atılmıştır. Hem Kitap hem de makale yayınlandığı zaman uzunca bir süre uluslar arası arenelarda tartışma konusu olmuştur ve olmaya devam etmektedir. 1992 yılında yayınlanan kitap özellikle Berlin duvarını yıkılması ile birlikte oluşan iyimserlik havasında yazılsa bile aradan geçen zaman zarfı içerisinde işlediği temalar itibarı ile güncelliğini korumaktadır.
Tarihin sonu ve son insan başlığı yazarın kitapta hem tarihi hemde insanı geçmişten günümüze incelediği için verilmiştir. Kitap genel olarak liberal demokrasiyi insanlığın deneme yanılma yöntemi ile ulaştığı en son nokta olarak tanımlarken insanıda tarih içerisinde gerçekleştirdiği kabul görme mücadelesinin sonuna gelmiş olarak tanımlamaktadır. Liberal demokrasi içerisinde insanın artık yapmak zorunda kaldığı bir kabul görme mücadelesine gerek kalmadığı sözkonusu sistemin içinde insanların zaten birbirlerinin haklarına saygı gösterirken kabul görmenin kendiliğinden gerçekleştiği belirtilmektedir.
Yazar kitabı yazarken düşüncelerini diyalektik kavramı ile anılan ünlü Alman felsefeci Hegel’in sistemi ile bütünleştirirken tarihten ve dünyamızdan pek çok örnekler vererek iddalarını desteklemeye çalışmıştır. Yazarın adı ile bütünleşen ‘’ tarihin sonu’’ kavramı ise daha önce Hegel ve Marks tarfından ortaya atılmış bir kavram olarak kitapta karşımıza çıkmaktadır. Tarihin sonu kavramı Hegel için liberal devletken, Marks için aynı kavram Komünist toplum olmuştur. Yazarın tercihi ise daha önce belirttiğimiz gibi Hegel’den yana olmuştur.
Liberal demokrasiyi insanların yada devletlerin tercih etmelerinin temelini iki noktaya bağlayan yazar bu noktaları ekonomik nedenler ve kabul görme mücadelesi olarak açıklamıştır. Ayrıca kitapta insan yalnız ekonomik açıdan değil bir bütün olarak ele alınmış bu yapılırken de Hegel’in Materyalist olmayan tarihi esas alınmıştır.
Kitap beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde evrensel tarih ele alınmış ve yeniden ele alınmasının gerekliliği üzerinde durulmuştur. Özellikle ekonomik sebeblerin Komünist sistemleri nasıl yerle bir ettiği güçlü gibi gözüken devletlerin pek çok zayıflıkları bünyesinde barındırdığı vurgulanmıştır.Otoriter devletlerin terörizmin kökünün kazınması, eski toplumsal düzenin yeniden kurulması, ekonomik kaosa son verilmesi gibi kendi koydukları sınırlı amaçlara ulaştıktan sonra, egemenliklerini sürdürmeyi gerçekleştiremez hale gelmeleri konusu incelenmiştir. Yine totaliter ve komünist sistemlerin tarih içerisinde ortaya koydukları sahte hedeflerin ve ortaya çıkan korku ortamının sayesinde bu ülkelerin nasıl devrilmek zorunda kalmış olduğu sorusuna da cevap verilmiştir. Dünyada hem şimdi hemde gelecekte meşru olabilecek tek politik sistemin liberal demokrasi olacağı konusu defalarca örneklerle açıklanmıştır.
Birinci bölümde ayrıca özgürlük ve eşitlik ideallerinin Fransız ve Amerikan devrimlerinin esinlendirmesinden iki yüz yıl sonra da bu ideallarin yanlızca dayanıklı değil aynı zamanda yeniden yaşam bulabilir olduğu ispatlanmaya çalışılırken liberalizm ile demokrasinin aynı şey olmadığı ama birbirleri ile iç içe olduğu meseleleri incelenmiştir.
İslam düşünce sistemin ise bir istisna olarak kabul eden Fukayama İslam devletlerinin liberal demokrasilerden uzak durmasının sebebini ise bu sistem içinde yaşayan insanların liberal demokrasiyi kendileri için en büyük tehdit olarak kabul etmeleri şeklinde açıklamaya çalışmıştır.
İkinci bölümde ise Hegel ve Marks’ın aynı zaman Kant’ın tarihe bakış açıları üzerine çalışma yapılmış ve insanın gelişimine odaklı Evrensel tarih kavramı açıklanmaya çalışılmış bu yapılırken insan gelişen ve kazanımları olan bir varlık olarak tanımlanmlanmıştır Tarihle ilgili yapılan çalışmada tarih belirli bir yöne sahip mi sorusu cevaplandırılmaya çalışılmış bu sorunun cevabını yazar evet olarak vermiştir ve cevabını destekleyecek örnekler vermiştir.Yine sanayileşmiş bir toplumun modernlik öncesi bir noktaya gidip gitmek istemediği sorusu çerçevesinde kazanılan teknolojik ve ekonomik kazanımlardan hiçbir toplumun vazgeçmeyeceği, tarihin geriye çevrilemiyeceği konusu ele alınmıştır.Teknolojik olarak ortaya atılan kötü ütopyalardan, diğer bir deyişle çevresel felaketlerden yine teknolojik çare ve çözümlerle kurtulabileceği noktası da ayrıca vurgulanmıştır.
İkinci bölümde ayrıca liberal demokrasiyi benimsemeyen kendi içine kapanan toplumların dünyadaki ticaret pastasından pay alamayacağı bu durumun ise ekonomik bir gerilemeye doğru götüreceği konusu tartılışırken örnek olarakta Güney Asya ülkelerinin liberal ekonomik parametreleri uygulayarak ekonomik olarak nasıl gelişmiş olduğu, ekonomik kazanımlarında demokrasiya yol açtığı meselesi ele alınmıştır. Diğer yandan Latin Amerika ülkelerinin içe dönük, kapalı ekonomik sistemleri tercih ederek ekonomik olarak iyi bir seviyeden nasıl kötüye gittikleri açıklanmıştır. Bunun yanında liberal ekonomiyi uygulayan totaliter rejimlerin ekonomik olarak demokratik rejimlerden daha fazla büyüdüğü bunun sebebi olarakta alt yapı yatırımlarının, insana ayrılan paranın totaliter rejim tarfından tasarruf yapılmak maksadıyla kısılması ayrıca ele alınmıştır.İkinci bölümün sonunda demokrasi için demokratik insanların şart olduğu fikri öne sürülmüş ve insanı incelemek için bir kapı açılmıştır.
Üçüncü bölümde yazar Hegel’in ortaya attığı ‘’ kabul görme mücadelesi ‘’ çerçevesinde efendi uşak ilişkisi ele alınmış ve insanlığın gelişiminin uşağın kendisini kabul ettirme mücadelesinde bulunarak gerçekleştirdiği teması üzerinde durulmuştur. Bu konu ile ilgili olarak yazar şu saptamalarda bulunmuştur;
Saygınlık mücadelesinde hayatını ortaya koymaya hazır olmak hegelin tarih görüşünde çok önemli yer tutmaktadır.Çünkü hayatını ortaya koyarak insan, en güçlü ve en önemli iç güdüsüne, hayatını koruma ve sürdürme iç güdüsüne karşı koyabileceğini kanıtlar. Kojeve’in formüle ettiği gibi insandaki insani ihtiyaç, onun hayvani kendisini koruma ihtiyacına karşı zafer kazanmalıdır. Mücadele etmemin nedeni, başka bir insanın benim hayatımı ortaya koyduğumu ve bu nedenle özgür ve gerçek bir insan olduğumu kabul etmesini sağlamak istememdir.
Amerikan demokrasisinin temelinde yatan ve Bağımsızlık Bildirgesi’nde ve Anayasa’da somutlanmış olan ilkeler, Jefferson, Madison, Hamilton ve öteki Amerikan Kurucu Babalar’ın yazılarına geri gider; bunlar ise düşüncelerinin bir çoğunu Thomas Hobbes ve Jhon Locke’un liberal İngiliz geleneğinden türetmiştir.
Hegel insanı, özgül onuru fiziksel ya da doğal belirlenmeden özgür olmasına bağlı olan ahlaki bir etmen olarak görür.Tarihin diyalektik gidişini ilerleten, bu ahlaki boyut ve bunun kabul görmesi uğruna mücadeledir.
Eflatun thymos ya da “kararlılıktan”tan, Machiavelli insanın şöhret arzu etmesinden, Hobbes gurur ya da şöhret tutkusundan, Rousseau amour-propre’dan, Alexander Hamilton ün sevgisinden, James Madison hırstan, Hegel kabul görmeden söz etmiş, Nietzsche ise insanı “kırmızı yanaklı hayvan” olarak nitelendirmiştir.
Thymos kavramı insandaki bir tür doğuştan adalet duygusunu temsil eder ve bu anlamda bencil olmama, idealizm, ahlak, özveri, cesaret namus gibi erdemlerin psikolojik mekanıdır. Thymos bize değerlendirme ve değer biçme sürecinde güçlü bir duygusal dayanak sağlar ve insanlara doğru ya da haklıya ilişkin inançları uğruna en güçlü içgüdüleri aşma olanğı verir.İnsanlar kendilerine bir değer biçerler ve özellikle kendileri söz konusu olduğunda öfke duyarlar. Ama başka insanlara da bir değer biçme ve başkaları söz konusu olduğunda da öfke duyma yeteneğine sahiptirler. Bu özellikle birey kendisine haksız davranıldığını düşünen bir grubun üyesi ise geçerlidir; örneğin, kadınlar söz konusu olduğunda bir feminist yada kendi etnik grubu söz konusu olduğunda bir milliyetçi bundan etkilenir. Kendi adına duyulan kızgınlık bu durmda bütün sınıfa yayılır ve dayanışma duyguları doğurur.Kendinin ait olmadığı sınıflarlarla ilgili öfkenin örnekleride vardır. Amerikan iç savaşı öncesinden köleliğin beyaz karşıtlarının haklı öfkesi yada Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığına karşı dünya çapında duyulan öfke Thymos’un çeşitli ifade biçimleridir. Bu örneklerde öfkeye yol açan, ırkçılığın kurbanlarına, öfkelene kişinin görüşü açısından insan olarak gerçekte hak ettikleri değere uygun bir şekilde davranılmamasıdır.
Günümüz Amerikan politikasında da kabul görme arzusunun hala etkili olduğunu gösteren birçok örnek bulunabilir. Örneğin pratikte hiçbir ekonomik öneme sahip olmamasına rağmen, kürtaj son kuşaktan bu yana son derece hassas bir sosyo-politik bir konu olmuştur. Kürtaj tartışmasında söz konusu olan ilk bakışta doğmamış bebeklerin haklarıyla kadınların hakları arasındaki bir tartışmadır. Gerçekte ise geleneksel ailenin görece onuru ve kadının buradaki rolü, karşı yanda ise meslek sahibi, kendine yeterli kadın onuru vardır. kavgada taraflar birbirlerine olan öfkelerini dile getirmektedirler.Ama öfkelerinin kendileriyle de bir ilgisi vardır.bu tip çatışmaları çeşitlendirmek mümkündür. O nedenle sivil hak ve özgürlüklere ilişkin bütün mücadeleler, ekonomik yanları olsada, temelde adalet ve insanlık onuru konusundaki farklı yaklaşımları kabul görmesi üzerine thymotik çatışmalardan başka bir şey değildir.
Thymotik öfkenin ve kabul görme arzusunun komünizmin ekonomik krizine eşlik eden etkisini kavrayamazsak, devrimci olguyu bütün boyutları ile anlayamayız. İnsanları canlarını ve mallarını tehlikeye atarak hükümetleri düşürmeye iten şeyin, daha sonra tarihçiler tarafından temel nedenler olarak tarif edilen büyük olaylardan çok, oldukça küçük ve görünüşte raslantısal gelişmeler olması devrimni gelişmelerin ilginç bir karakteristiğidir. Örneğin Çekoslavakya’da Sivil Toplum, Jakes başkanlığınsdaki komünüst hükğmetin daha önce liberalleşme sözü vermiş olmasına rağmen , Caclav Havel’i tutklatmasının getirdiği öfkeden doğdu. Kasım 1989’da bir öğrencinin güvenlik polisi tarafından öldürüldüğü söylentisi üzerine büyük insan yığınları Prag sokaklarını doldurdu. Daha sonra bu söylent,leirin doğru olamdığı ortaya çıktı. Diğer bir örnek Romanyadaki Çavuşesku rejimi aralık 1989 da çöktü . Rejimin yıkılmasına yol açan olaylar zinciri, Macar azınlığın hakları için mücadele eden TOKEŞ adlı bir rahibib tutuklanması üzerine Timisoara kentindeki protestolarla başlamıştı. Çoğu kez politik ve ekonomik yapılarda köklü dönüşümlere yol açan kapsamlı büyük olaylar, böylesi küçük cesur davranışlar olmaksızın hiçbir şekilde gerçekleşmezdi.
İnsanın, kendisini ve başkasını sürekli değerlendiren ahlaki bir yanını sürekli olması, ahlakın özsel içeriği konusunda görüş birliği olduğu manansa gelmez. thymotik ahlaki benzerlikler dünyasında sayısız önemli ve önemsiz sorun üzerine sürekli takışma ve tartışmalar gündemdedir. O nedenle thymo, en alçak gönüllü ifadelerinde bile, her türlü insan çatışmasının kaynağını oluşturur.
Tarihin sonunda ortaya çıkan homojen devlet, iki sütün üzerinde, ekonomi ve kabul görme üzerinde yükselir. Bu sonuca yol açan insanlık tarihi süreci, itici gücünü eşit oranda, hem modern doğa bilimlerinin ilerleyen gelişmesinde, hem de kabul görme mücadelesinde bulmuştur. Bu sütunlar sanayileşme ile liberal demokrasinin niçin bu kadar sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ekonomik gelişme efendilik kavrayışını uşağın bilincine çıkarır. Uşak teknoloji sayesinde doğaya ve iş disiplini ve eğitim sayesinde kendisine hükmedebileceğini keşfeder. Bir toplumun eğitim düzeyi yükseldikçe, uşaklar kendilerinin köle olduğunu ve efendi olmayı yeğlemek gerektiğini giderek daha açık olarak görür ve öteki uşakların kendi bağımlılık durumlarına ilişkin görüşlerine daha açık hale gelirler. Gerek hristiyanlık gerkse komunizm her ikiside hakikatın belli parçalarını içeren uşak projeleriydi.
Dördüncü bölümde yazar rasyonel kabul görmenin en güzel biçimi olarak tanımladığı liberal demokrasiyi devlet düzeyinde incelemiş ve gerçeklik kavramını örneklerle açıklamıştır. Dünyada tüm ülkelerin liberal demokrasiye neden geçemediklerini dört alt başlık altında irdelemiştir.
Tarihin sonunda artık liberal demokrasinin ciddi rakiplari kalmamıştır. Geçmişte birçok insan; monarşi, aristokrasi, teokrasi, faşizm, komunizm, totalitarizim yada kendisinin inandığı şu yada bu ideolojiden daha aşağı olduğunu düşündükleri için liberal demokrasiyi reddediyorlardı. ama buğün en azından İslam dünyası dışında, liberal demokrasinin en mantıklı biçimi olan , yani rasyonel arzunun ya da rasyonel kabul görmenin en iyi gerçekleştiği devlet biçimi olduğu konusunda genel bir mutabakat vardır. Bu mutabakata rağmen neden tüm ülkeler demokratik değildir. Bunun cevabını 4 başlık altında incelemek mümkündür;
1- Bir ülkenin ulusal etnik ve ırksal bilincinin çapı ve karakteriyle ilgilidir. Çeşitli nufus guruplarının milliyetçilik yada etnik aidiyetinin, kendilerini aynı ulusun üyesi olarak hissetmeyecek ve öteki grubun haklarına saygı göstermeyecek kadakr güçlü gelişmiş olduğu bir ülkede demokratik bir sistem pek kurulamayacaktır. Örneğin eski SSCB gibi.
2- İkinci etken dinle ilgilidir. Din kendi başına özgür toplumlar yaratmış değildir; liberalişzmin ortaya çıkması için amaçlarını dünyevileştirerek hristiyanlığın bir bakıma kendi kendini ortadan kaldırması ile gerçekleşmiştir. Bu Protestanlığın ortaya çıkması ile yapılabilmiştir. Ama Ortodoks ve fundamentalist İslam insan yaşamının bütün alanlarını, özel, kamusal ve bütün politik yaşamı düzenlemek isteyen totaliter dinlerdir. Liberal demokrasinin çağdaş İslam dünyasındaki tek uygulama örneği 20 ‘nci yy ın başlarında islami mirası dünyevi toplum yararına reddetmiş olan ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetidir.
3- Üçüncü engel büyük çaplı sosyal eşitsizlikler ve insanların devlet karşısındaki buradan kaynaklanan tutumlarıdır. Zorba ve tembel efendilerin karşısında, özgürlüğüne ilişkin hemen hemen hiçbir tasarımı olmayan korkulu ve bağımlı bir köleler sınıfı duruyordu. Bu efendiler ve uşaklar varlıklarını bazı ülkelerde daha saf ve köklü olarak sürdürdüklerinden dolayı Brezilya ,Peru gibi teke tek sınıfların düşmanca karşı karıya duruduğu ve her sınıfın yalnızca kendi esenliğini düşündüğü belirgin hiyerarşik toplumsal yapıları miras almıştır.
4- Son kültürel etken olarak; bir halkın bağımsız olarak sağlıklı sivil toplum; devlete dayanmadan Tocqueville ‘in birleşme sanatını icra edebileceği bir alan yaratma yeteneği ile ilgilidir. Eğer insanlar şehirlerinde, kasabalarında, meslek örgütlerinde ya da üniversitelerinde kendi kendilerini yönetebiliyorsa ,bunu ulusal düzeyde de başarmaları çok büyük olasılıktır.
Belirgin bir çalışma ahlakına sahip insan (Japonlar) yada bir halkı yalnızca geleneksel liberal ekonomi kuramının katı yaratıcı kavramlarıyla betimlemek gerçekte çok zordur. Özdeğer duyguları, ne kadar sıkı çalıştıklarına, ve başka insanların gözünde sahip oldukları saygınlığa bağlıdır. Hatta maddi durumlarından bile, bununla bir şeye başlayacaklarına inandıkları için değil, bu kendilerine saygınlık sağladığı için hoşnutturlar. Çünkü mal ve mülklerinin tadına varacak zamanları yoktur, yani çalışma, bu kişilerde arzudan çok thymos’un tatminine hizmet eder.
Gerçekliğin asıl babası Machivellidir. Bu düşünür insanını, filozofların nasıl yaşaması gerektiğine ilişkin tasarımlarına değil, gerçekte nasıl yaşadığına bakması gerektiğini söylemiştir.
Bütün politik gerçeklik kuramları, güvensizliğin uluslar arası sistemin evrensel ve ebedi bir özelliği olduğu varsayımından yola çıkar.
Bütün devletler güç peşinde koşuyorsa o zaman bir savaş olasılığı tek tek devletlerin saldırgan davranışlarından çok devletler sisteminde bir güç dengesi olup olmadığına bağlıdır.
Gerçekli kuramından bir dizi politika kuralı türemiştir.
İlk kural: uluslararası güvenlik sorunu ancak potansiyel düşmanlar arasında bir güç dengesi varsa çözümlenebilir.
İkinci kural: dostları ve düşmanları ideoloji ya da iç politik rejimlerinden çok güçlerine göre seçmek gerektiğini söyler.
Üçüncü kural bir devlet adamının tehdit değerlendirmesi yaparken niyetlerden çok askeri potansiyele bakması gerektiğini söyler. niyet ne olursa olsun niyetler bir gecede değişebilir ama top tank sayısı bir gecede değişmez.
Bu bölümden çıkarılacak en önemli nokta dış politikada ahlakçılığa kesinlikle yer olmadığıdır. Gerçeklik faktörü ikinci dünya savaşı sonrası yukarıdacsayılı sebeplerden dolayı rusyanın karşısına NATO’ nun kurulması ihtiyacını gündeme getirmiştir.
Gerçeklik kuramına göre uluslar arası devletler sisteminde tehdit saldırı ve savaş her zaman mümkündür. bu bi conditio humana insanlık durumudur; kökleri insanın değişmez doğasındadır. ve bu nedenle değişik insan toplumu biçim ve tiplerinin ortaya çıkması ile değişecek değildir.
Beşinci bölümde yazar geçmişten günümüze kabul görme mücadelesi içerisinde bulunan ve bu mücadelenin sonuna gelmiş olan son insanın özellikleri tasvir edilmiştir.Yazara göre liberal demokrasi yalnızca arzu ve akıldan oluşan, tymos yoksunu belkemiksiz insanlar yaratmaktadır.
İçinde insanların (sınıfların) kabul görme uğruna birbirleriyle ve emeklerliyle doğaya karşı mücadele ettiği gerçek anlamda tarih, Marx’a göre “zorunluluk alemi”dir.; bunun ötesinde, (birbirlerini önkoşulsuz kabul eden) insanların karşılıklı mücadele etmediği ve mümkün olduğu kadar az çalıştığı “özgürlük elemi “başlar. Alexandre Kojeve, Hegel Okumasına Giriş
Hegel’e göre evrensel ,homojen devlet uşakları kendilerinin efendisi yaparak, efendi –uşak ilişkisindeki bütün çelişkileri ortadan kaldırır. Efendi artık, yalnızca tam bir insan sayılmayan yaratıklar tarafından kabul görmekten kurtulur. ve uşaklarda insan olarak kabul görmeye başlar. her birey özgür ve kendi değerlerinin bilincinde olarak , bütün öteki bireyleri, tam da bu özellikleri nedeniyle kabul eder. Efendi uşak arasındaki karşıtlık ortadan kalktıktan sonra, her iki taraftan da geriye kalanlar, efendinin özgürlüğü ile uşağın çalışması oldu.
Doğu Avrupa, Çin ve Sovyetler Birliğindeki insanların yaptığı gibi, hakları olmayan insanların hakları uğruna mücadele ettiği kesinlikle doğrudur.
Tarihin sonundaki son insan bir dava uğruna hayatını tehlikeye atmayacak kadar akıllı. Tarihin, insanların Hristiyan ya da Müslüman, Protestan ya da Katolik, Alman ya da Fransız; hangisi olacakları uğruna mücadele edip durduğu anlamsız kavgalarla dolu olduğunu biliyor. Tarih, insanları kahramanca eylemlere ve büyük özverilere esinlendirmiş sadakat ödevlerinin, şarlatanca ön yargılardan başka bir şey olmadığını göstermiş oluyor. Modern, aydın insanlara, evlerinde oturup ne kadar hoşgörülü ve duru oldukları için birbirlerini kutlamak yetiyor.
İnsanın tarihin sonunda kaybolması o nedenle kozmik bir felaket değildir: Doğal dünya ezelden beri varolmaya devam eder ve o nedenle bu biyolojik bir felaket de değildir: insan hayvan olarak doğayla ya da varlıkla uyum içinde yaşamaya devam eder. Yok olan, gerçek anlamda insan yani varolanı reddeden eylem ile yanılgı ya da, genel olarak nesnenin karşısında yer alan öznedir.
Tarihin sonu, savaşların ve kanlı eylemlerin sonu olacaktır. İnsanlar amaçları konusunda görüş birliği içinde olacakları için mücadele etmek için bir neden kalmayacaktır.
Romanya’da Çavuşesku’nun Securitate’sine karşı mücadele eden devrimciler Tienanmen Meydanı’nda tankların önüne dikilen kahraman öğrenciler ve ulusal bağımsızlıkları için Moskova’yla kapışan Litvanyalılar en özgür dolayısıyla en insan yaratıklardı. Onlar eski uşaklardı.
Tarih sonrası Avrupanın büyük bölümünde dünya şampiyonları milliyetçi arzular için önemli bir sibop olarak askeri rekabetin yerine geçmiştir.Kojeve bir keresinde bu kez çok uluslu futbol takımı olarak Roma İmparatorluğunu yeniden kurmak istediğini söylemişti. Mücadelenin savaş gibi geleneksel biçimlerinin mümkün olmadığı ve genel maddi refahın ekonomik mücadeleyi gereksiz kıldığı yerde thymotik insanlar kendilerine kabul görme sağlayan (dağcılık, uçuculuk, paraşütçülük, maraton vb gibi son derece riskli boş zaman etkinlikleri) başka içeriksiz etkinlikler aramaktadır.
Günümüzde yurttaşlık hakları en iyi şekilde “aracı kurumlar” olarak adlandırılan siyasi partiler, özel girişimler, sendikalar, dernekler, meslek birlikleri, okul aile birlikleri vb ile kullanılmaktadır.
Günümüz Amerikan ailesinde görülen yüksek boşanma oranları ve anne babanın otorite kaybı gibi birçok sorun aile üyelerinin son derece liberal bir anlayışa sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda ailenin yükü sözleşmenin taraflarından birisi için beklenenden fazla olduğunda bu üye sözleşme koşullarını değiştirmektedir.
En büyük birleşme olan devlette de liberal ilkeler bir ülke için yaşamsal önem taşıyan yüksek yurtseverlik biçimlerini tahrip edebilir. Aydınlamış öz koruma ilkesine dayalı bir devlet için hiç kimsenin ölmek istememesi liberal kuramın bilinen bir zayıflığıdır.
Liberal demokrasiler kendi kendilerini taşıyamazlar.Bağımlı oldukları topluluk yaşamı liberalizimden farklı bir kaynağa sahip olmak zorundadır.
Hegel’e göre hakiki yurttaşın ayırtedici özelliği ülkesi için ölebilmektir. O nedenle tarihin sonunda devlet askerlik görevini kaldıramaz ve savaş yapmaya devam etmelidir.İnsanın efendisi olarak ölüm korkusu eşi bulunmaz bir kuvvettir. Ölüm korkusu insanı bencillikten kurtarabilir ve ona yalıtlanmış bir atom olmadığını, ortak ideallere dayalı bir topluma ait olduğunu hatırlatır.
Liberal demokrasi içinde hiçbir hükümet biçimi hiçbir sosyo-ekonomik sistem bütün yerlerdeki bütün insanları hoşnut edemez. Bunun nedeni demokratik devrimin henüz tamamlanmamış olması ve bütün insanların henüz özgürlük ve eşitliğe kavuşmamış olması değildir. Tam tersine hoşnutsuzluk tam da demokrasinin kesin zafer kazandığı yerde ortaya çıkmaktadır. Hoşnutsuzluk, Özgürlük ve eşitsizlik yüzünden çıkmaktadır. Ve hoşnutsuz olanlar her zaman tarihi yeniden başlatma isteğini duyacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder