30 Kasım 2013 Cumartesi

ANLATIMIN OLUŞUMU-ANLATIMIN OLUŞUMU KONU ANLATIMI-ANLATIMIN OLUŞUMU NASILDIR?BAĞLAŞIKLIK-BAĞDAŞIKLIK-ALIŞILMIŞ BAĞDAŞTIRMA-ALIŞILMAMIŞ BAĞDAŞTIRMA

ANLATIMIN OLUŞUMU,ANLATIMIN OLUŞUMU KONU ANLATIMI,ANLATIMIN OLUŞUMU NASILDIR,BAĞLAŞIKLIK,BAĞDAŞIKLIK,bağlam nedir,ALIŞILMIŞ BAĞDAŞTIRMA,ALIŞILMAMIŞ BAĞDAŞTIRMA,bir anlatım nasıl oluşur

ANLATIMIN OLUŞUMU,ANLATIMIN OLUŞUMU KONU ANLATIMI

Paragraflar halinde verilen bir metinde anlatımın oluşumu şu adımlardan geçmelidir:
1- Söyleneceklerin tespit edilmesi
2- Yazının iskeletini oluşturma
3- Yazıya başlama
4- Yazıya giriş

Bağlaşıklık nedir?
Bir metindeki eklerin, kelime ve kelime gruplarının dil bilgisi kurallarına uygun bir biçimde yan yana getirilmesine bağlaşıklık denmektedir.

Bağdaşıklık nedir?
Bir cümleyi oluşturan kelime ve kelime gruplarının ifade ettikleri durumlar ve özellikler arasındaki anlam bağlantılarına bağdaşıklık denmektedir.

Bağdaştırma nedir?
Birden fazla kelime veya kelime grubunun yan yana gelerek yeni bir anlam meydana getirmesine bağdaştırma denmektedir. Bağdaştırma ikiye ayrılır:
Alışılmış bağdaştırma: Herkesin rahatlıkla anlayabildiği ve kullanabildiği bağdaştırmalardır.
Alışılmamış bağdaştırma: Herkesin rahatlıkla anlayamadığı, ilk bakışta yadırganan, anlam derinliğine inerek çözümlenebilen bağdaştırmadır.

Bağlam nedir?
Bir metindeki kelime, kelime grubu ya da cümlenin metindeki yerine göre farklı anlamlar kazanmasına bağlam denmektedir.


28 Kasım 2013 Perşembe

ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM-ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM NEDİR?ÖYKÜLEYİCİ ANLATIMIN ÖZELLİKLERİ

ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM,ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM NEDİR,ÖYKÜLEYİCİ ANLATIMIN ÖZELLİKLERİ,öyküleyici anlatımın ilkeleri,öyküleyici anlatım hangi türlerde kullanılır,öyküleyici anlatımın kullanıldığı türler

ÖYKÜLEYİCİ (HİKAYE EDİCİ) ANLATIM

Olayların belirli bir zaman sırasına göre anlatılmasına öyküleme (hikaye etme) denir. Bu anlatım biçiminde yazar, okuru bir olay içerisinde yaşatmak ister. Su sebeple de okurda merak uyandırmak, okuru anlattıklarının gerçek olduğuna inandırmak durumundadır. Olaylar bir dizi şeklinde verilir. Öyküde yaşanmış ya da kurgulanmış olaylar anlatılabilir. Bu anlatımda yer, zaman, kişi kadrosu ve olay temel ögelerdir. Bu anlatım çeşidi öykü, roman, biyografi (yaşam öyküsü), otobiyografi (öz yaşam öyküsü), anı, gezi yazısı gibi türlerde kullanılabilir. Öyküleme birkaç şekilde yapılabilir:
a) Açıklayıcı öyküleme: Bilgi vermenin amaçlandığı öykülemelerdir. Yemek tarifleri...
b) Sanatsal öyküleme: Edebî türlerde kullanılan öykülemelerdir. Roman, öykü gibi türlerde görülür.
c) Yardımcı öyküleme: Fikrî bir metinde bir anı anlatmak, bir olay aktarmak gibi maksatlarla başvurulan anlatım biçimidir. Herhangi bir konuya örnekle girmek vs. sayılabilir. 

25 Kasım 2013 Pazartesi

KARLAR ÜLKESİ İZLE-FROZEN İZLE-KARLAR ÜLKESİ (FROZEN) İZLE-KARLAR ÜLKESİ DİSNEY

KARLAR ÜLKESİ İZLE,FROZEN İZLE,KARLAR ÜLKESİ (FROZEN) İZLE,KARLAR ÜLKESİ DİSNEY,frozen izle,frozen disney izle,disneyden karlar ülkesi,disneyden karlar ülkesi izle,disney karlar ülkesi izleyin,The Snow Queen,Hans Christian Andersen The Snow Queen,Hans Christian Andersen

Disney'in yeni yapımı animasyon filmi
"Karlar Ülkesi"        17 Ocak 2014'te seyircileri ile buluşuyor. Animasyon filminin yönetmenliğini Chris Buck ve Jennifer Lee üstlenirken, ana karakterleri seslendiren isimler Kristen Bell ve Jonathan Groff. Amerikan yapımı film 1 saat 42 dakika sürüyor.

Filmde Anna, Karlar Kraliçesi, Kristoff en önemli kahramanlar olarak öne  çıkıyor.

Film, ünlü yazar Hans Christian Andersen'in "The Snow Queen"  adlı eserinden esinlenilerek beyaz perdeye aktarılmıştır.

Toprak Ana, Cengiz Aytmatov

Roman, Tolunay ile Savankul’un tanışmasına kadar giden olayların anlatılması ile başlamaktadır. Romanın asıl karakteri olan Tolunay, saf, temiz ve ailesine düşkün bir kadındır. Savankul ise kendi çapında uğraşan, mütevazi, cömert, çalışkan, çocuklarını iyi yetişmesini arzulayan fedakar bir babadır.
Tolunay, hasat zamanı Savankul’la ilk karşılaştığında henüz on yedisindeydi. Savankul omuzlarına attığı yırtık bir elbise ile dolaşırdı. Ekinleri öyle rahat, öyle dipten biçerdi ki sadece orağının çınlaması, bir de düşen başakların hışırtısı duyulurdu. Savankul’un da hızlı biçici olduğu söylenirdi ama Tolunay’ın yanında yaya kalırdı. Çalışmaya başlayan ilk onlar olurdu. Gün doğarken tarlaya beraber giderlerdi. Böylece yaz sabahları doğan güneşle birlikte doğdu aşkları.

Bir gece ay ışığında ekin biçmeye kalmışlardı ve o gecenin sabahı, tarlanın ucunda Savankul’un ceketinin üstünde uyandılar. O geceden sonra hiç ayrılmadılar. Arka arkaya olan üç tane oğulları en büyük sevinçleri oldu. Kasım, Muslubeg ve Caynak. Aralarından sadece Kasım evlendi. Kasım’ın eşi Aliman pırıl pırıl bir dağ kızıydı. Tolunay da çok sevmişdi Alima’nı.
Tolunay ve Aliman’ın tarlada yan yana çalıştıkları bir gün halkın toplandığını gördüler. Koşarak oraya gittiler ve vardıklarında Kasım Tolunay’a sarılarak, savaşın çıktığını söyledi. O andan itibaren savaşta yaşanılan yeni bir hayat başladı. Köyün erkekleri birer birer cepheye çağrılmaya başladı. Tolunay biliyordu ki bir gün onun yiğitlerine de sıra gelecekti. Evlerde yolu beklenen en önemli kişi postacı olmuştu.
Kasım ayını geçirdikten sonra, öğretmen olmak için okumaya giden Muslubeg’den mektup geldi. Muslubeg, arkadaşlarıyla birlikte kendisinin de askere çağrıldığını yazıyordu. Kış ortasına oğullarından mektup alabilen Tolunay’ın içi rahattı. Ama bir gün Kasım’dan bir mektup geldi. Bu mektupta cepheye gidecekleri yazıyordu. Üstelik Savankul da durmadan Askerlik Şubesine çağrılıyordu. Tolunay onu hiç çağırmayacaklarını sanıyordu ama bir gün onu da çağırdılar. Oğullarının ikisinden sonra kocası da askere gidiyordu. Üstelik hepsi de cephede çarpışacaktı.
Tolunay, Savankul’u askere giderken dağyoluna kadar geçirdi. Sonra da durmadan arkasına bakarak, hıçkırarak eve döndü. Ama vakit geçirmeden işlerinin başına geçti. Köyde sadece yaşlılar, sakatlar, çocuklar ve kadınlar kalmıştı. Elde ettikleri her şeyi cepheye yolluyorlardı. Ellerinde kalan tekerleksiz kağnılarla, kırık sabanlarla iş görüyorlardı.
İki aydır Kasım’dan haber alamıyorlardı. Tolunay’la Aliman gözlerini birbirinden kaçırıyorlar, düşündüklerini açığa vurmaktan çekiniyorlardı. Tolunay bir sabah atların nallanması için yola koyuldu. Elinde bir telgrafla Usanbay yanına yaklaştı. Telgrafta Muslubeg’in istasyondan geçeceğini bildiriyordu. İstasyona gitmek üzere hemen yola koyuldular. Tolunay, Aliman’la nefes nefese istasyona gidip Muslubeg’in trenini beklemeye başladı. Öğlen, bir düdük sesi ile heyecandan titremeye başladılar. Ama tren geldi ve gitti. Ellerindeki bir kuşu kaçırmış gibi oldukları yerde kalakaldılar. Bu Muslubeg’in treni değildi. Gece yarısı yer yine titremeye başladı. Bu sefer gelen koca trende kimsecikler yoktu. Parçalanmış, kapıları sökülmüştü. Meğerse bombalanmış ve tamire gidin bir trenmiş. Umutla beklemeye devam ettiler. Raylar yine titremeye başladı işaret flamaları taşıyan bir adam yanlarına yaklaştı ve yaklaşmamalarını, trenin durmayacağını söyledi. O sırada bir ses duydular. Muslubeg vagondan sarkmış el sallıyordu. Vagonun arkasından uzun süre koştular. Son vagon da kaybolduktan sonra Aliman Tolunay’a bir asker kasketi uzatarak “Al ana,  bunu Muslubeg sana attı.” dedi. Tolunay o günü şöyle anlatır: “Evin bir duvarında hala asılıdır o kasket. Bazen oğlumun kokusunu duymak için yüzümü içine gömerim. Dilerim başka hiçbir ana başını raylara, vagon kapılarına vurmasın benim gibi.”
Savaşın pençesine düşmüş tek insan Tolunay da değildi tabii, Gazete geldiğinde, ölüm ilanları okunduğunda, köyde en azından iki-üç evden ağıt sesleri yükselirdi.
En küçük oğulları Caynak birgün, evdeki onarılacak ne varsa onarmış, tüm işleri bitirmişti. Halinde bir gariplik vardı. Gönüllü olarak askere yazılmıştı. Haber vermede cepheye gittiği için ve kendisini bağışlamaları bildiren bir mektup bırakmıştı. O zaman daha on sekiz yaşındaydı. Caynak’a böyle ayrılmak daha kolay gelmişti.
Bir gün tarlada çalışırlarken köyden bir ihtiyar yanlarına geldi, Tolunay’a “Seni çağırıyorlar” dedi. Tolunay’ın içini korkunç bir huzursuzluk kapladı. Etraflarını kalabalık sardı. Elini tutarak “cesur ol Tolunay cesur ol” dediler. “Sevgili atmacalarımızı yitirdik. Savankul da Kasım da ölmüşler”. Tolunay’ın başı dönmeye başlamıştı. Aliman’ın da “Ana biz artık duluz ana. Günlerimiz karardı” diye çığlıkları yankılanıyordu. Tolunay, hem kocasını hem oğlunu kaybetmişti. Aliman da daha gençliklerinin baharında kocasını kaybetmişti.
Savaşın üçüncü ve dördüncü yılları, yeni üzüntülerin yanı sıra sevinçler de getirdi. Düşman geri çekiliyordu, ama dertler bitmek bilmiyordu. Kış ortasında açlık başladı. Bazı aileler yabani kökleri, otları suyla kaynatıyor, renk versin diye de içine birkaç damla süt katıp onu içerek karnını doyurmaya çalışıyorlardı. Şiş karınlı, soluk benizli çocukların bir parça yiyecek için kapı kapı dilendikleri görülüyordu.
Birgün Tolunay, Savankul’un diktiği ihtiyar elma ağacının açtığı çiçekleri seyrederken postacının yaklaştığını gördü. Muslubeg’den gelen mektubu titreyen parmaklarıyla açtı, okumaya başladı: “Sevgili anacığım zaman geçecek, bir gün beni anlayacaksın. Doğru olanı yapıyorum, sende hak vereceksin bana. Savaş hepimiz için, bütün insanlar için bir yıkımdır. Bu canavarı parçalamak, yok etmek için kanımızı, canımızı vermemiz gerekiyor. Askeri bir kahraman olmayı aklımdan bile geçirmedim. Öğretmen olmayı nasıl da isterdim. Tebeşir yerine tüfek verdiler elime, asker oldum. Bir saat sonra ülkem için göreve gideceğim. Canlı döneceğimi sanmıyorum. Bu son mektubum, bunlar son sözlerim. Oğlun, Teğmen Muslubeg Savankulov.” Bahçeye bir sürü insan toplanmıştı. Tolunay, ortanca oğlu Muslunbeg’i kaybettiğini de böylece öğrenmişti. Ondan geriye ise sadece kasketi kalmıştı.
Zaferin kazanıldığı bahar Tolunay için unutulmazdı. O, bundan büyük mutluluk, bundan büyük acı duymamıştı. Askerler geliyordu, halk onları karşılamak için yollara dökülmüştü. Bir asker göründü. Kalabalığın ön sıralarındaki yalınayak bir kız, ansızın çığlığı bastı: “Ağabeyim bu ağabeyim” diye. Köye birçok asker döneceğini beklerlerken sadece bir asker dönmüştü. Tüm halk koşarak onu karşıladı.
Hayat devam ediyordu. İşler iyiye gitmeye başlamıştı artık, yaşamak biraz daha kolaylaşmıştı. Savaşın anıları, acı izleri insanların içlerinden yavaş yavaş siliniyordu. Ama hayat Tolunay ve Aliman için o kadar kolay değildi. Erkeklerini kaybetmişlerdi. Tolunay, Aliman’a istediği zaman gidebileceğini, hayatının baharındayken tekrar evlenebileceğini çıtlakmak istediğinde, Aliman sert çıktı ve beraber yaşamaya devam ettiler. Bir ara Aliman dereye su getirmeye gitmeye başlamıştı. Oysa bahçedeki kuyuda yeterli su vardı. Meğerse Aliman, sürüsünü otlatmak için gelen bir çobana kaptırmıştı gönlünü. Tolunay ona kızamadı. Aliman, bir gün yine dereye su getirmeye gitti. Ama bu sefer çok geç kalmıştı. Herkes uykuya dalmıştı, kapı aralandı. Aliman‘ın elbisesinin düğmeleri kopmuş bir halde geldi. Ayakta zor duruyordu, sarhoştu. Gebe olduğunu öğrenmeleri ise çok zaman almadı. Komşu köye gidip çobanı buldular. Ama çoban, vefasız ve evli çıktı. Çocuğu ve Aliman’ı kabul etmedi. Tolunay bebeği torunu olarak kabul etmişti. Aliman ise utancından iyice içine kapanmış, kimselerin yüzüne bakamaz olmuştu. Tolunay bir gece uyandığında Aliman’ı yatağında bulamadı. Birden Aliman’ın çığlıklarını duydu. Utancından ahırda kendi kendine doğum yapmaya çalışıyordu. Doğumu için ona yardım etmeye çalıştı, ama bebek bir türlü doğmuyordu. Doktor için hemen yola koyuldular. Yolda Tolunay’ın yardımı ile çocuk doğdu. Ama Aliman öldü. Tolunay ıslak bebeği yeleğine sardı. Bu olayla savaş son kez hatırlattı kendini Tolunay’a. Bebeğe köyden Curubeg dedenin gelini süt verdi ve bebek yaşadı.
Romanın sonu Tolunay’ın bir ana olarak özdeşleştirildiği toprakla dertleşmesi ile bitmektedir. Tolunay, toprağa “Savankul’un Kasım’ın, Muslubeg’in, Caynak’ın, Aliman’ın anıları önünde eğiliyorum bugün. Yaşadıkça hatırlayacağım onları. Vakti gelince Canbolat’a da anlatacağım her şeyi” diyordu.

Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman


Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman. Eser, dönem olarak 1’nci Dünya Savaşının sonları  ve Kurtuluş Mücadelemizin ilk yıllarından  başlamaktadır. Detaylı olarak Kütahya-Eskişehir Savaşını, Sakarya Savaşını,  Büyük Taarruzu ve sonrasını ele almaktadır.
    Kişilerin büyük çoğunluğu gerçek kişilerdir, konuşmaların ve olayların çoğunluğu kaydedilmiş ve aktarılmış gerçek konuşmalardır.
    Mustafa Kemal Paşa, kongre yapmak ve Kurtuluş’u şekillendirmek üzere, Erzurum' a gelişinden beş gün sonra, 8/9 Temmuz 1919'da, “Sine-i millette bir ferd-i mücahit (milletin bağrında bir mücahit kişi) olarak çalışmak üzere" çok sevdiği askerlik mesleğinden ve görevinden istifa eder. Artık milletin bir bireyi olarak; milletten kuvvet, kudret ve ilham alarak tarihi görevine devam edecektir. Daha sonra, 23 Nisan 1920’de TBMM Başkanı seçilecek ve sadece bu sıfatı olacaktır. Halbuki, dost ve düşmanın kabul ettiği gibi, Kurtuluş’u planlayan ve yürüten güç O’dur.

    Rütbesi olmayan Mustafa Kemal’e, orduyu tam yetkiyle idare etmek ve geliştirmek üzere, sonradan uzatılan üç aylık bir dönem için, 5 Ağustos 1921 günü TBMM gizli birleşiminde, Meclis yetkilerini kullanması kaydıyla, Başkomutanlık yetkisi verilir.   Üç ay süreyle Başkomutan seçilen ve Meclis'in yetkilerini kullanması kabul edilen Mustafa Kemal, milletin maddi kaynaklarını savaşın emrine verebilmek için çıkardığı 10 maddelik Tekalif-i Milliye (Milli Yükümlülük) emirlerinin altısını 7 Ağustos 1921’de yayımlar.
     “Topyekun Harp” başlar. Millet her şeyini seferber ediyordu. Ordu kuruluyor ve geliştiriliyordu. Bir Millet, varlığı ve hürriyeti için her şeyini ortaya koyuyordu. Bu savaş, Mustafa Kemal'in öteden beri gördüğü gibi topyekun bir savaştı: “Harp, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla ve ellerindeki her şeyle, bütün elde tutulur ve tutulmaz güçleriyle birbirleriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Bundan dolayı, bütün Türk milletini, cephede bulunan ordu kadar fikren, hissen ve fiilen ilgilendirmeliydim. Milletin her ferdi, yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, köyde evinde, tarlasında bulunan herkes, silahla vuruşan savaşçı gibi kendini ödev almış hissederek, bütün varlığını mücadeleye verecekti.”
    Bu gerçeği yıllarca sonra keşfetmiş olan Churchill, Mustafa Kemal'in elinde yeteri kadar deve ve öküz bulunmadığı için, taşıt işlerinde cephedeki erlerin karılarından ve kızlarından nasıl yararlandığını anlatır. Kadınların seferber edilmesi milli duygunun geliştirilmesinde büyük bir rol oynamış; asker, sivil herkesin topyekün gayret göstermesi ihtiyacını iyice belirtmişti. Sivas, Erzurum, Diyarbakır ve Trabzon gibi dağınık, merkezlerden toplanan silahlar, saman yığınlarının altına yüklenerek kağnılarla taşınıyordu. Şalvarlı, dolaklı köylü kadınları da Sümerler zamanındaki gibi, gıcırtılı sesler çıkaran kağnılarını sürerek saatte ancak beş kilometre hızla, dağ tepe demeden yüzlerce kilometrelik yolları aşıyor, cepheye doğru ilerliyorlardı. Çoğu, emzikteki çocuklarını, sıkıca sırtlarına bağlamışlardı. Top mermilerini, halat kulplu cephane sandıklarını, kucaklarında taşıyarak arabalara yükleyip indiriyor, iki omuzlarına birer gülle yüklüyor, çok kez tapaları bozulmasın ya da ıslanmasın diye, çocuklarını açıkta bırakmayı bile göze alarak, üzerlerini örtüyle kapatıyorlardı. Tekerleklerin kırılıp kağnının yolda kaldığı da oluyordu. Evlerinde kalanlar at, hayvan ve araçlara el konmuş olmasına bakmadan, çapa çapalıyor, tohum ekiyor, ekin biçiyor, orduya yiyecek yetiştiriyorlardı.
    Refet Paşa, Milli Müdafaa Vekilliğine geçmiş, bütün enerjisi ve buluşlarıyla çalışmaya başlamıştı. Öküz arabasıyla yapılan taşımayı, yeni bir menzil sistemi kurarak daha hızlı hale getirdi. Artık köylülerin alışık oldukları gibi her kasabaya gelince araba değiştirecek yerde, belirli yerlerde öküzler değiştiriliyor ve taşıtlar, doğruca savaş alanına kadar gelebiliyordu. Kilimlerden askerlere kaput, gaz tenekelerinden ilaç kutusu yaptırdı. Un bulunmazsa, köylülere, değirmenleri tamir edilinceye kadar, buğdayı kaynatarak ya da havanda döverek yemelerini söyledi. Çorak yaylada odun bulunmadığından, ahşap evleri yıktırıp, tahtalarını lokomotiflerde yakıt olarak kullandı.             
    Saban demirlerinden kılıç yapılıyordu. Ankara'daki demiryolları atölyesi süngü ve hançer fabrikası haline sokulmuştu. Bir tek bozuk silah kalmaması için her yerde tamir atölyeleri kurulmuştu. Refet Paşa yurdun en ücra köşelerinden bile orduya asker topluyordu. Halk, minarelerden askere yazılmaya çağrılıyordu. Orduya katılmak isteyenler çoğu kez haydutların kasıp kavurduğu yerlerden geçerek; yüzlerce kilometre yaya yürümek zorundaydılar. Geldikleri zaman da kendilerine verilecek silah bulunmadığı olurdu. Bu erlere, cepheye giderken, düşmandan başka, yaralı ve ölülerin silahlarını almaları söylenirdi. Bu arada askerden kaçanlar yakalanıp şiddetli cezalara çarptırılıyor, silah altına yeni sınıflar alınıyor; Adana bölgesinden, Doğu illerinden, Karadeniz' den ve daha başka uzak yerlerden takviyeler getiriliyordu.
    Türklerin, kendilerini bekleyen önemli savaşa hazırlanmak için ancak üç hafta kadar vakitleri vardı. Ankara, bu haftaları endişe içinde geçirdi. Sivillerin morali adamakıllı çökmüştü. Varlıklı eşraf ve tüccarlar, yanlarına ailelerini ve servetlerini alarak Kayseri'ye göç ettiler. Daha başka kimseler de göç hazırlığına girişti, hatta resmi görevi olanlar bile. Şehir, asker kaçaklarıyla, boş gezenlerle dolmuştu; Yunanlıların çok yakına geldikleri söyleniyordu; kimsede güven kalmamıştı. Kadınlar, çarşafları sırtlarında, yola çıkmaya hazır, sabırla bekliyorlardı. Evlerini, barklarını bırakıp göç etmek zorunda kalacaklar mıydı acaba?
    Mustafa Kemal de, Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Paşa ile birlikte cepheye hareket etti. Karargâhını Ankara'nın seksen kilometre kadar güneybatısında, demiryolu üzerindeki Polatlı'da kurmuştu. Buraya varınca, atıyla, çevreye hakim bir tepe olan Karadağ'a çıktı; attan inerek düşmanın izlemesi muhtemel olan hücum yönünü görmek istedi. Tekrar atına binerken bir sigara yaktı. Hayvan, kibritin alevinden ürkerek geri tepince, Mustafa Kemal şiddetle yere düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı; bir an için, ciğerlerini sıkıştırarak, nefes almasına ve konuşmasına engel oldu. Yanındaki doktor, kendisini ciddi şekilde uyardı: “Devam ederseniz hayatınız tehlikeye girer !”
    Mustafa Kemal: “Savaş bitsin, o zaman iyileşirim.”  diye yanıt verdi.
    Tedavi için Ankara'ya döndü. Fakat yirmi dört saat sonra yine cephedeydi. Yarası ona acı veriyordu; güçlükle yürüyebiliyor, çok kez bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu…
    Halide Edip bazen bu toplantılarda Mustafa Kemal'i bir roman yazarına benzetirdi. O da sanki heyecanlı bir konu üzerinde çalışıyor gibiydi. Bu romanın ana konusu savaştı, harita üstündeki iğneler de kahramanları. Her birinin özellikleri, genel plana uygun düşmeli ve hikayenin gelişmesine yardımcı olmalıydı. Mustafa Kemal, düşmanın kuvvetini de kendi birlikleri kadar yakından inceliyordu. Savaşın çok önemli bir anında alınan bir istihbarat raporunda, Yunanlıların kuvvetli bir yığınak yapmış oldukları, Türklerin tuttuğu mevziin savunulmasının güçleştiği ve bırakılması gerekeceği bildirilmişti. Mustafa Kemal hemen: “Bana Yunan birliklerinin hareketlerine dair geçen haftaki raporları getirin !” diye, emir verdi. Bu raporları bir daha gözden geçirdikten sonra: “Bizim istihbarat yanılıyor !“ dedi. “Yenilen biz değiliz, düşmandır !”
      Zaman zaman, taktik icabı, askerlik bilimine uygun olarak, geri çekilmeler de yapılıyordu. Hatta gereğinde Ankara bile boşaltılabilecekti. Ancak Başkomutan gereksiz ve çarpışılmadan geri çekilmeleri affetmiyordu.
    Sakarya Savaşı'nın 5. gününde, 27 Ağustos 1921 de, çarpışmalar şiddetini artırarak devam ediyordu. Cephenin sol ucundaki Güzelcekale'nin yüksek tepeleri Yunanlıların eline geçti. Türkler, sert bir savunma yaparak adım adım çekildi.
    Daha önceki günlerde bu yeni stratejiyi geliştiren Mustafa Kemal, Alagöz köyündeki karargahında Yusuf İzzet Paşa'ya, "Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Yurdun her karış toprağı, yurttaşın kanıyla ıslanmadıkça düşmana bırakılamaz. Her birlik, ilk durabildiği noktada düşmana karşı yeni bir cephe kurup savaşmayı devam ettirir..." dedi. Daha sonra da bu yeni stratejiyi orduya günlük emirler arasında yayınladı.
    Mustafa Kemal'in savunma hatları, kısım kısım kırılıyordu. Fakat derhal kırılan her kısım, en yakın bir mesafede yeniden tesis ettiriliyordu. Böylece Yunanlılar, her ne kadar toprak kazanıyorlarsa da, ilerlemeleri gayet yavaş oluyordu. On günlük bir savaş sonunda, topu topu on beş kilometrelik yer kazanmışlardı. Papulas'ın hücumda, Mustafa Kemal'in savunmada uyguladığı ilkeleri uygulamasına olanak yoktu. Türk hatlarında bir gedik açabilen bir Yunan birliği, durup komşu birliklerin de aynı hatta varmalarını bekliyor, bu da Türklere takviye alıp toparlanmak için vakit kazandırıyordu.
    Ancak Türklerin durumu yine de tehlikeliydi. Yunanlılar saldırıyı, merkeze doğru yöneltmişken, bir kere daha sola doğru kaydırdılar. Hala Türk ordusunu yandan çevirip Ankara'ya doğru yürümeye uğraşıyorlardı. Bu cephede bazı ilerlemeler kaydederek Türkleri mevzilerinden çekilmek zorunda bıraktılar. Türk Cephesi, şimdi kendi mihveri üzerinde dönmüştü. Artık kuzeyden güneye değil, doğudan batıya uzanıyordu. Öyle ki, doğu ucundaki Yunan kuvvetleri, Ankara'ya, batı ucundaki Türklerden daha yakındılar.
    Savunmanın başarısı ve dolayısıyla Ankara'nın korunması, Çal Dağ'ın elde tutulmasına bağlıydı. Türklerin esaslı iki savunma mevzii arasında, üç yüz metre yükseklikteki bu geniş ve uzun silsile, Ankara'ya ulaşan tren yoluna ve bütün savaş alanına hakim durumda bulunuyordu. Bir sürüngenin sırt kemikleri gibi girintili çıkıntılı olan Çal Dağ, üzerinde gizlenilmesi ve savunulması güç olan bir yerdi. Mustafa Kemal: “Çal Dağ'ı almadıkları sürece korkulacak bir şey yok !” diyordu. “Ancak, alacak olurlarsa, çok dikkatli davranmamız gerekecek. Çünkü kolayca Haymana'yı işgal edebilir ve bizi kapana kıstırabilirler !”
    Ankara'dakiler; Çal Dağ düşse de onun arkasında daha bir sürü tepe bulunduğunu düşünerek, kendilerini avutabiliyorlardı. İçlerinden biri: “Biz her tepede bu kadar ölü verdirdikten sonra, düşman buraya gelinceye kadar elinde bir avuç asker kalır. Onları da sopa ile döveriz!” demişti. Ama cephede herkes, durumun çok nazik olduğunu biliyordu.             
    Netice olarak vuruşmalar ve muharebeler kazanıldı. Churchill'in özetlediği gibi, “Yunanlılar, kendilerini öyle bir siyasi ve askeri duruma sokmuşlardı ki burada nihai zaferden başka her şey bir yenilgi demekti. Türkler içinse, nihai yenilgiden başka her şey bir zafer sayılabilirdi. Türklerin başındaki savaşçı başbuğ, bu durumun hiçbir yönünü gözünden kaçırmıyordu.”
    Mustafa Kemal şimdi Fevzi ve İsmet Paşaların önerisi üzerine, Meclis tarafından Müşirliğe (Mareşalliğe) yükseltilmiş, ayrıca kendisine Gazi unvanı verilmişti. Böylece artık rütbesi bulunan bir subay, bir Başkomutan olmuştu.
    19 Mayıs 1919’da başlayan, çok önceden planlanan ve hazırlıklarına girişilen ulusal direniş, yokluklara rağmen başarıyla bitirildi. 1919 yılı direnişin şekillenmesiyle, 1920 yılı ulusal gayretlerin düzene girmesiyle, 1921 yılı son darbeye hazırlık savaşlarıyla, 1922 yılı da bu son darbe için hazırlıklar ve kesin zaferle sona erdi.
    1923 yılı ise yeni devletin uluslararası ve ulusal planda şekillenmesi ile sürdü ve Cumhuriyetimiz ilan edildi.


Şimşek, Peyami Safa

Yazar, başka romanlarında olduğu gibi, bu romanında da doğu – batı kültürleri arasındaki bariz farkları karakterlerde somutlaştırarak işlemiştir. Romanda; İstanbul’da yaşayan farklı yapıda bir ailenin başından geçen, değişik ve yasak ilişkiler yumağının bir sonucu olarak yaşanan, sonu felaketle biten bir olaylar zinciri, okuyucunun gözlerinin önüne başarılı bir şekilde resmedilmekte, yaşanan olaylar adeta okuyucuya da yaşatılmaktadır. Özelliklerini aşağıda arz edeceğimiz karakterlerden “Müfid” doğunun köhne, hayalci, duygusal, kaderci, hakkına razı ve o zamanki ahlak anlayışını saplantı haline getirmiş yönünü, “Sacid” ise batının en acımasız, gerçekçi, duygusuz, tuttuğunu koparan, hakkı ile yetinmeyen, hep daha fazlasını isteyen, o zamanki ahlak anlayışını benimsemediği gibi, hiçbir ahlaki kıstas tanımayan yönünü temsil etmektedir.

2.     ROMANINDA BAŞLICA KARAKTERLER:
        a.      Pervin: Romanın baş kahramanıdır. Alımlı, güzel bir kadındır. Erkek kahramanlardan Müfid ile evlidir. Eşini sevmektedir, ama eşinin dayısı olan Sacid ile ve başkalarıyla “istemeyerek” yasak aşklar yaşmaktadır. Annesi ve babası da benzer şekilde yaşadıkları için ayrıldıklarından, Pervin sağlıklı bir ortamda gelişimini tamamlayamamış, kişiliği bu şekilde şekillenmiştir. Bu nedenle, yaşanan bu dengesiz hayat kendisini rahatsız etmemektedir. Kendisini büyük bir aşkla seven o duygulu, o ince ruhlu kocası Müfid’e karşı içten şefkat ve vefa duygularıyla doludur, ama yaşam tarzlarının normal olduğunu zannetmektedir. İçinde yaşadığı arkadaş çevresinin çarpık ilişkiler yumağını tasvip etmemektedir, ancak kendisi istemeyerek de olsa bu zincirin halkalarından biridir. Yalnız, Pervin’in diğerlerinden bir farkı vardır ki, bu fark onu diğerlerine nazaran asil kılmaktadır: Diğerleri bu işleri sadece zevklerini tatmin için yaptıkları halde, Pervin ‘severek’ yapmaktadır. Yani bütün partnerlerini sevmektedir.
       b.      Müfid: Yazar, doğunun geri kalmasına neden olabilecek ne kadar köhne zihniyet ve özellik varsa Müfid’in kişiliğinde toplamıştır. Yazarın ifadesiyle “bu; kendisine hüzünden başka bir hissin tavrı yaraşmayan melül” bir adamdır. Bakımsız, hastalıklardan bir türlü başını kurtaramayan, Pervin’e körü körüne aşık, eşine aşırı güven nedeniyle uzunca süre aldatıldığının farkında bile olmayan, aldatılma emarelerini gördükten sonra olayı tam olarak aydınlatmak yerine hep şüphe içinde kalan; küçücük sözlerden, mimiklerden etkilenecek kadar hassas; kendinden çok başkalarını düşünen; dünyasının büyük kısmını kapsayacak, hatta vücuduna zarar verecek kadar iç derinliğine sahip ve duygulu; yazarın tabiriyle ve o zamanın anlayışıyla “mefkureci”, ancak mefkuresini gerçekleştirebilecek azmi, iradesi, gayreti ve enerjisi olmayan  bir delikanlıdır.
        c.      Sacid: Müfid’in tam tersi olarak, batının ne kadar kötü özelliği varsa onun benliğinde toplanmıştır. Talepkar, bakımlı ve enerjik, tuttuğunu koparan, ama bu özelliklerini hep kötüye kullanan; kendi egosunu tatmin yolunda her şeyi yapabilen ve karşı tarafı hiç düşünmeyen; yeğeninin eşi ile cinsel ilişkiye girebilecek, hatta başkalarıyla ilişkiye girmesine göz yumabilecek derecede ahlaki değerlerden yoksun; aşk, sevgi, vefa gibi hiçbir duyguları olmayan; Pervin’le ve başkalarıyla sırf zevk için beraber olan; acımasız, şüpheci; insanları kontrol altına alan; mefkuresi filan olmayan, sadece kendini düşünen bir insandır. Kendisiyle aynı karakterdeki babası Mahmud Paşa’dan kalma köşkte, Pervin ve Müfid ile birlikte yaşamaktadır. Pervin’i ve başkalarını istediği gibi etkileyebilmekte, ortamı kendi çıkarı doğrultusunda şekillendirebilmektedir. Bu durum romanda şu ifadeyle betimlenmiştir: ”Pervin Sacid’in yüzüne bakarken daima korku duyuyordu. Bu erkek ona hem korku veriyor, hem de cezbediyordu.”
        d.      Ali: Ortamın bilge kahramanıdır. Dürüst, mantıklı, olaylara global yaklaşabilen bir insandır. Herkesin sırlarını bilir ama kimsenin sırrını bir başkasına vermez. Başı sıkışan, depresyona giren, partneriyle bir sorun yaşayan ona gelir, rahatlar, tavsiyeler alır, gider. Peyami Safa bu karakterde kendini yansımıştır.
        e.      Diğer karakterler olan Arif, Behire, Melike, Suat ve birkaç kişi daha Sacid ile Pervin’in kendilerine benzer arkadaş çevresi olup, tali karakterlerdir.

2.     ROMANDA GEÇEN HİKAYENİN KISA ÖZETİ:
    Pervin, kocası Müfid ve Müfid’in dayısı Sacid, babadan kalma köşkte hep birlikte yaşamaktadırlar. Pervin ve Sacid, Müfid’in farkında olmadığı yasak bir aşk yaşamaktadırlar. Müfid konuyu başlangıçta bilmediği halde, Sacid ile karısının aynı mekanda bulunduklarını bilmekten son derece rahatsızdır ve başka bir eve taşınmak istemektedir. Bu nedenle evde çeşitli huzursuzluklar yaşanır. Zavallı Müfid karısının bir melek olduğunu zannetmektedir.
    Bir gün evde arkadaşlar arası, her zaman yapılageldiği şekilde bir toplantı olur. Müfid, Sacid ve Pervin’in bu arkadaşlarının durumlarını az da olsa bilmekte ve karısının onlarla aynı ortamı paylaşmasına hiç tahammül edememektedir. Onların sohbetinden de hoşlanmamakta, bulundukları toplantıları bir bahaneyle terk etmektedir. İlk kez bu toplantıda geçen bazı imalı konuşmalardan, Müfid’in içine korkunç bir şüphe düşer. Etrafa hissettirmeden durumu araştırmaya başlar. İlk olarak Pervin’in çantasında Arif’in  telefon numarasını bulur ve Pervin – Arif ilişkisine dair bulgular elde eder. Ancak hiçbir zaman konuyu sonuna kadar araştırmaz ve karısının kendisini aldattığına tam olarak inanmaz.
    Pervin – Sacid  ilişkisine dair emareler de baş gösterince bu durumu Ali ile paylaşır. Ali hiçbir sır vermez, ancak kendisi şüphelerinde haklı olduğunu anlar. Pervin’in, Sacid ile ilişkisine dair daha belirgin emareler vermesiyle birlikte, yine sonuna kadar araştırmaz, Pervin’le kavga eder, köşkten ayrılır ve halasının evine yerleşir. Burada aşk ve şüphenin bir araya gelmesinden doğan acıya ve ayrılığa dayanamayarak verem olur. Aylarca bu hastalıkla mücadele eder. Hastalığı ilerler ve iyice yatağa bağımlı hale gelir. Ali ve başkaları Pervin ile aralarını yeniden yapmaya çalışsalar da başarılı olunmaz. Bu arada Pervin derin bir vicdan azabı duymakla birlikte, aynı şekilde yaşamaya devam etmektedir.
    Müfid’in artık iyice zayıf düştüğü sıralarda; sırlarını paylaştığı arkadaşı Ali; sırf insani düşüncelerle, Pervin, Sacid, ve diğer arkadaşları Müfid’in kaldığı yerde toplar. Hastanın artık son zamanlarının geldiği iyice belli olmaktadır. Sohbetten ve yemekten sonra herkes bir odaya dağılır. Pervin ile Sacid Müfid’in yanında kalırlar. Şimşekli, yağmurlu bir gecedir. Pervin ile Sacid, Müfid ile bir süre ilgilendikten sonra bir kanepeye çekilirler. Şimşekler çakmaktadır. Pervin’in vicdani duygular nedeniyle istememesine rağmen, Sacid; Müfid’in kendilerini göremeyeceği düşüncesinin verdiği rahatlıkla, malum eylemlerini hastanın odasında da yapmaya başlar. Müfid şimşeklerin etkisiyle ve seslerle uyanır, doğrulur, ve bir daha şimşek çakmasıyla, gerçeği bütün çıplaklığıyla görür. Onlar da onu görürler ve hemen dışarı kaçarlar.
    Gerçeğin bu şekilde görülmesi ile birlikte, sanki bir mucize olur ve Müfid aylardır kalkamadığı yataktan kalkar, odasından aşağı inerek karanlıkta eline bir bıçak alır. Sacid ile Pervin evin dışındadırlar. Sacid merakından karanlıkta evin içine girer ve elinde bıçakla bekleyen Müfid canının ve enerjisinin son damlasıyla Sacid’i öldürür, kendisi de beraber ölür. Olayın vahametini görür görmez Pervin “akli hercümerce” girer, şuurunu, benliğini kaybeder, gecenin bir vakti çığlıklar içinde gecelikleriyle ortadan kaybolur. İsmini bile hatırlayamaz halde ertesi gün mahalle sakinleri tarafından ancak bulunabilir. Dost ve arkadaşları hemen tedavisi için gereğini yapmaya çalışırlar ama bütün gayretler nafiledir. Çünkü hiç kimse o gece orada neler olduğunu bilmemektedir ve bu hastalığa hiçbir teşhis konamaz.
    Romanın son paragrafında ve arka kapağında şu satırlar yazılıdır: “Hiç kimse, bir şimşek aydınlığı gördükçe Pervin’in niçin haykırdığını, niçin saçını başını yolduğunu, kendini yerlere attığını niçin kafasını döşemelere vurduğunu, niçin tepindiğini anlamıyor, çünkü bu anda hastanın gözleri önüne gelen manzarayı bilmiyor, bu onlar için edebi bir meçhuldür, bunu yalnız biz, bu haileyi en yakından, bu haileyi içinden seyredenler, bunu yalnız biz (yani bu romanı okuyanlar) biliyoruz.”

Suç ve Ceza, Dostoyevski

Dört aydır evin kirasını verememişti. Evin sahibi onu mahkemeye verecekti.
Uzun süreden beri hasta olmasına rağmen yaşlı Teteri kadının evine gidebilirdi. Daha önceki yüksüğe 1.5 Ruble veren kadın yeni getirdiği saate baktı ve “1.5 Ruble” dedi. Raskonikov kabul etmek zorundaydı çünkü kata çıkana kadar kimseyle karşılaşmamıştı. Yaşlı kadın, kız kardeşi ile beraber kalıyordu evde. Çok zengin olmasına rağmen, kız kardeşi hiç miras bırakmayacaktı. Kız kardeşini çoğu zaman döver, onun her işini takip etmesi gerektiğini düşünürdü.
Raskolnikov 1.5 Rubleyi aldı ve dışarı çıkıp bir meyhaneye gitti. Marmeladov yan masada oturuyor olmasına rağmen taşınıp sohbet etmekten kendini almamıştı. Marmeladov eşini çok seviyordu ve üç çocuğunu da; ama çok içyordu. O kadar ki ailenin geçimi için Sonya fahişelik yapmak zorunda kalmıştı. “Ne kadar fedakar bir kız bu Sonya” diye düşünmekten kendini almamıştı. Raskolnikov. Marmeladov ‘un evine gittiklerinde eşi haykırışla onları yumruklamaya başladı. Hep içiyordu ve evdeki 20 Rubleyi götürüp içkiye vermişti. Marmeladov’a Raskolnikov cebindeki 50 Kapik’i oraya bırakarak uzaklaştı. Eve geldi, yorgundu. Nastasya bir mektup getirdi. Raskolnikov heyecanla okumaya başladı mektubu. Annesinden gelmişti mektup. Annesi kız kardeşi Dunya’dan bahsediyordu. Dunya, Luzhin adında çift memurluğu olan 45 yaşındaki biriyle evlenecekti. Hem Luzhin onların eşyalarıyla beraber Petersbur’ga gelmesi için yardım edecek, gelmelerini sağlayacaktı. Annesi, 60 mil ötedeki tren yoluna gitmek için bir araba ayarladığını, trende ise 3 ncü sınıfta güzel bir yolculuk yaptıktan sonra Petersburg’a gideceklerini ve onu çok özlediğini yazıyordu.
Raskolnikov “Bu evlilik olmayacak” diye düşündü. Dışarı çıktı ve birkaç saat dolaştıktan sonra yorgun düşüp bir yerde uyukladı. Kötü bir rüya gördükten sonra uyandı. Eve gitti. Saat 7’ye yaklaşıyordu. Saat uygundu. Aşağıdaki baltayı alacak kimseye gözükmeden yaşlı tefeci kadının evine gitti. İçeri girerken onu kimse görmemişti. 2 nci katta boya yapan adamlarda onu yukarı çıkarken görmemişlerdi.
Tefeci kadının evine girdi ve ona bir kültablası uzattı. Kadın kültablasına bakarken baltayı kafasına indirmişti. Kadının ölü bedeni yerde yatıyordu. İçeri daldı ve dolaptan sadece rehin verilmiş, birkaç parça altını cebine aldı. Yaşlı kadının kız kardeşiyle içeride karşılaştı. Kızın şaşkın bakışları altında baltayla onu da öldürdü. Doğrusu bir kişinin toplumdaki binlerce kişinin refahı ve mutluluğu için ölmesinin bir zararı yoktu. Üstelik bu tefeci kadın çok kötü biriydi. Kapıda birkaç kişi kapıyı vuruyorlardı. Raskolnikov titriyor, dışarı çıkıp her şeyi itiraf etmek istiyordu ama yapmadı. Dışardakilerden biri kapının içeriden sürgülü olduğunu fark etti. Yaşlı kadına bir şey olduğunun farkına vardılar. İki kişi Kapıcıyı çağırmak için aşağı indi. Bu kaçmak için tam fırsattı, Raskolnikov kapıyı açtı, hızla merdivenlerden inmeye başladı, aşağıdan gürültü gelmeye başlayınca Raskolnikov boyacıların dairesinin kapısının arkasına saklandı ve kapıcı ile üç adam yukarı çıkınca o da dışarı çıkıp değişik bir yoldan eve gitti. Baltayı aldığı yere bıraktı. Çok korkmuştu ve titriyordu. Aldığı mücevherleri ve kıymetli takıları dışarıda bir yerde saklamayı ihmal etmedi.
“2 gün geçti hala uyanmadı” diye düşünüyordu Üniversite arkadaşı Razumihin. Doktor Zozimov hastalığı atıp kendisine geleceğini söylüyordu. Ama Raskolnikov uyanınca arkadaşını ve doktoru isteksiz bir vaziyette evden kovdu ve dışarı gidip bir bara oturdu. Eski gazeteleri okurken yanına gelen bir polis memuru melenkolik ve deli bir ruh haliyle cinayetten bahsedip, üstü kapalı her şeyi anlattı. Korktuğunu, endişelendiğini hiç hissettirmedi.
Ertesi gün eve geldiğinde annesi ve kız kardeşi Dunya’ nın kendisini beklediklerini gördü. Çocuğun halini gören anne şaşkınlıkla titriyordu. Onu ertesi gün bay Luzbinin geleceği görüşmeye çağırırken korkmuştu. Ertesi gün bay Luzbin onları ziyaret etttiğinde, Raskolnikov haklı çıkmanın gururu ile gülüyordu. Bay Luzbin kız kardeşi çok aşağılamış, onların fakir bir aile olduğunu değerlendirerek fazla istekte bulununca evden kovulmuştu. Hemen ardından Raskolnikov “elveda” diyerek evden ayrıldı. İnanamıyordum. Annesi oğlunun bu tavırla doğrusu ağlamaktan başka yapacak bir şeyleri yoktu. Raskolnikov melankolik halde evi terk ederken her nasılsa arkadaşı Razumihin’e onları emanet etmeyi de ihmal etmemişti.
Bay Marmeledov’un cenazesi için evine gittiğinde Sonya’da oradaydı Sonya’ya karşı inanılmaz bir his içindeydi. Ailesi için Sonya’nın yaptığı fedakarlık onun gözlerini büyülemişti. Birkaç gün boyunca Sonya’yı düşündü ve fırsat buldukça onunla konuşmaya çalışarak geçirdi vaktini.
Polis memuru porifiri Raskolnikov’un (Mihailovis adında genç biri cinayeti işlediğini itiraf etmiş olmasına rağmen) cinayet işlediğini biliyor ve onun psikolojik durumunu bildiği için, itiraf etmesi için onu sıkıştırıyor ama tutuklamayacağını söylüyordu. Cinayeti işlediğini Sonya’ya itiraf etmişti. Sonya’da Raskolnikov’a “gidip teslim olmasını, yere kapanıp Allah’tan ve insanlardan özür dilemesini” istiyordu.
Sonuç olarak Raskolnikov vicdanının verdiği acıya dayanamayıp suçunu polise itiraf etti. 1.5 yıldır Sibirya’daydı Raskolnikov. Petersburg’da, Razumuhin ve kardeşi Dunya evlenmişlerdi. Mahkeme Raskolnikov’un iyi hali, parayı kullanmadığı, daha önceki yaşamında verimli bir üniversite öğrenimi yaptığı, fedakar kişiliği ve kendi kendine teslim olmasından dolayı, çok az bir cezayla 8 yıl kürek mahkumiyetine çarptırıldı. Raskolnikov’u Sonya her gün ziyaret ediyordu. Sibirya da ailesi ile sürekli mektuplaşan Sonya, Razumuhin ve Dunya’nın tek haber kaynağıydı. Raskolnikov,Sonya’nın sevgisi ile hayata bağlandı ve geleceğin planlarını beraber hayal etmeye başladılar.

Sofie'nin Dünyası, Jostein Gaarder

Sofie Amundersen okuldan eve dönerken bahçe kapısını açmadan önce posta kutusuna bakar. Posta kutusunda birçok zarfla birlikte kendisine bir zarf olduğunu görür. Üstünde kendi adını görür. Üstünde pul bile yapıstırılı değildir. İçinde küçük bir kâğıt çıkar. Tek bir soru vardır. Kimsin sen?
Bir bilse! Sofie Amundersen. Peki ama kimdi bu Sofie Amundersen iste bunu doğru anlamış değildi.
Kim olduğunu bilmemesi komik değil miydi? Kendi görünüşünü bilmemek biraz fazla kaçmıyor muydu? Arkadaşlarını seçebilirdi ama kendisini seçmemişti. Hatta insan olmaya bile karar verememişti.
İnsan neydi peki? Şimdi dünyadayım dedi kendi kendine. Ölümden sonra bir hayat var mıydı? Var oluşunu ne kadar düşünürse düşünsün hemen yaşamın sonu olduğu geliveriyordu aklına. Bunun tam terside geçerliydi. Bir gün yok olacağını kuvvetle hissederse yaşamın nasıl sonsuz bir değere sahip olduğunu da asıl o zaman anlıyordu. Yaşam ve ölüm aynı şeyin iki yüzüydü.
İnsan öleceğini fark etmiyorsa var oluşunu da yaşayamaz. Bir yandan yaşamın ne kadar harika olduğunu düşünmeden de, ölmek zorunda olduğumuzu düşünmek imkansız.
Sofie’nin ismine yazılı zarflar gelmeye devam ediyordu. Bunların kimden geldiği belli değildi. Başka bir zarftan bir soru daha çıkmıştı. Dünya nerden çıkmıştı? Bunu hiç kimse bilemez ki! Esrarengiz mektuplar Sofie’nin başını döndürmüştü. Canı sıkıldığında gittiği mağarasına gitti. Saklanmak istediğinde hep böyle yapardı. Dünyanın o muazzam uzaydaki küçük bir gezegen olduğunu Sofie’de biliyordu. Uzayda nereden çıkmıştı ki?
Tabi uzayın hep var olduğunu da düşünebilirdi. Nereden geldiği sorusuna cevap bulmakta gerekmezdi o zaman. Ama herhangi bir şeyin var olması mümkün müydü? Var olan her şeyin bir başlangıcı olmalıydı. Demek ki uzayda herhangi bir zamanda bir yerden çıkmıştı.
Okulda dünyayı tanrının yarattığını öğrenmişlerdi. Tanrı her şeyi yaratabilirdi, ama yaratıcı bir “Kendi “ olmadan önce kendini yaratamazdı! Öyle ise tek bir ihtimal vardı: Tanrı vardı.
Bundan sonra Sofie’ye kartpostallar gelmeye başlar. Damga da BM Taburu yazılıdır. Adresi okuyunca daha da çok şaşırır. “Hilde Moller Knag, Sofie Amundsen eliyle Kloverveien 3” adres doğruydu. Kart Hilde’ye yazılmıştı. 15’inci doğum gününü kutlamak için yazılmıştı, Ama Sofie bunun kendisi ile ilgisini anlayamamıştı.
Başka bir gün büyük bir zarf bulur. Zarfta kendi ismi yazılıdır. Zarfın öbür yüzünde şöyle yazılıdır. “Felsefe Kursu” büyük bir özen göstermek gerek. Sofie hemen mağarasına girer zarfı açar hemen okumaya başlar. Felsefe nedir, felseyeye yaklaşmanın en iyi yolu felsefi sorular sormaktır. “Dünya nasıl yaratıldı, olup bitenin arkasında bir irade var mı? Ölümden sonra bir hayat var mıdır?’’ Felsefede sorular sormak onlara cevap bulmak daha kolaydır. Buna rağmen her sorunun bir cevabı vardır.
Sofie bu şekilde bir felsefe kursuna başlar. Mektupla Alberto Knox tarafından gelmektedir. İyi bir filozof olmak için gereksindiğimiz tek şey hayret etme yeteneğimizdir. Filozoflar için dünya kavranamaz bir şey, sırlarla dolu bir bulmacadır.
Sofie aldığı mektuplarla allak bullak olmuştur. Annesi de bunu fark etmiştir. Mektupların aşk mektubu olduğunu sanmıştır.
İlk olarak Doğa Filozoflarına değinmişti. İlk Yunan Filozlarının çalışmaları doğadaki değişikliklerin ardında yatan ilk maddeye dayanan sorularla ilgiliydi.
“Her şey akar” demişti Herakleitos. Buna karşılık Parmenides hiçbir şey değişmez demişti. Empedokles’e göre doğada dört ilk madde vardı; Toprak, hava, ateş ve su. Thales’e göre her şeyin kökeni sudur. Anaksagoras’a göre doğa gözle görülemeyen çok küçük parçalardan oluşmuştur.
Sofie tanımadığı felsefe öğretmeninden gelen mektupları saklıyordu. Atom kuramını ortaya atanda Demokritos’tu.
Sofie felsefe öğretmenini çok merak ediyordu. Mektupları Hermes adlı bir köpek getiriyordu. Öğretmeni çok yakında tanışacaklarını yazıyordu.
Sokrates insanların doğru kavrayışı “Doğurmasına “ yardımcı olmayı görev bilmiştir. Gerçek bilgi kişinin kendi içinden gelmek zorundadır. Gerçek kavrayış budur. Sokrat rasyonalistti. İnsanın içindeki vicdanın tanrısal bir ses olduğunu ve neyin doğru olduğunu bildirdiğini söylemişti. Doğru bilginin doğru davranışa yol açacağını söylemişti.
Platon’u ilgilendiren bir yandan hiç değişmeyen kalıcı şeylerle, diğer yandan sürekli akan şeyler arasında ilişkiydi. Platon hem dünyada hem doğada hem de ahlak ve toplumda değişmez olanla ilgileniyordu. Platon doğadaki tüm görüntüleri ebedi biçimlerin ya da fikirlerin gölgelerinden ibaret sayıyordu.
Sofie’nin felsefe öğretmeni ormanda gölün kıyısında bir kulübede kalmaktadır. Burası binbaşının kulübesidir. Sofie bu kulübeyi kimse yokken ziyaret eder. Kulübede Hilde’ye yazılmış birçok kartpostal vardır. Bunların aynısından kendisine de gelmiştir. Sihirli bir ayna görür kulübede. Aynada gördüğü Sofie kendisine göz kırpmaktadır. Sofie oldukça korkmuştur. Kulübeden çıkmak üzere iken kendi adına bir zarf görür. Zarfı alarak kulübeden çıkar. Hem çok şaşırmış hem de korkmuştur.
Sofie felsefe kursuna devam ediyordu. Sıra Aristoteles’e gelmişti. Aristoteles en yüksek derecedeki gerçeğin duyularla algılanan ya da duyumsanan şeyler olduğundan emindi. Önce duyulardan var olmayan hiçbir şeyin bilinçte de var olamayacağını vurgulamıştır.
Helenizmin en belirgin özelliği çeşitli kültürler arasındaki sınırların ortadan kalkmasıydı. Kinikler’e göre ‘’gerçek mutluluğun maddi lüks, politik, iktidar ve sağlık gibi dış şeylere bağlı değildir ve gerçek mutluluğa herkes ulaşabilir.’’ Epikuros ta ‘’ölüm bizi ilgilendirmez, var olduğumuz sürece ölüm ortada yoktur ölüm geldiği anda biz yokuz.’’ demiştir.
Sofie esrarengiz bir şekilde kartpostal almaya devam ediyordu. Kartpostallar hep 15 Haziran tarihliydi ve Hilde’nin doğum gününü kutluyordu. Bu notlar bazen açılmamış bir muzun kabuğunun içinde bazen bir uçağın arkasına açılmış pankartta bazen de mutfak camına yapıştırılmış kartpostallarla geliyordu. Sofie her şeyin nasıl bir bağlantı içinde olduğunu anlayamıyordu. Acaba Hilde Sofie’yi tanıyor muydu?
Sofie öğretmeniyle ilk kez Meryem Ana Kilisesinde buluşur. Öğretmeni Alberto, burada Ortaçağdan bahseder. Ortaçağda ilk üniversiteler kurulmuştur. Çeşitli uluslar çıkmıştır. Bizans ortaçağı ve Roma ortaçağ Katolik şeklinde ayrıydı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu da eskiden Roma İmparatorluğuna dâhildi. Ama ortaçağda yeni bir kültür gelişti. Bu bölgede Arapça konuşulan İslam kültürü tüm ortaçağ boyunca matematik, kimya, astronomi, tıp gibi bilim dallarında öncü rolü oynadılar. Bugünkü Arap sayılarını kullandılar. İspanya’daki Müslümanlar Arap etkisini, Yunan ve Bizans da Yunan etkisini taşıdı ve sonra Rönesans başladı. Antik kültür yeniden doğdu. Yunan filozları ile kutsal kitaplar arasında nasıl bir ilişki vardı. Kutsal kitap ile akıl arasında çelişki söz konusu muydu, yoksa inanç ve bilgi uzlaşabilir miydi? Ortaçağ felsefesi bu sorular etrafında dönüyordu.
Rönesans’ta çok önemli üç buluş oldu: pusula, barut ve matbaa. Yeni silahlar Avrupayı Amerika ve Asya karşısında üstün kılmıştı. Kitap basımı da Rönesans hümanizmine özgü fikirlerin yayılabilmesi için gerekliydi. Pusula, deniz yolculuğunu kolaylaştırdı. Büyük keşif gezilerinde önemli rol oynadı.
Astronomide de, teleskop yepyeni olanaklar doğurmuştur. Barok döneminde birçok bakımdan gösteriş ve budalalık hâkimdi. Barok dönemi binaları bol kıvrık süslemelerle doluydu. Politika ise sinsice cinayetler düzenler ve entrikalarla yürütülürdü. Seakespare bir ayağı Rönesans ta bir ayağı barokta eser vermiştir.
Descartes, yeniçağ felsefesini kurmuştur. Öncelikle ilgilendiği konu, bilgimizin kesinliğiydi. İkinci konu ise bedenle ruh arasındaki ilişkiydi.
Spinoza’ya göre tanrı dünyayı bir kez yaratıp sonrada yarattığı şeyin başında duran biri değildir. Tanrı dünyanın kendisidir. Tanrı ile doğa arasında eşit işareti koyup Tanrı eşittir Doğa demiştir. Spinoza’ya göre insanın tutkuları, onu gerçek mutluluk ve uyuma ulaşmaktan alıkoymaktadır.
Sofie’nin annesi kızının garip davranışlarından dolayı endişeye kapılmıştır. Sofie annesine felsefe dersi aldığını anlatmış, ama esrarengiz kartpostallardan bahsetmemişti. Annesi felsefe öğretmeni Alberto’yla tanışmak istemekteydi. Sofie 15 inci yaş günü partisine öğretmeni Alberto’yu da davet edeceğini söyledi. Annesi buna çok sevindi.
Binbaşının Hilda”ya gönderdiği 15 inci yaş günün kutlama mesajları artmıştı. Alberto’nun köpeği helmes konuşarak doğum günün kutlu olsun Hilda demişti. Sofie adeta taş kesilmişti. Sofie bunu Alberto”ya anlatır. Öğretmeni yakında bütün bu bilmecenin çözüleceğini söyler.
Felsefe kursu devam etmekteydi. Hiçbir bilince sahip olamayacağınız görüşüne empirizm denir. Locke, insanların düşünce ve tasavvurlarının nereden geldiğini sorar. İkinci olarak da duyularımızın bize bildirdiği şeylere güvenip güvenmeyeceğimizin meselesiyle ilgilenir. Enpirizm’in ikinci filozofu Hume’dir. Hume’nin yapmak istediği, tek tek her tasavvuru inceleyerek onun gerçeklikte bulamayacağımız şekilde birleştirilmiş olup olmadığını sınamaktı. Şu soruyu soruyor Hume: Bu tasavvur hangi izlenimden kaynaklanır?
George Berkeley, İrlandalı bir piskopostu. Berkeley’e göre gördüğümüz ve hissettiğimiz her şey tanrının gücünün bir etkisidir. Çünkü tanrı her an bilincimizdedir ve sürekli karşı karşıya bulunduğumuz türlü çeşitli duyumların bizde yeniden var olmasını sağlar. Var olan her şeyin tek nedeni tanrıdır.
Hilde sabah uyandığında masasının üstünde bir paket bulur. Bu babasından gelen doğum günü hediyesidir. Hilde paketi açtığında bir klasörle karşılaşır. Babası Hilde için bir kitap yazmıştır. Kitabın adı da ‘’SOFİE’NİN DÜNYASI’’ dır.
Sofie ve öğretmeni Alberto bu kitap içinde geçen masal kahramanlarıdır. Albert Knag kızı Hilde’ye felsefe dersini bu kitap içinde vermek istemiştir. Sonunda Alberto ve Sofie masal kahramanı olduğunu anlamışlardır. Alberto bu masal dünyasından çıkabilmek için felsefe kursunu bitirmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Sıra Fransız aydınlanma çağına gelmişti. Fransız aydınlanma çağından kısaca rasyonelizm diye bahsedilir. Doğa bilimi doğanın akla uygun bir şekilde kurulmuş olduğunu saptamıştı. Aydınlanma filozofları Ahlak, Etik ve Dini de hiç değişmeyen insan aklıyla uyumlu bir temele oturtmayı kendilerine bunun gibi görev edinmişlerdi.  Aydınlanma düşüncesi bu eylemin sonucudur. Aydınlanma çağında eğitime büyük önem verilmiştir. Pedoloji bilim olarak ortaya çıkmıştır.
İmmanuel Kant’a göre her şey nedensellik yasasına göre gerçekleşiyordu. Gerçek; özgürlük, arzu ve tutkuları aşabilmekte yatıyordu. Kant’a göre bir davranışı ahlaki açıdan doğru kabul etmek için doğru anlayışa bakmak gerekir, eylemin vardığı sonuca değil. Kant rasyonalistler ve ampiristler arasındaki çatışma sonucu felsefenin girdiği açmazdan bir çıkış yolu göstermeyi başarmıştır. Kant’la birlikte Romantik bir dönem başlamıştır. Romantizmin başta gelen erdemi tembelliktir. Bir romantiğin görevi kendini yaşama bırakmak ya da hayallere dalıp ondan uzaklaşmaktır. Gündelik meselelerle uğraşmak küçük burjuvaların işiydi. Romantik dönem, felsefe edebiyat, sanat, bilim ve müziği bir arada kapsayan dönemdi.
Romantik çağın filozoflarından George Wilhelm Friedrich Hegel romantik çağın filozofudur. Hegel bilginin üç aşamasını Tez, Antitez ve Sentez olarak adlandırmıştır. Hegel’de akıl dinamiktir. Gerçeklik karşıtlıklarla dolu olduğu için gerçekliğin betimlenmesi de çelişkiler içermek zorundadır.
Kierkegaard’a göre var oluşun üç biçimi olabilir. Estetik aşama, Etik aşama ve Dini aşamadır.
Karl Marx, toplumunda maddi ekonomik ve toplumsal ilişkileri altyapı olarak adlandırmıştır. Toplumdaki düşünüş tarzı, politik kurumlar, yasalar, din, ahlak, sanat ve bilime üst yapı deniyordu. Bir toplumda alt yapı ile üst yapı birbirini karşılıklı etkiler. Marx bunu reddetseydi bir mekanik materyalist olurdu ama alt yapı ile üst yapı arasındaki karşılıklı ilişkinin bir gerilim olduğunu fark ettiği için onun diyalekttik materyalist olduğu kabul edilir.
Darwin, ‘’Bir ve aynı türe ait bireyler arasında, sürekli görülen farklılıklar ve yüksek doğum oranları yeryüzündeki yaşamın gelişmesinin hammaddesini yada malzemesini oluşturur’’ demiştir. Var olmanın mücadelesindeki doğal seçim bu evrimin mekanizması yada itici gücüdür. Doğal seçilim her zaman en güçlü yada ortama en iyi uyum sağlamış olanların hayatta kalmasını sağlar. Darwin, insanın çıkışı adlı kitabında hayvanlar ve insanlar arasında büyük benzerliklere işaret ederek insanların ve insansal maymunların bir zamanlar aynı kökten çıktığını savunuyordu.
Freud’a göre, insan bilinci insan ruhunun ancak küçük bir bölümünü oluşturur. Bilincinde olduğumuz şeyler buzdağının görünen kısmıdır. Su yüzeyinin ya da bilinç eşiğinin altında bilinç altı ya da bilinç dışı yatmaktadır.
Yirminci yüzyılda önem kazanan diğer bir filozofta Friedrich Nietzsche’dir. Köle ahlakı olarak nitelediği Hıristiyan ahlakına karşı çıkıyordu. Tüm değerleri yeniden değerlendirme yolunda yaptığı çağrıdan söz edilir. Böylece güçlülerin yaşamını gelişmesi zayıflar tarafından engellenmemiş olacaktı. Bu dünyaya sadık kalın, dünya ötesine ait umutlar dağıtanlara kanmayın diyordu.
15 Haziran tarihi gittikçe yaklaşıyordu. Alberto ile Sofie girdikleri bir kitapçıda kendi kitaplarını gördüler. SOFİE”NİN DÜNYASI Alberto ve Sofie binbaşının kendilerine oynadığı oyundan rahatsız olurlar ve Hilde’den yardım isterler. Hilde’de babasına küçük bir oyun hazırlar. Babasının Lübnan’dan dönerken aktarma yapacağı havaalanında üç saat beklemesi gerekiyordur. Hilde teyzesinin de yardımıyla Havanalına küçük kartpostallar asar ve bu şekilde babasını yönlendirir. Binbaşı gözetlendiğini ve Hilde’nin havaalanında olduğunu düşünür. Ama kitap yazarken kendi de Sofie’ye böyle şaşırtıcı kartlar göndermiştir. İlk kez onların neler hissettiğini anlar.
Sofie 15’inci yaş günü partisinde annesiyle Alberto’yu tanıştırır. Partide garip olaylar olmaktadır. Bunu binbaşı yazmaktadır. Sofie ve Alberto binbaşının kurgusundan kaçmaya çalışırlar ve bunu başarırlar. Artık yüzyıllardan beri masal kahramanlarının bulunduğu bir âlemde yaşamaya başlarlar.
Binbaşı eve döndüğünde kızına kitabı ona felsefe tarihini öğretmek için yazdığını anlatır.

The Walking Dead - 4.Sezon 7.Bölüm

The Walking Dead  - 4.Sezon 7.Bölüm

Beklenen an geldi ve Vali geri döndü. Ama üçüncü sezondaki validen eser yok. Tuttuğunu koparan tam bir lider potansiyeline sahip olan o vali şimdi hayata küsmüş istediklerini yerine getirememiş ve intikam ateşiyle yanıp tutuşmaya başlamış. Bundan önceki bölümde o insanlara ettiği yardım bizi yanıltabilir. Madalyonun diğer tarafını Vali ile Rick'in karşılaşmasında göreceğiz. Rick ve grubunu da gözler aramıyor değil.

23 Kasım 2013 Cumartesi

FECR-İ ATİ DÖNEMİNDE ŞİİR ANLAYIŞI-FECR-İ ATİ DÖNEMİNDE COŞKU VE HEYECANI DİLE GETİREN METİNLER-FECR-İ ATİ ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ

FECR-İ ATİ DÖNEMİNDE ŞİİR ANLAYIŞI,FECR-İ ATİ DÖNEMİNDE COŞKU VE HEYECANI DİLE GETİREN METİNLER,FECR-İ ATİ ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ,FECR-İ ATİ ŞİİRİ,FECR-İ ATİ ŞİİRİNİN NİTELİKLERİ

FECR-İ ATİ DÖNEMİNDE COŞKU VE HEYECANI DİLE GETİREN METİNLER 

Fecr-i Ati sanatçıları, Servet-i Fünun sanatçıları ile aynı niteliklere sahip şiirler yazmışlardır, onlarla aynı malzemeleri kullanmışlardır. Fecr-i Ati sanatçıları, Batı edebiyatını daha yakından izlemişlerdir. Bu dönem­de şiir adına Ahmet Haşim'in "Göl Saatleri", Tahsin Na­hit'in "Rûh-ı Bîkayd", Celal Sahir'in "Siyah Kitap", Meh­met Behçet'in "Erganun" adlı kitapları gösterilebilir.

Fec'r-i Âti Şiirinin Genel Özellikleri:
"Sanat, sanat içindir." görüşüne bağlı kalarak eserlerinin oluşturmuşlardır.
Daha çok "tabiat ve aşk" temaları işlenmiştir.
Duygusal ve romantik şiirler yazılmıştır.
Tabiat tasvirleri gerçeklerden uzak ve sübjektiftir.
Çoğunlukla aruz ölçüsü kullanılmıştır.
"Kulak için kafiye" anlayışı esas alınmıştır.
Serbest müstezat nazım türü daha da geliştirilmiştir.
Fransız edebiyatı örnek alınmıştır.
Bu dönem sanatçıları sembolizm, parnasizm ve empresyonizm akımla­rından etkilenilmiştir.
Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü ağır, süslü bir dil kullanılmıştır.

12. SINIF DİL VE ANLATIM DERSİ KONULARI-12. SINIF DİL VE ANLATIM MÜFREDATI-12. SINIF DİL VE ANLATIM DERSİ KONU ANLATIM LİSTESİ

12. SINIF DİL VE ANLATIM DERSİ KONULARI,lise son dil ve anlatım konu anlatımları, 12. SINIF DİL VE ANLATIM MÜFREDATI,12. SINIF DİL VE ANLATIM DERSİ KONU ANLATIM LİSTESİ
 
12. SINIF DİL VE ANLATIM DERSİ ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK PLANA UYGUN KONU ANLATIM LİSTESİ

  1. ÜNİTE: SANAT METİNLERİNİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ
     Sanat Metinlerinin Ayırıcı Özellikleri

 2. ÜNİTE: SANAT METİNLERİ
     Fabl
     Masal
     Hikâye
     Roman
     Tiyatro (Oyun)
     Şiir

 3. ÜNİTE: SÖZLÜ ANLATIM
     Konferans
     Açık Oturum
     Sempozyum
     Forum
     Münazara

 4. ÜNİTE: BİLİMSEL YAZILAR

     Bilimsel Yazılar

12. SINIF TÜRK EDEBİYATI KONU ANLATIM LİSTESİ-12. SINIF EDEBİYAT MÜFREDATI-12. SINIF EDEBİYAT KONU ANLATIM LİSTESİ

12. SINIF TÜRK EDEBİYATI KONU ANLATIM LİSTESİ,12. SINIF EDEBİYAT MÜFREDATI,12. SINIF EDEBİYAT KONU ANLATIM LİSTESİ,LİSE SON EDEBİYAT DERSİ MÜFREDATI,LİSE SON TÜRK EDEBİYATI DERSİ KONU ANLATIM LİSTESİ



12. SINIF TÜRK EDEBİYATI ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK PLANA GÖRE HAZIRLANAN KONU ANLATIM LİSTESİ

1. ÜNİTE: CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI (1923 – …) 
     Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının Oluşumu

2. ÜNİTE: CUMHURİYET DÖNEMİNDE ÖĞRETİCİ METİNLER 

   1. Cumhuriyet Dönemindeki Öğretici Metinlerin Özellikleri ve Temsilcileri
   2. Cumhuriyet Döneminde Edebi Dergiler

3. ÜNİTE: CUMHURİYET DÖNEMİNDE COŞKU VE HEYECANI DİLE GETİREN METİNLER (ŞİİRLER)

   1. Öz Şiir Anlayışını Sürdüren Şiir
       *Yedi Meşaleciler
   2. Serbest Nazım ve Toplumcu Şiir (1920-1960)
   3. Millî Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Şiir
       *Beş Hececiler
       *Hisarcılar
   4. Garip Hareketi (I. Yeni) (1940-1954)
   5. Garip Dışında Yeniliği Sürdüren Şiir 
       *Maviciler
   6. İkinci Yeni (1954-1960)
   7. İkinci Yeni Sonrası Toplumcu Şiir (1960-1980)
   8. 1980 Sonrası Şiir
   9. Cumhuriyet Döneminde Halk Şiiri

4. ÜNİTE: CUMHURİYET DÖNEMİNDE OLAY ÇEVRESİNDE OLUŞAN EDEBÎ METİNLER 

   1. Anlatmaya Bağlı Edebî Metinler (Hikâye-Roman)
      a. Millî Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Eserler
      b. Toplumcu Gerçekçi Eserler
      c. Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Eserler
      ç. Modernizmi Esas Alan Eserler

   2. Göstermeye Bağlı Edebî Metinler (Tiyatro Metinleri veya Drama Metinleri)

   3. Cumhuriyet Dönemi Edebiyatının Genel Özellikleri
Türkiye Dışındaki Çağdaş Türk Edebiyatı

MİSKİNLER TEKKESİ ROMAN ÖZETİ-MİSKİNLER TEKKESİ KİTAP ÖZETİ-MİSKİNLER TEKKESİ REŞAT NURİ GÜNTEKİN

MİSKİNLER TEKKESİ ROMAN ÖZETİ,MİSKİNLER TEKKESİ KİTAP ÖZETİ,MİSKİNLER TEKKESİ REŞAT NURİ GÜNTEKİN,reşat nuri güntekin miskinler tekkesi roman özeti, miskinler tekkesi özeti,miskinler tekkesi özet

MİSKİNLER TEKKESİ ROMAN ÖZETİ


http://kitabistann.blogspot.com.tr/Eserin kahramanında daha küçüklüğünde ev halkının kızmasına rağmen dilenci taklidi yapmasıyla başlayan dilencilik özentisi vardır. Bu dilencilik oyunu, ona hayatının sonuna kadar bir etiket gibi yapışır. Yapıtın kahramanı çocukluğunda oyunlar oynamayı sevmeyen, oturduğu yerden kalkmak istemeyen bir yapıya sahiptir.

Korkak pısırık bir kişi olan eserin kahramanı, daha sonra yaş on yedi-on sekiz olunca delikanlılığın da verdiği cesaretle biraz havalanır. Kolalı gömlekler, ütülü pantolonlar giyip dışarı çıkar, ama yine de rüyasında kendisini Don Kişot gibi görmekten alamaz.

Kahramanımız bir gün mahallesinde çıkan bir yangında evin  içindekileri kurtarmaya gitmek ister fakat kız kardeşi ona izin vermez. Bunlar umursamaz bir tavırla evde oyun oynamaya başlıyorlar, arada bir yukarı çıkarak yangının sönüp sönmediğine bakarlar. Ama sabaha karşı evlerinin de yanmasına mani olamazlar.

Evleri yanınca eski mahallelerinden başka bir mahalleye taşınırlar. Yeni evleri eski evleri kadar güzel olmamasına rağmen tek tesellisi bir görüşte aşık olduğu komşu kızı Mesrure’dir. Mesrure’yi evin bir köşesinden izler; ama bir türlü cesaretini toplayıp onunla konuşamaz. Çünkü kahramanımızın kafası çok büyük olduğu için Mesrure’nin cevabının ‘hayır’ olabileceği endişesi vardır aklında. Mesrure’nin babası, bir süre sonra onların aile dostu olmaya başlar. Akşamları evlerine gelir, oturur, muhabbet ederler. Mesrure’nin babası şiiri çok sever. Ve arada bir dörtlükler okur. Kahramanımız Mesrure'nin babasını etkilemek için kendini şiire adamıştır. Mesrure’nin babası şiir okumaya başlayınca o da okunan şiirin sonunu getirir. Mesrure’nin babası ondan gerçekten etkilenir. En sonunda dadıların da aracılığıyla Mesrure’ye evlilik teklifi götürürler. Mesrure de bu teklifi kabul eder. Ama meşrutiyet inkılabının olduğu yılda, dayısı yüzünden evleri dağılır. Büyükannesi ve bacısıyla birlikte başka bir eve taşınırlar. Babaannesini kaybeder. Artık evden ayrılma zamanı gelmiştir. Sakallı Talat diye biriyle tanışır, onunla arkadaşlık kurar. Talat memurdur. Talat’ın tavsiyesiyle Zeynep Hanım Konağı’nda eğitim almaya başlar. Edinmiş olduğu çevre yüzünden Sinop’a cezaevine gönderilir. Cezaevinden salıverilmesiyle, kendisine kalacak bir yer bulur, burada arzuhal ve köylü mektupları yazmaya başlar.

Daha sonra düşüncesiz bir şekilde İstanbul’a döner. Talat’la tekrar karşılaşır. Talat onun elinden tutar ve ona bir iş bulur. Artık kahramanımız bir okulda yazı hocalığı ve katiplik yapacak ve okulda kalacaktır. Birkaç yıl sonra askerlik çağı gelir. Ama bütün yoklamalarda kafası büyük olduğu için sorun çıkar. Ona her gittiği yerden "bugün git yarın gel" derler. Sonradan askere de alınır ve Mısır cephesine gitmek için yolculuk başlar. Yolculukta kargaşa çıkar ve Mısır'a varmadan yürüyerek memlekete geri dönmeye başlar. Yürüye yürüye Konya’ya gelir, burada kendini biraz toplayıp yeniden yola koyulur. Ve İzmir'e varır yürüyerek. Burada hastalandığı için bir hastanede yatar. Hiç parası kalmadığı için taburcu bile edilemez. Hastane müdürü, ölmüş bir kişinin elbiselerini vererek ona yardım eder. Daha sonra taburcu olur. Hastaneden çıktığı sıralarda  İzmir işgal altında olduğu için bir tütün deposunda kalır. Günleri artık çok daha kötüye gider. Cami önünde beklerken kadının birinden ilk sadakasını alır. Bu aldığı ilk sadakayı bir müddet elinde tutar ve ona bakar. Bu parayla akşama yiyecek alır ve kaldığı yere götürerek oradakileri sevindirir.

Dilenciliğe başlamasıyla kazancı epey artar. Dilencilikten topladığı para artık doktorlara büyük belediye memurlarının maaşına yaklaşmaya başlamıştır. Kendine bir ev bile tutar bu paralar ile. Tuttuğu evin çevresinde Arap komşuları vardır.

Bu mahalleden bir de İsmail adında bir evlatlık edinir. İsmail çok zeki ve çalışkan bir çocuktur. Okumaya, bilgiye, öğrenmeye karşı aşırı bir tutkusu ve isteği vardır. Kahramanımıza bu yüzden pek çok sorular sorar. Bir zaman sonra kahramanımız ile İsmail'in arası açılır ve İsmail'i Talat'ın yardımı ile yatılı bir okula verir. Bir zaman sonra İsmail büyür ve evlatlık olduğunu öğrenir. Yine bir zaman sonra İsmail, mühendis olur ve evlenir. Karısını kahramanımızın yanına getirir ve kendisini eşine "Babam" diye takdim eder. Kahramanımız bu durumu hem çok sevinir hem de bu durumdan oldukça duygulanır.

Kaldığı yerdeki Arap komşuları, sabah erkenden çıkıp akşam geç dönmesini merak etmişler, bu durumu kahramanımıza sorduklarında "iş arıyorum" cevabını almışlardır. İş istediği yerlerden aldığı cevaplar üzüyor fakat yılmıyordu. Sonunda dilediği oldu ve iş bulur. Çok sevinir. Çünkü o gün başkaları gibi çalışarak ekmeğini kazandığı gündür.

11. SINIF DİL VE ANLATIM DERSİ ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK PLANINA GÖRE HAZIRLANMIŞ KONU ANLATIM LİSTESİ

11. Sınıf (Lise 3) Dil ve Anlatım Dersi Müfredat Konuları, Ders Anlatımları,11. SINIF DİL VE ANALTIM DERSİ YILLIK PLANINA GÖRE HAZIRLANMIŞ KONU ANLATIM LİSTESİ,11. sınıf dil ve anlatım ünitelendirilmiş yıllık planına göre hazırlanmış konu anlatım listesi

1. ÜNİTE: METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI
    1. Metinlerin Sınıflandırılması
    
2. ÜNİTE: ÖĞRETİCİ METİNLER
    1. Mektup

    2. Günlük (Günce) 
    3. Anı (Hatıra) 
    4. Biyografi (Hayat Hikâyesi), Otobiyografi 
    5. Gezi Yazısı (Seyahatname) 
    6. Sohbet (Söyleşi)
    7. Haber Yazıları
    8. Fıkra 
    9. Deneme
   10. Makale 
   11. Eleştiri (Tenkit)

3. ÜNİTE : SÖZLÜ ANLATIM

    1. Röportaj

    2. Mülakat (Görüşme)
    3. Söylev (Hitabet, Nutuk)

11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK PLANA GÖRE HAZIRLANMIŞ KONU ANLATIM LİSTESİ

11. Sınıf (Lise 3) Türk Edebiyatı Dersi Müfredat Konuları, Edebiyat Dersi Konu Anlatımları,11. sınıf Türk edebiyatı dersi öğretim planı,11. Sınıf türk edebiyatı dersi yıllık planına göre hazırlanmış konu anlatım listesi,11. sınıf edebiyat dersi müfredatı


1. ÜNİTE: EDEBİYATLA DÜŞÜNCE, SOSYAL VE SİYASİ HAYATIN İLİŞKİSİ

1. Edebiyat, Sosyal ve Siyasi Hayat İlişkisi

2. Yenileşme Dönemi

2. ÜNİTE: TANZİMAT DÖNEMİ EDEBİYATI 

1. Tanzimat Dönemi Edebiyatının Oluşumu
2. Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı Öğretici Metinler
3. Tanzimat Döneminde Şiir
4. Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinler

A. Tanzimat Dönemi Anlatmaya Bağlı Edebî Metinler
Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı Hikaye ve Roman

B. Göstermeye Bağlı Edebî Metinler
Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Tiyatro
 

5. Tanzimat Donemi Edebiyatının Genel Özellikleri Tanzimat Edebiyatı Temsilcileri Yazarları Şairleri Sanatçıları
 

3. ÜNİTE: SERVETİ FÜNUN EDEBİYATI (EDEBİYATI CEDİDE) VE FECRİ ÂTİ TOPLULUĞU

1. Servetîfünun Edebiyatının Oluşumu

2. Serveti Fünun Edebiyatı Öğretici Metinler (edebî tenkit, gezi, hatıra, makale)
a. Serveti Fünün Edebiyatında Edebî Tenkit
b. Serveti Fünun Edebiyatında Gezi Yazısı
c . Serveti Fünün Edebiyatında Hatıra
d . Serveti Fünün Edebiyatında Makale


3. Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir) ve Mensur Şiir

a. Servet-i Fünun Şiiri ve Özellikleri
b. Mensur Şiir

4. Serveti Fünun Edebiyatı Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinler-Serveti Fünun Edebiyatı Anlatmaya Bağlı Edebî Metinler
Serveti Fünun Edebiyatında Hikâye ve Roman

5. Servetifünun Edebiyatının Genel Özellikleri
Serveti Fünun Edebiyatı Temsilcileri Yazarları Şairleri Sanatçıları
6. Fecri Âti Topluluğu (1909 - 1912)
7. Fecri Âtî Şiiri

4. ÜNİTE: MİLLÎ EDEBİYAT DÖNEMİ (1911 -1923)


1. Milli Edebiyat Döneminin OluşumuFikir Akımları

2. Millî Edebiyat Dönemi Öğretici Metinler
(makale, fıkra, sohbet, deneme, eleştiri, tarih, hatıra)
a. Milli Edebiyat Dönemi Makale
b. Milli Edebiyat Dönemi Fıkra
c. Milli Edebiyat Dönemi Sohbet
d. Milli Edebiyat Dönemi Tarih-Tenkit
e. Milli Edebiyat Dönemi Hatıra
f. Milli Edebiyat Dönemi Deneme
 

3. Milli Edebiyat Dönemi Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
» Millî Edebiyat Dönemi Şiirlerini Gruplandırma
a. Sade Dil ve Hece Ölçüsüyle Yazılmış Şiir
b. Saf (Öz) Şiir Anlayışı, Özellikleri, Temsilcileri
c. Halkın Yaşayış Tarzını ve Değerlerini Anlatan Manzumeler
d. Millî Edebiyat Dönemi Şiirinin Özellikleri
 

4. Milli Edebiyat Dönemi Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinler


A. Anlatmaya Bağlı Edebî Metinler
a. Milli Edebiyat Dönemi Hikâye
b. Milli Edebiyat Dönemi Roman
c. Milli Edebiyat Dönemi Anlatmaya Bağlı Edebî Eserlerin (Hikâye-Roman) Özellikleri

B. Milli Edebiyat Dönemi Göstermeye Bağlı Edebî Metinler (Tiyatro)

5. Milli Edebiyat Döneminin Genel Özellikleri

**"Yeni Lisan" makalesinin özellikleri...

9. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK PLANA GÖRE KONU ANLATIM LİSTESİ

9. Sınıf Türk Edebiyatı Dersi Müfredat Konuları, Edebiyat Dersi Konu Anlatımları,9. sınıf edebiyat konuları,9 sınıf Türk edebiyatı konuları,9. sınıf Türk edebiyatı konu anlatımı,9. sınıf Türk edebiyatı dersi müfredatı

1. ÜNİTE: GÜZEL SANATLAR VE EDEBİYAT  


1. Güzel Sanatlar İçinde Edebiyatın Yeri
2. Edebiyatın Bilimlerle İlişkisi
3. Dilin İnsan ve Toplum Hayatındaki Yeri ve Önemi
4. Metin
5. Edebî Metin
6. Edebiyat ve Gerçeklik

2. ÜNİTE: COŞKU VE HEYECANI DİLE GETİREN METİNLER (ŞİİR)

1. Şiir İnceleme Yöntemi 

a. Şiir ve Zihniyet 
b. Şiirde Ahenk 
c. Şiir Dili 
    Edebî Sanatlar
          Teşbih (Benzetme)
          İstiare (Eğretileme)
          Ad Aktarması (mecaz-ı mürsel)
          Tariz (iğneleme)
          Kinaye (ima)
          Teşhis (Kişileştirme)
          İntak (Konuşturma)
          Tevriye
          Tenasüp
          Tezat (Zıtlık)
          Hüsn ü Talil (Güzel sebebe bağlama)
          Mübalağa (abartma)
          Tecahül ü Arif (Bilip bilmezlikten gelme)
          Telmih (Hatırlatma)
          İstifham (Soru sorma)
ç. Şiirde Yapı 
    Şiir birimleri
          Dize
          Beyit
          Dörtlük
          Bent
d. Şiirde Tema 
e. Şiirde Gerçeklik ve Anlam 
f. Şiir ve Gelenek 
g. Yorum 
ğ. Metin ve Şair

2. Şiir Okuma 

3. Manzume ve Şiir 
    Lirik Şiir
    Pastoral Şiir
    Didaktik Şiir
    Epik Şiir
    Satirik Şiir
    Dramatik Şiir

3. ÜNİTE: OLAY ÇEVRESİNDE OLUŞAN EDEBÎ METİNLER
 

1. Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinlerin Sınıflandırılması

2. Anlatmaya Bağlı Edebî Metinleri İnceleme Yöntemi
a. Metin ve Zihniyet 
b. Yapı (Olay Örgüsü, Kişiler, Mekân, Zaman) 
c. Tema
ç. Dil ve Anlatım 
d. Metin ve Gelenek
e. Anlama ve Yorumlama
f. Metin ve Yazar

3. Anlatma Esasına Bağlı Metinleri Okuma

Anlatmaya Bağlı Edebî Metin Örneklerini İnceleme (Masal, Destan, Hikâye, Fabl, Roman). 
4. Göstermeye Bağlı Edebî Metinler (Karagöz, Orta Oyunu ve Seyirlik Oyunları, Modern Tiyatro)
Göstermeye Bağlı Edebî Metinleri Tanıma (Tiyatro)

4. ÜNİTE: ÖĞRETİCİ METİNLER


1. Öğretici Metinleri İnceleme Yöntemi 

a. Metin ve Zihniyet 
b. Öğretici Metinlerde Yapı (Plan) 
c. Ana Düşünce 
ç. Dil ve Anlatım 
d. Metin ve Gelenek 
e. Anlam 
f. Metin ve Yazar 
g. Yorum

2. Öğretici Metinleri Okuma

a. Tarihî Metinler 

b. Felsefi Metinler 
c. Bilimsel Metinler 
ç. Gazete Çevresinde Gelişen Metin Türleri : Makale, Deneme, Sohbet, Fıkra, Eleştiri, Röportaj 
d. Kişisel Hayatı Konu Alan Metin Türleri: Hatıra, Gezi, Biyografi, Mektup, Günlük

22 Kasım 2013 Cuma

10. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KONULARI-10. SINIF TÜRK EDEBİYATI MÜFREDATI-10. SINIF TÜRK EDEBİYATI KONULARI-10. SINIF TÜRK EDEBİYATI MÜFREDATI

10. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KONULARI,10. SINIF TÜRK EDEBİYATI MÜFREDATI,10. SINIF TÜRK EDEBİYATI KONULARI,10. SINIF TÜRK EDEBİYATI MÜFREDATI,10. sınıf türk edebiyatı konuları ünitelenmiş

10. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KONULARI (ÜNİTELENMİŞ KONU LİSTESİ)


1. ÜNİTE - TARİH İÇİNDE TÜRK EDEBİYATI
            Edebiyat Tarihi
            Türk edebiyatının Dönemlere Ayrılmasındaki Ölçütler

2. ÜNİTE - DESTAN DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
         1- Destan Dönemi
           a. Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Edebi Metinler (şiir)
           Koşuk
           Sagu
           b. Olay Çevresinde Gelişen Edebi Metinler (Destan)
           Türk Destanları 
           * Alp Er Tunga Destanı
         2 - Yazılı Edebiyat
           Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri)
           Uygur Metinleri

3. ÜNİTE - İSLAM UYGARLIĞI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI
         1 - XI-XII. Yüzyıllarda İslamiyet v Türk Kültürü
         2 - İslami Dönem'de İlk Dil ve Edebiyat Ürünleri
            Kutadgu Bilig
            Atabetü'l-Hakayık
            Divan-ı Hikmet
            Divanü Lügati't-Türk
          3 - Oğuz Türkçesinin Anadolu'daki İlk Ürünleri
           A) Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Edebi Metinler (şiir)
             İlahi
             Nefes
             Gazel
          B) Olay Çevresinde Gelişen Edebi Metinler
              Battalname
              Danişmendname
              Saltukname
              Hamzaname
              Dede Korkut Hikayeleri
              Cemşid ü Hurşid
            C) Öğretici Metinler
               Makalat
               Mantıku't-Tayr
               Nasrettin Hoca Fıkraları
               Fütüvvetname
               Kitab-ı Siyer-i Nebi
               Müntahab-ı Şifa
       4 - XIV. Yüzyıldan XIX. Yüzyıl Ortalarına Kadar Osmanlı Edebiyatı
          A) Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Edebi Metinler (şiir)
            1. Divan Şiiri
                Divan Şiirinin Genel Özellikleri
                Gazel
                Kaside
                Rubai
                Tuyuğ
                Murabba
                Şarkı
                Muhammes
                Terkibibent
            2. Halk Şiiri
                 Halk şiirinin Genel Özellikleri
                  I. Anonim Halk Şiiri
                        Mani
                        Türkü
                  II. Aşık Tarzı Halk Şiiri
                         Koşma
                         Semai
                         Varsağı
                         Destan
                  III. Dini-Tasavvufi Halk Şiiri
                         Dini-Tasavvufi Halk Şiirinin Genel Özellikleri
         B) Olay Çevresinde Gelişen Edebi Metinler
                 1. Anlatmaya Bağlı edebi Metinler
                       Halk Hikayeleri
                       Mesnevi
                 2. Göstermeye Bağlı edebi Metinler
                       Karagöz
                       Meddahlık
                       Orta Oyunu
            C) Öğretici Metinler
                       Osmanlı Devleti Döneminde Düz Yazı İle Oluşturulmuş Öğretici Metinler
                       Dil ve Anlatım Özelliklerine Göre Osmanlı Nesri