28 Ocak 2013 Pazartesi

Gurbet Hikayeleri, Refik Halit Karay

Hikayede, Hasan adında bir çocuk vardır ve İstanbul’da yaşamaktadır. İstanbul’da yaşarken anne ve babasını kaybetmiş, hiç yakın akrabası kalmamıştır. Yöre halkı Hasan’ı Filistin’e, halasının yanına göndermeyi uygun görmüştür. Hasan’ı vapura bindirip Filistin’e gönderirler. Vapur rıhtımdan kalkıp tâ Marmara'ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcuyu geçirmeye gelenler, üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahlarlar:
    -“Çocukcağız Arabistan'da rahat eder.” derler, hayırlı bir iş yaptıklarına herkesi inandırmış olanların uydurma neşesiyle, fakat gönülleri isli, evlerine dönerler.
    Zaten babadan yetim kalan küçük Hasan, anası da ölünce uzak akrabaları ve konu komşunun yardımıyla halasının yanına, Filistin'in ücra bir kasabasına gönderiliyordur. Hasan vapurda; gırıl gırıl işleyen vinçlere, üstleri yazılı cankurtaran simitlerine, kurutulacak çamaşırlar gibi iplere asılı sandallara, vardiya değiştirilirken çalınan kampanaya bakarak çok eğlenmiştir.Beş yaşında olan Hasan; peltek, şirin konuşmalarıyla da güverte yolcularını epeyce eğlendirmiştir. Fakat vapur, şuraya buraya uğrayıp bir sürü yolcu bıraktıktan sonra sıcak memleketlere yaklaşınca kendisini bir durgunluk almıştır.
    Hayfa'ya çıktıktan sonra onu bir trene koyarlar. Artık anadili büsbütün işitilmez olmuştur. Hasan, köşeye büzülür; bir şeyler soran olsa da susar, yanakları pençe pençe, al al olarak susar. Portakal bahçelerine dalmış, göğsünde bir katılık, gırtlağında lokmasını yutamamış gibi bir sert düğüm, daima susmaktadır. Fakat hem pür nakıl çiçek açmış, hem yemişlerle donanmış güzel, ıslak bahçeler de tükenmiştir ve zeytinlikler de seyrekleşmiştir. Yamaçlarında keçiler otlayan kuru, yalçın, çatlak dağlar arasından geçiyorlardı. Bu keçiler kapkara, beneksiz kara idi; tüyleri yeni otomobil boyası gibi aynamsı bir cila ile, kızgın güneş altında, pırıl pırıl yanıyordu. Bunlar da biter; göz alabildiğine uzanan bir düzlüğe çıkmışlardır; ne ağaç vardır, ne dere, ne ev! Yalnız ara sıra kocaman kocaman hayvanlara rast geliyorlardı; çok uzun bacaklı, çok uzun boylu, sırtları kabarık, kambur hayvanlar trene bakmıyorlardı bile... Ağızlarında beyazımsı bir köpük çiğneyerek dalgın ve küskün arka arkaya, ağır ağır, yumuşak yumuşak, iz bırakmadan ve toz çıkarmadan gidiyorlardı. Çok sabretti, dayanamadı, yanındaki askere parmağıyla göstererek sordu; o güldü:
    -Gemel! Gemel! dedi.
    Hasan'ı bir istasyonda indirirler. Gerdanından, alnından, kollarından ve kulaklarından biçim biçim, sürü sürü altınlar sallanan kara çarşaflı, kara çatık kaşlı, kara iri benli bir kadın göğsüne bastırır. Anasınınkine benzemeyen, tuhaf kokulu, fazla yumuşak, içine gömülüverilen cansız bir göğüs...
    -Ya habibi! Ya ayni! Halasının yanındaki kadınlar da sarıldılar, öptüler, söyleştiler, gülüştüler. Birçok çocuk da gelmiştir; entarilerinin üstüne hırka yerine elbise ceket giymiş, saçları perçemli, başları takkeli çocuklar...Hasan durgun, tıkanıktır; susuyor, susuyordu.Öyle haftalarca susar.
    Anlamaya başladığı Arapçayı, küçücük kafasında beliren bir inatla konuşmayarak susar. Daha büyük bir tehlikeden korkarak deniz altında nefes almamaya çalışan bir adam gibi tıkandığını duyuyordur, yine susuyordur.
    Şimdi onun da kuşaklı entarisi, ceketi, takkesi, kırmızı merkupları vardır. Saçlarının ortası el ayası kadar sıfır makine ile kesilmiş, alnına perçemler uzatılmıştı. Deri gibi sert, yayvan tandır ekmeğine alışmıştır; yer sofrasında bunu hem kaşık, hem çatal yerine dürümleyerek kullanmayı beceriyordur.
    Bir gün halası sokaktan bağırarak geçen bir satıcıyı çağırır. Evin avlusuna sırtında çuval kaplı bir yayvan torba, elinde bir ufacık iskemle ve uzun bir demir parçası, dağınık kıyafetli bir adam girer. Torbasından da mukavva gibi bükülmüş bir tomar duruyordur.
    Konuşurlar, sonra önüne bir sürü patlak, sökük, parça parça ayakkabı dizer.
Satıcı iskemlesine oturur. Hasan da merakla karşısına geçer. Bu dört yanı duvarlı, tek kat, basık ve toprak evde öyle canı sıkılıyodu ki... Şaşarak eğlenerek seyreder. Mukavvaya benzettiği kalın deriyi iki tarafı keskin incecik, sapsız bıçağıyle kesişine, ağzına bir avuç çivi dolduruşuna, sonra bunları birer birer, Istanbul'da gördüğü maymun gibi avurdundan çıkarıp ayakkabıların altına çabuk çabuk mıhlayışına, deri parçalarını, pis bir suya koyup ıslatışına, mundar çanaktaki macuna parmağını daldırıp tabanlara sürüşüne, hepsine bakar. Susuyor ve bakıyordu.Bir aralık nerede ve kimlerle olduğunu keyfinden unutur, dalgınlığından anadiliyle sorar:
-Çiviler ağzına batmaz mı senin? Eskici başını hayretle işinden kaldırdı. Uzun uzun Hasan'ın yüzüne baktı:
    -Türk çocuğu musun be?
    -Istanbul'dan geldim.
    -Ben de o taraflardan... İzmit'ten!
    Eskicide saç sakal dağınık, göğüs bağır açık, pantalonu dizlerinden yamalı, dişleri eksik ve suratı sarı, sapsarıdır; gözlerinin akına kadar sarıdır. Türkçe bildiği ve Istanbul taraflarından geldiği için Hasan, şimdi onun sade işine değil, yüzüne de dikkatle bakmıştır. Göğsünün ortasında, tıpkı çenesindeki sakalı andıran kırçıl, seyrek bir tutam kıl vardır. Dişsizlikten peltek çıkan bir sesle tekrar sorar:
    -Ne diye düştün bu cehennemin bucağına sen?
    Hasan anladığı kadar anlatır. Sonra Kanlıca'daki evlerini tarif eder; komşusunun oğlu Mahmut'la balık tuttuklarını, anası doktora giderken tünele bindiklerini, bir kere de kapıya beyaz boyalı hasta otomobili geldiğini, içinde yataklar serili olduğunu söyler. Bir aralık da kendisi sorar:
    -Sen niye burdasın?
Öteki başını ve elini şöyle sallar: Uzun iş manasına... ve mırıldanır:
-Bir kabahat işledik de kaçtık!
    Asıl konuşan Hasan'dır, altı aydan beri susan Hasan... Durmadan, dinlenmeden, nefes almadan, yanakları sevincinden pembe pembe, dudakları taze, gevrek, billur sesiyle biteviye konuşuyordur. Aklına ne gelirse söyler. Eskici hem çalışır, hem de, ara sıra "Ha! Ya? Öyle mi?" gibi dinlediğini bildiren sözlerle onu söyletir; artık erişemeyeceği yurdunun bir deresini, bir rüzgarını, bir türküsünü dinliyormuş gibi hem zevkli, hem yaslı dinler; geçmiş günleri, kaybettiği yerleri düşünerek benliği sarsıla sarsıla dinler. Daha çok dinlemek için de elini ağır tutuyordur. Fakat, nihayet bütün ayakkabılar tamir edilmiş, iş bitmiştir. Demirini topraktan çeker, köselesini dürer, çivi kutusunu kapar, çiriş çanağını sarmalar. Bunları hep aheste aheste yapmıştır.
    Hasan, yüreği burkularak sorar:
    -Gidiyor musun?
    -Gidiyorum ya, işimi tükettim.
    O zaman görür ki, küçük çocuk memleketlisi minimini yavru ağlıyor... Sessizce, titreye titreye ağlıyor. Yanaklarından gözyaşları birbiri arkasına, temiz vagon pencerelerindeki yağmur damlaları dışarının rengini geçilen manzaraları içine alarak nasıl acele acele, sarsıla çarpışa dökülürse öyle, bağrının sarsıntılarıyle yerlerinden oynayarak, vuruşarak içlerinde güneşli mavi gök, pırıl pırıl akıyor.
    -Ağlama be! Ağlama be!
    Eskici başka söz bulamamıştır. Bunu işiten çocuk hıçkıra hıçkıra katıla katıla ağlamaktadır; bir daha Türkçe konuşacak adam bulamayacağına ağlamaktadır.
    Ağlama diyorum sana! Ağlama.
    Bunları derken onun da katı, nasırlaşmış yüreği yumuşamış, şişmiştir. Önüne geçmeye çalışır amma yapamaz, kendini tutamaz; gözlerinin dolduğunu ve sakallarından kayan yaşların, Arabistan sıcağıyle yanan kızgın göğsüne bir pınar sızıntısı kadar serin, ürpertici, döküldüğünü duyar.
    KÖPEK :
    Osman memleketinden uzun süre önce ayrılır ve Lübnan’da çalışmaya başlar. Osman kimseyle konuşmayan çok yalnız biridir. Bir gün yine işe çıkmışken arkasına bir köpek takılır. Ona bakınca onunda memleketinden uzak olduğunu düşünür. Köpeğin kaderinin kendisine benzediğini düşünerek onu yanına alır. Artık her yere onunla gider olmuştur. Köpek, Osman’ın yanına geldiğinden beri kilo alır, Osman’la oynamaya onu sevmeye başlar.
    Bir gün Osman’ı Lübnan’da zabitler yakalar. Yasak olarak çalıştığından dolayı onu şehir dışı etmek isterler. Ama köpeğin onunla beraber gitmesini istemezler. O zamanlar hayvanların hastalık bulaştırma tehlikesi olduğu için, onları şehir dışı etmek yasaktır. Bu nedenle Osman’ı köpeksiz şehir dışı ederler. Osman çok üzülür hatta ayrılırken köpekle bile vedalaşır. Köpek ağlamaklı olmuştur ama bir şey yapamaz. Osman’ın eski neşesi artık kalmamıştır. Kader yine ona kazığını atmıştır.
    TESTİ
    Ömer adında bir genç Lübnan’da şöförlük yapmaktadır. Bir akşam arabasına üç bedevi biner ve ondan hemen bir doktara gitmesini isterler. Adamlardan biri nefes alırken zorluk çekmektedir. Ömer merak edip nesi olduğunu sorar. Bedevilerden yaşlıca olanı yanındakinin testişinden su içerken, testinin içine düşmüş olan bir arının boğazına kaçarak onu soktuğunu söyler.
    Lübnan halkı o zamanlar hastalık bulaşır korkusuyla bardak kullanmaz, testiyle içerlerdi. Testiyle içerken de ağızdan birkaç parmak yukarıdan akıtarak içerlerdi. Bu tür olaylar orada çok sık olurdu.
    Adam bir ara nefes almamaya başlar. O sırada Ömer doktor yazılı bir yerde durur ve adamı içeri taşırlar. Fakat doktor birkaç saat önce hayata gözlerini yummuştur. Arı tarafından sokulan adamda aradan çok geçmeden doktorun yanında yerini alır.

Fareler ve İnsanlar, John Steinbeck

 Kitabın yazarı John Ernest STEİNBECK 1962 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü alan ABD’li ünlü bir yazardır. Yazarlık hayatı öncesinde işçi olarak çalışmış, bu sırada edindiği deneyimler, yapıtlarında işçilerin yaşamlarını gerçekçi olarak anlatabilmesinde önemli rol oynamıştır.
 Fareler ve İnsanlar Steinbeck’i dünyaya duyuran ilk yapıtıdır. Eser Burns’un ‘’ insanlar ve Fareler hiçbir zaman hayallerinin gerçekleştiremezler’’ mısralarındaki anlam üzerine kaleme alınmıştır. Eser roman-piyes tarzında yazılmış olup, olaylar birbirini takip ettiği için akıcı bir üslup hakimdir.
Hikayede iki baş karakter vardır: Lennie ve George.  İkisi çocukluklarından beri birbirlerinin tanımakta ve aralarında sıkı bir dostluk bulunmaktadır. Lennie çok iri, aşırı kuvvetli, fakat 3-4 yaşındaki bir çocuğun zekasına sahip özürlü bir insandır.
George ise ufak tefek, akıllı, Lennie’ye gönülden bağlı, onun bakımını kendisine görev edinmiş iyi yürekli bir insandır. Lennie olmadan hayatının ne kadar kolay ve güzel olacağını sık sık aklından geçirmekte, yer yerde bunu dile getirmektedir, ama bunu asla uygulamaya koymamaktadır. Çünkü aralarındaki derin dostluk bağları bunu imkansız kılmaktadır.

Her ikisinin de hayali; biraz para kazanıp, küçük bir toprak parçası satın alarak kimseye muhtaç olmadan yaşamaktır. Bu hayal uğruna her ikisi de nerde ne iş bulurlarsa çalışmakta ve hayallerini gerçekleştirmeye çalıştırmaktadırlar.
Lennie, gücüyle kuvvetiyle çok fazla işi tek başına yapabilmesine rağmen, zeka yaşından dolayı çocuksu bir tutkusu vardır. Yumuşak nesneleri okşamak çok hoşuna gitmekte ve gördüğü çocuklarla oynamak istemektedir. Ancak bu tutkusunu ve masumiyetini sadece George bilmektedir. Onun dışındaki insanlar Lennie’e bakınca iri ve tehlikeli bir insan görmekte ve ondan korkmaktadırlar.
İşte bu tablo kahramanlarımızın başına çok belalar açmıştır. En sonunda onları Soledad kasabası yakınlarında bir çiftliğe kadar sürüklemiştir.
Çiftliğin yakınlarında kamp kurup, Lennie’e  tembihlerde bulunan George çok endişelidir.George Lennie’ye oraya vardıklarında konuşmayı kendisine bırakmasını hiçbir şeye karışmamasını, Bunun karşısında hayallerindeki çiftliğe kavuşacaklarını, orada tavşanların olacağını, onların bakımlarının Lennie’ye ait olacağını, yanlış bir şey yaparsa bunun mümkün olmayacağını bir çocuğun anlayacağı şekilde anlatmıştır. Her şeye rağmen bir terslik olursa kendisini konakladıkları bu fundalıkta beklemesi gerektiğini de anlattıktan sonra George ve Lennie birlikte çiftliğe giderler ve işe başlarlar.
Yazar çiftliği ve içinde ki kişileri ayrıntılı olarak betimlemiştir. Çiftlikteki başlıca karakterler şunlardır:
Candy: Bir eli olmayan yaşlı bir işçidir.Yaşlı, hasta ve ağır kokusu olan bir köpeği vardır.  Diğer işçiler bu köpeği istememektedir.
Carlson: Daha genç bir işçidir. Bu köpekten devamlı şikayet etmektedir. Candy köpeğini çok sevmekte, ancak etrafa verdiği rahatsızlıktan dolayıda mahcubiyet duymaktadır. Carlson onun böyle bir mahcubiyet anında köpeği götürüp öldürebileceğini söyler. Candy karşı çıksa da sonunda razı olmak zorunda kalır. Carlson köpeği götürüp , vurur ve gömer. Candy  George’a bu işi kendisinin yapması gerektiğini, kadim dostunun başkasının ellerinde can vermesine izin vermekten dolayı duyduğu pişmanlığı dile getirir.
Curley: Çiftlik sahibinin oğludur. Ufak tefek yapısından dolayı kendisine has kompleksleri vardır. Ayrıca iri güçlü işçilere hayranlık duyan birde karısı vardır. Zaten ufak tefek yapısını sorun eden Curley’in en büyük kabusu aldatılmaktır.
Bu yüzden Curley için Lennie büyük bir tehdittir.Lennie konuşmadığı için özürlü olduğunu kimse fark etmemektedir. Curley ve karısı dahil herkes ona bakınca iri yarı güçlü bir erkek görmektedirler.
Whit, Slim, Crooks, Clara Teyze hikayenin diğer belli başlı karakterleridir.
Slim, oradaki işçilerin doğal lideridir. Akıllı ve sözü dinlenen bir kişidir.
Crooks, çiftliğin zenci seyisidir. Akıllı entelektüel bir kişiliktir. Ama zenci olmasından dolayı gördüğü ayrımcılık ve zulüm hikayenin başka bir ayağını oluşturmaktadır. Yazar Amerika’daki o tarihteki zencilere yapılan ayrımcılık ve zulümleri Crooks üzerinde çarpıcı bir şekilde dile getirmektedir.
George ve Lennie’nin çiftliğe ilk geldiği günün akşamı Curley Lennie’e sataşmıştır. George’un izniyle Lennie Curley’e ağzının payını verir ve elinin kemiklerini kırar. Bu olay Curley’in karısının Lennie olan hayranlığını daha arttırmıştır.
Bir akşam işçiler dışarıda nal atma oyunu oynarken Lennie işçilerin yatakhanesinde yalnızdır. Curley’in karısı onun yanına gelir ve kur yapmaya başlar. Ona nelerden hoşlandığını sorar. Lennie, yumuşak tüylü hayvanları okşamak şeklinde cevap verince, saçlarının çok yumuşak olduğunu isterse dokunabileceğini söyler. Lennie saçlarını okşamaya başlayınca aşırı kuvvet uyguladığından canı yanar ve bağırmaya başlar. Lennie susması gerektiğini George’un duyacağını, yaramazlık yaptığı için tavşanlara baktırmayacağını masumane anlatırken kocaman elleri bütün nefes yollarını kapatmıştır. Boynu kırılıp can veren kadını  hareket etmediğini gören Lennie kötü bir şey yaptığını anlar ve oradan uzaklaşır. Daha önce George’nin kendisine tembihlediği fundalıklara gider saklanır.
Curley, karısının başına gelenleri ve sorumlu olan kişiyi öğrenir öğrenmez bir ekip kurar ve Lennie’i öldürmek için yola çıkarlar. George’da onlarla beraber çıkmak zorunda kalır. Anlar ki bu ekipten kaçmaları imkansızdır. Hem kaçabilseler bile Lennie eninde sonunda başka birisine daha zarar verecek, ya öldürülecek veya kanun tarafından idam edilecektir. Onu bu şekilde başkalarının acımasızca öldürmesine izin veremez. Ekipten önce fundalıklara koşar, Lennie’i bulur. Çok korkmuş olan bu iri yarı çocuğu teselli eder, sakinleştirir. Yanı başlarındaki göle bakmasını orada alacakları çiftliği göreceğini söyler. O esnada George Lennie’nin kafasına arkadan bir el kurşun sıkar. Artık Lennie’de George’da özgürdür.  George Slim ile beraber yoluna devam eder.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Midas Üçlemesi

Midas'ın Altınları

Midas, çok cimri bir kraldır. Altını da çok sevmektedir. Simyacılarına gizlice altın üretme görevi verir fakat simyacılar pek de başarılı olamaz. Bu sırada Silenos, Dionisos ve keçileri Midas'ın ülkesine doğru ilerlemektedir. Midas haince bir plan yapar ve Silenos'u yakalar. Daha sonra Silenos'u kaybettiğini sanan Dionisos'a, Silenos'u bulduğunu söyler. Silenos ve Dionisos Midası ödüllendirmeye karar verir. Bu ödül Midas'ın istediği herhangi bir şeydir. Midas da dokunduğu her şeyin altın olmasını diler. Fakat bunun karşılığında Silenos, Midas'ın kızını büyüler ve onunla birlikte olur. Midas halkı zengin eder ve böylelikle halk tembelleşir ve mutsuzluğa sürüklenir. Midas hala gücünden vazgeçmemiştir ve halkın arasına dilenci şeklinde girer ki insanların düşüncelerini anlayabilsin. Herkes'in kötü durumda olduğunu fark eder. bu sırada kızı altında olduğu büyünün etkisinden kurtulur fakat Silenos'dan ayrılmak istemez. Babası onu zorla götürmek isterken yanlışlıkla kızına dokunur ve kızı altın kesilir. Çok pişman olan Midas, Dionisos'a her şeyi geri getirmesi için yalvarır. Dionisos da ellerini suya sokması gerektiğini söyler. Midas ellerini suya sokar ve tüm altınları çamura dönüşür. Tekrar fakir ve cimri haline geri döner.

Okuyamayan insanları kitaplardan uzak tutmak doğru olmaz. Biz de düşündük ki, sesli kitap yaparsak okuma imkanı olmayan insanlar da kitaplardan faydalanır.
Midas'ın altınları:









Bir Yaz Gecesi Rüyası


Shakespeare'in ünlü eserlerinden biri olan "Bir Yaz Gecesi Rüyası" aşk teması üzerine kurulmuştur. Tiyatro biçiminde yazılan bu kitapta, Atina'da yaşanan bir akşam konu alınmıştır.


Hermia ve Lysander birbirlerini sevmektedirler. Fakat Hermia'nın babası Egeus, kızının Lysander ile  evlenmesini uygun bulmamaktadır. Hermia'nın en yakın arkadaşı Helena da Demetrius'a vurgundur. Fakat Demetrius'un Hermia'ya olan aşkı, ortalığı karıştırmaktadır. Egeus'un da baskılarıyla Hermia, Demetriusla evlenmek zorunda kalır. Atina dükü Thesus da bu olayı yaslara göre uygun bulmuştur. Bunun üzerine Lysander ve Hermia, Atina'nın sınırları dışına çıkıp evlenmeye karar verirler. Bu kararlarını en yakın arkadaşları Helena'ya anlatırlar. Demetrius'un gözüne girmeye çalışan Helena da olacakları ona söyler. Lysander ve Hermia'nın peşinden Demetrius, onun peşinden de Helena ormanın yolunu tutar. Bu sırada periler kralı ve kraliçesi tartışmaktadır. Tartışma sebepleri ise bir çocuktur. İkisi de bu çocuğu sahiplenmek istemektedir. Periler kralı Oberon, büyülü çiçeği Titana'nın gözüne sürer. Böylelikle Titana uyandığında ilk gördüğü kişiye aşık olacaktır. Aynı çiçeği, Helena’ya eziyet eden Demetrius'un da gözüne sürmek ister. Bu iş için yardımcısı Puck'ı görevlendirir. Fakat Puck, çiçeği Demetrius'a değil de Lysander'e sürer. Böylelikle ortalık iyice karışır. Lysander Helena'ya tutulur. Durumu düzeltmek için Demetrius’un da gözüne çiçek sürülür ve o da Helena'yı sevmeye başlar. Bu olaylar gerçekleşirken, Thesus ve Hippolyta'nın düğün hazırlıkları devam etmektedir. Bir kaç esnaf, hazırladıkları tiyatro eserini prova ederken Puck gelir ve Bottom'un kafasını bir eşek kafası ile değiştirir. Bottom'un arkadaşları kaçışır ve gürültüden Titana uyanır. İlk gördüğü şey, eşek kafalı Bottom olur ve ona tutulur. Titana Bottom ile ilgilenirken, Oberon da çocuğu alır ve Titana'yı eski haline çevirir. Dört aşığı bulundukları durumdan kurtarmak için ise Titana’dan yardım ister. Titana tüm ormanın derin bir uykuya dalmasını sağlar. Böylelikle yaşanan her şey bir “rüya” olarak kalacaktır. Aşıklar uyandıklarında Atina’ya geri dönerler. Thesus ve Hippolyta ile birlikte iki çift de evlenir. Hep birlikte esnafların hazırladığı tiyatroyu izlerler:



Bora YALÇIN

Kaynakça: Bir Yaz Gecesi Rüyası - William Shakespeare

Persepolis


Senaryo

Sahne 0


Marji: Özge      Şah: Ege Berent


(Marji’nin sesi İran’da yaşanan olayları anlatır)


SES: Şahın sonu yakındı…


ŞAHIN SESİ: Başkaldırınızı anladım. Hep beraber demokrasiye doğru yürümeye çalışacağız.


SES:  Gerçekten de denedi, ama halk tek bir şey istiyordu: Çekip gitsin!


SES:  Gittiği gün ülke tarihini en büyük gününü yaşadı. Birkaç gün sonra suçlular serbest bırakıldı. Toplam 3000 kişi…


(Suçlu Fotoğrafı ve Suç Kartı ekranda görünür.)

SES:  Demokratik seçimler düzenlendi. Halkın %99’u (?) İslam Cumhuriyeti’ne oy verdi.


SES:   Sonunda dünün bütün devrimcileri cumhuriyetin amansız düşmanlarına dönüştüler. Değişen yalnızca hükümet değildi. Gündelik yaşam da değişti. Kadınları bütün potansiyel ırz düşmanlarından korumak için türban takmak zorunlu ilan edildi. Son olarak Saddam İran’a saldırdı. İkinci Arap istilası başladı.


Sahne 1


Marji: Özge      Anne: Ezgi K.     Babaanne: Cansu     Baba: Kendal   Asker: Timur



(Marji, babaannesi, babası ve annesi ile eve dönmektedirler, arabanın önünü bir asker keser.)

Asker:  Dur!


(Araba durur.)


Asker: Aşağı inin.


(Baba aşağı iner.)


Asker:  Kimlik kartı, ruhsat, ehliyet


Baba: Tamam

Asker:  Üfle!


(Baba üfler.)


Asker:  Üstelik içmişsin.


Baba: Yo, hiç de değil!


Asker:  Benimle dalga mı geçiyorsun? Kravatından belli batılılaşmış herif.


(Anne iner.)


Baba: Bu kadarı yeter. Ben yirmi yıldır bu ülke için çalışıyorum benimle bu şekilde konuşamazsın.


Anne: Affedin onu.


Asker: Kes sesini!


Anne:  Affedin onu. Dinleyin, anneniz olacak yaştayım. Kaç yaşındasınız 16 mı? Benim kızım 12. Affedin onu.


Asker:  Karına dua et, yoksa çoktan cehennemi boylayacaktın.

( Asker onları zorla arabanın içine sokar.) Madem içki içmediğini iddia ediyorsun, bin arabaya bakalım evinde içki var mı?


(Arabanın içinde: )


Baba:  Anne, Marji, vardığınızda eve ilk önce siz çıkın. Onları oyalamaya çalışacağım. Bütün içki şişelerini boşaltın.


Anne:  Ama nasıl?


Babaanne: Meraklanma rahmetli babandan alışkınım, her vakit onun el ilanlarını saklamak gerekiyordu.


(Eve gelirler. Anne arabada, baba dışarıda askerle konuşmakta, Marji ve babaanne gizlice kaçmaya çalışırlar.)


Baba:  Belki de eve çıkmanıza gerek yok. Kapı komşumuz yaşlı ve kalp hastası. Eğer gürültü yaparsak ölümüne neden olabiliriz.


Anne: Haydi sıvışın!


Asker: Hey, siz ikiniz nereye gidiyorsunuz?


Babaanne:  Oğlum ben şeker hastasıyım. İlacımı içmezsem düşüp bayolacağım.

Asker:  Şeker hastası mı? Annem gibi.


Babaanne:  O zaman beni anlarsınız çok acil.


(Marji ve babaanne eve girerler ve evdeki bütün şarapları tuvalete boşaltırlar.)

Babaanne:  Ve işte son dokunuş.


(Babaanne oda parfümü sıkar. Ayak sesleri duyulur ve baba içeri girer)


Babaanne:  Öteki nerede?


Baba: Sen onlara ne bakıyorsun? İnançları hiç de ideolojik değil. Birkaç metalik her şeyi unutmasına yetti. (Koltuğa oturur.)  Bütün içkileri döktünüz mü?


Babaanne: Evet


Baba: Hepsini mi?


Marji: Evet


Baba:  Tanrım bana güç ver.


Sahne 2


Marji: Özge      

Satıcılar: Kendal, Timur, Efe, Azmi, Ege Berent, Cansu

Kadın Muhafızlar: İzzet, Bora


(Marji sokakta satıcıların arasında yürümektedir.)


1.      Satıcı: Estivi Vonder

2.      Satıcı: Abba, Bee Jees

3.      Satıcı: Yazoo

4.      Satıcı: Pink Floyd

5.      Satıcı: Jaykıl Maskın

6.      Satıcı: Video kaseti, müzik kaseti, oyun kartları, ruj, oje, satranç, yapıştırıcı, çikolata.


(Marji altıncı satıcı ile konuşur. Kim Wille kaseti satın alır.)


Marji: Ne kadar?


6. Satıcı: 110 Tuman


( Marji yoluna devam eder. Arkasından iki kadın muhafız gelmnektedir.)


1. Kadın: Hey! Sen dur bakalım.


2. Kadın: Bu Punk ayakkabıları da ne?


Marji: Hangi Punk ayakkabıları?


1. Kadın: Bu!


Marji: Bunlar basketbol ayakkabısı.


2. Kadın: Kes sesini Punk işte.


Marji: Bunları basketbol oynadığım için giyiyorum. Okulun basketbol takımındayım.


2.Kadın: Tabi, boyundan belli.


1. Kadın: Bu kot montla mı basketbol oynuyorsun?  Bu ne? Michael Jackson, çöküşün sembolü değil mi?


Marji: Bu Malkom X, Amerikalı Müslüman siyahların lideri.


1. Kadın: Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Michael Jackson bu!


Marji: Kim o tanımıyorum.


2. Kadın: Örtünü düzelt küçük f….....   böyle pantolon giymeye utanmıyor musun?


1. Kadın: Sen arabaya bin seni komiteye götüreceğiz.


Marji: Özür dilerim hanim efendi. Bir daha olmayacak.


1. Kadın: Arabaya bin!


Marji: Hanımefendi, annem öldü. Benimle kötü üvey annem ilgileniyor.(Ağlamaya başlar.)  Hemen eve gitmezsem beni öldürecek, ütüyle etlerimi yakacak! Babamı, beni öksüzler yurduna göndermeye mecbur bırakacak.


2. Kadın: Tamam git. Bir daha kurallara uymadığını görmeyelim.


(Sahne biter Marji’nin sesi duyulur.)


Ses: Bütün bunların üzerine ailem beni Avusturya’ya gönderdi. İlk başlarda hayatım güzeldi fakat sonra…






Sahne 3


Marji: Özge      

Kız: Sezen

1. Erkek: Efe

2. Erkek: Azmi


(Marji kafede oturmaktadır. Arka masada 2 Erkek ve 1 Kız oturmaktadırlar.)


Kız: Kardeşime Fransız olduğunu söylemiş.


1. Erkek: İnanmış mı?


Kız: Ne dersin? Nasıl konuştuğunu gördün mü?


2. Erkek: Ya o suratı!


1. Erkek: Yoksa kardeşin ona asılıyor muydu?


Kız: Ne alaka!


2. Erkek: Bu içimi rahatlattı. Marc gibi bir çocuğu tamlaması haksızlık olurdu.


Kız: Hah, Hah, Hah! Kardeşim böyle bir ton balığıyla çıkarsa kendimi öldürürüm.


2. Erkek: Bilmiyorum dikkat ettiniz mi ama ne ülkesinden ne de ailesinden bahsediyor.


Kız: Bence savaşı gördüğünü söylerken yalan atıyor, bütün bunlar ilgi çekmek için.


( Marji birden kalkar ve onların yanına gelir. Bağırarak: )


Marji: Kapayın çenenizi yoksa ben kapatacağım! Ben İranlıyım ve İranlı olmaktan gurur duyuyorum!


(Marji ağlayarak dışarı çıkar ve 1. Erkek arkasından: )


1. Erkek: Tamamen çıldırış bu.


(Marji dışarıda ağlamaktadır.)


Marji: Ölmek istiyorum! Beni kollarına alacak ve sakinleştirecek annem ve babam nerede? Şimdi ninemin söylediğini anlıyorum. Kendime karşı dürüst değilsem, hiç  bir şeye karşı dürüst olamam.



(Sahne biter Marji’nin sesi duyulur.)


Ses: Avusturya bana uygun değildi. İran’a dönmeye karar verdim. Her şey çok değişmişti. İlk başlarda biraz zorlansam da birkaç ay sonra hayata alıştım. Hatta evlenmiştim bile… Zaman geçtikçe bunun bana göre olmadığını anladım ve boşanmaya karar verdim. Artık İran’da kalamazdım.


Sahne 4


Marji: Özge

Baba: Bora

Anne: Sevde

Babaanne: Cansu


Marji: Fransa’ya gitmek istiyorum.


Baba: Çok güzel sana bir vize gerekiyor.


Anne: Ama…


Baba: Onun için endişelenme, kızımız ne yapması gerektiğini bilir.


(Sahne biter Marji’nin sesi duyulur.)


Ses:  Kesin çıkış tarihim olan temmuz ile Eylül 1994 arasında her sabah, hiçbir köşesini unutamayacağım Tahran dağlarında aylak aylak dolaştım. Ninemle birlikte Hazar Denizi’nin kıyısında tatile çıktım ve her zaman benimle gurur duyacağına söz verdiğim büyük babamın mezarına gittim. Ayrıca amcam Anuş’un bulunduğu yere gittim ve kendime karşı dürüst olacağıma söz verdim. Annemle ve babamla eğlenceli zamanlar geçirdim, ninemle birlikte Mehrabat Havaalanında bana eşlik ettikleri 9 Eylül 1984’e kadar.


Persepolis Videomuz




Senaryo

Sahne 0


Marji: Özge      Şah: Ege Berent


(Marji’nin sesi İran’da yaşanan olayları anlatır)


SES: Şahın sonu yakındı…


ŞAHIN SESİ: Başkaldırınızı anladım. Hep beraber demokrasiye doğru yürümeye çalışacağız.


SES:  Gerçekten de denedi, ama halk tek bir şey istiyordu: Çekip gitsin!


SES:  Gittiği gün ülke tarihini en büyük gününü yaşadı. Birkaç gün sonra suçlular serbest bırakıldı. Toplam 3000 kişi…


(Suçlu Fotoğrafı ve Suç Kartı ekranda görünür.)

SES:  Demokratik seçimler düzenlendi. Halkın %99’u (?) İslam Cumhuriyeti’ne oy verdi.


SES:   Sonunda dünün bütün devrimcileri cumhuriyetin amansız düşmanlarına dönüştüler. Değişen yalnızca hükümet değildi. Gündelik yaşam da değişti. Kadınları bütün potansiyel ırz düşmanlarından korumak için türban takmak zorunlu ilan edildi. Son olarak Saddam İran’a saldırdı. İkinci Arap istilası başladı.


Sahne 1


Marji: Özge      Anne: Ezgi K.     Babaanne: Cansu     Baba: Kendal   Asker: Timur



(Marji, babaannesi, babası ve annesi ile eve dönmektedirler, arabanın önünü bir asker keser.)

Asker:  Dur!


(Araba durur.)


Asker: Aşağı inin.


(Baba aşağı iner.)


Asker:  Kimlik kartı, ruhsat, ehliyet


Baba: Tamam

Asker:  Üfle!


(Baba üfler.)


Asker:  Üstelik içmişsin.


Baba: Yo, hiç de değil!


Asker:  Benimle dalga mı geçiyorsun? Kravatından belli batılılaşmış herif.


(Anne iner.)


Baba: Bu kadarı yeter. Ben yirmi yıldır bu ülke için çalışıyorum benimle bu şekilde konuşamazsın.


Anne: Affedin onu.


Asker: Kes sesini!


Anne:  Affedin onu. Dinleyin, anneniz olacak yaştayım. Kaç yaşındasınız 16 mı? Benim kızım 12. Affedin onu.


Asker:  Karına dua et, yoksa çoktan cehennemi boylayacaktın.

( Asker onları zorla arabanın içine sokar.) Madem içki içmediğini iddia ediyorsun, bin arabaya bakalım evinde içki var mı?


(Arabanın içinde: )


Baba:  Anne, Marji, vardığınızda eve ilk önce siz çıkın. Onları oyalamaya çalışacağım. Bütün içki şişelerini boşaltın.


Anne:  Ama nasıl?


Babaanne: Meraklanma rahmetli babandan alışkınım, her vakit onun el ilanlarını saklamak gerekiyordu.


(Eve gelirler. Anne arabada, baba dışarıda askerle konuşmakta, Marji ve babaanne gizlice kaçmaya çalışırlar.)


Baba:  Belki de eve çıkmanıza gerek yok. Kapı komşumuz yaşlı ve kalp hastası. Eğer gürültü yaparsak ölümüne neden olabiliriz.


Anne: Haydi sıvışın!


Asker: Hey, siz ikiniz nereye gidiyorsunuz?


Babaanne:  Oğlum ben şeker hastasıyım. İlacımı içmezsem düşüp bayolacağım.

Asker:  Şeker hastası mı? Annem gibi.


Babaanne:  O zaman beni anlarsınız çok acil.


(Marji ve babaanne eve girerler ve evdeki bütün şarapları tuvalete boşaltırlar.)

Babaanne:  Ve işte son dokunuş.


(Babaanne oda parfümü sıkar. Ayak sesleri duyulur ve baba içeri girer)


Babaanne:  Öteki nerede?


Baba: Sen onlara ne bakıyorsun? İnançları hiç de ideolojik değil. Birkaç metalik her şeyi unutmasına yetti. (Koltuğa oturur.)  Bütün içkileri döktünüz mü?


Babaanne: Evet


Baba: Hepsini mi?


Marji: Evet


Baba:  Tanrım bana güç ver.


Sahne 2


Marji: Özge      

Satıcılar: Kendal, Timur, Efe, Azmi, Ege Berent, Cansu

Kadın Muhafızlar: İzzet, Bora


(Marji sokakta satıcıların arasında yürümektedir.)


1.      Satıcı: Estivi Vonder

2.      Satıcı: Abba, Bee Jees

3.      Satıcı: Yazoo

4.      Satıcı: Pink Floyd

5.      Satıcı: Jaykıl Maskın

6.      Satıcı: Video kaseti, müzik kaseti, oyun kartları, ruj, oje, satranç, yapıştırıcı, çikolata.


(Marji altıncı satıcı ile konuşur. Kim Wille kaseti satın alır.)


Marji: Ne kadar?


6. Satıcı: 110 Tuman


( Marji yoluna devam eder. Arkasından iki kadın muhafız gelmnektedir.)


1. Kadın: Hey! Sen dur bakalım.


2. Kadın: Bu Punk ayakkabıları da ne?


Marji: Hangi Punk ayakkabıları?


1. Kadın: Bu!


Marji: Bunlar basketbol ayakkabısı.


2. Kadın: Kes sesini Punk işte.


Marji: Bunları basketbol oynadığım için giyiyorum. Okulun basketbol takımındayım.


2.Kadın: Tabi, boyundan belli.


1. Kadın: Bu kot montla mı basketbol oynuyorsun?  Bu ne? Michael Jackson, çöküşün sembolü değil mi?


Marji: Bu Malkom X, Amerikalı Müslüman siyahların lideri.


1. Kadın: Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Michael Jackson bu!


Marji: Kim o tanımıyorum.


2. Kadın: Örtünü düzelt küçük f….....   böyle pantolon giymeye utanmıyor musun?


1. Kadın: Sen arabaya bin seni komiteye götüreceğiz.


Marji: Özür dilerim hanim efendi. Bir daha olmayacak.


1. Kadın: Arabaya bin!


Marji: Hanımefendi, annem öldü. Benimle kötü üvey annem ilgileniyor.(Ağlamaya başlar.)  Hemen eve gitmezsem beni öldürecek, ütüyle etlerimi yakacak! Babamı, beni öksüzler yurduna göndermeye mecbur bırakacak.


2. Kadın: Tamam git. Bir daha kurallara uymadığını görmeyelim.


(Sahne biter Marji’nin sesi duyulur.)


Ses: Bütün bunların üzerine ailem beni Avusturya’ya gönderdi. İlk başlarda hayatım güzeldi fakat sonra…






Sahne 3


Marji: Özge      

Kız: Sezen

1. Erkek: Efe

2. Erkek: Azmi


(Marji kafede oturmaktadır. Arka masada 2 Erkek ve 1 Kız oturmaktadırlar.)


Kız: Kardeşime Fransız olduğunu söylemiş.


1. Erkek: İnanmış mı?


Kız: Ne dersin? Nasıl konuştuğunu gördün mü?


2. Erkek: Ya o suratı!


1. Erkek: Yoksa kardeşin ona asılıyor muydu?


Kız: Ne alaka!


2. Erkek: Bu içimi rahatlattı. Marc gibi bir çocuğu tamlaması haksızlık olurdu.


Kız: Hah, Hah, Hah! Kardeşim böyle bir ton balığıyla çıkarsa kendimi öldürürüm.


2. Erkek: Bilmiyorum dikkat ettiniz mi ama ne ülkesinden ne de ailesinden bahsediyor.


Kız: Bence savaşı gördüğünü söylerken yalan atıyor, bütün bunlar ilgi çekmek için.


( Marji birden kalkar ve onların yanına gelir. Bağırarak: )


Marji: Kapayın çenenizi yoksa ben kapatacağım! Ben İranlıyım ve İranlı olmaktan gurur duyuyorum!


(Marji ağlayarak dışarı çıkar ve 1. Erkek arkasından: )


1. Erkek: Tamamen çıldırış bu.


(Marji dışarıda ağlamaktadır.)


Marji: Ölmek istiyorum! Beni kollarına alacak ve sakinleştirecek annem ve babam nerede? Şimdi ninemin söylediğini anlıyorum. Kendime karşı dürüst değilsem, hiç  bir şeye karşı dürüst olamam.



(Sahne biter Marji’nin sesi duyulur.)


Ses: Avusturya bana uygun değildi. İran’a dönmeye karar verdim. Her şey çok değişmişti. İlk başlarda biraz zorlansam da birkaç ay sonra hayata alıştım. Hatta evlenmiştim bile… Zaman geçtikçe bunun bana göre olmadığını anladım ve boşanmaya karar verdim. Artık İran’da kalamazdım.


Sahne 4


Marji: Özge

Baba: Bora

Anne: Sevde

Babaanne: Cansu


Marji: Fransa’ya gitmek istiyorum.


Baba: Çok güzel sana bir vize gerekiyor.


Anne: Ama…


Baba: Onun için endişelenme, kızımız ne yapması gerektiğini bilir.


(Sahne biter Marji’nin sesi duyulur.)


Ses:  Kesin çıkış tarihim olan temmuz ile Eylül 1994 arasında her sabah, hiçbir köşesini unutamayacağım Tahran dağlarında aylak aylak dolaştım. Ninemle birlikte Hazar Denizi’nin kıyısında tatile çıktım ve her zaman benimle gurur duyacağına söz verdiğim büyük babamın mezarına gittim. Ayrıca amcam Anuş’un bulunduğu yere gittim ve kendime karşı dürüst olacağıma söz verdim. Annemle ve babamla eğlenceli zamanlar geçirdim, ninemle birlikte Mehrabat Havaalanında bana eşlik ettikleri 9 Eylül 1984’e kadar.