Türkiye’ye Yönelik Psikolojik Operasyonlar, Özcan Yeniçeri, Fark Yayınları, 2008, Ankara
Türkiye’ye yönelik terör, kriz, demokrasi, farklılıklar, insan hakları, ikinci cumhuriyet ve ‘’soykırım’’ temelinde yürütülen psikolojik operasyonlar ile ardında yatan gerçeklerin ortaya çıkarılması.
(1) Küresel gelişmeler, yerleşik yapı ve kültürleri tehdit etmektedir. Gelişmelerdeki hız, bilgideki yoğunluk ve değişmedeki baskı, yaşamın her alanını etkilemektedir. Küresel güçler, talepleri yönetme haklarını ve insanlar üzerindeki ayrıcalıklarını kabul ettirebilmek için, tarihsel toplulukları geriletmek gibi bir stratejiyi devreye sokmuşlardır. Bu amaçla yaratılan kültürel şoklar sayesinde, geleneksel kavram, değer ve kültürler geçersiz kılınmaktadır. Bireylerin psikolojik ve ekonomik ihtiyaçları üzerinde yapılan operasyonlar büyük ölçüde amaçlarına ulaşmak üzeredir. Günümüz insanının yalanlardan değil, daha çok gerçeklerden rahatsız olması bu operasyonlarla sağlanan kazanımın bir göstergesidir. Yapılan çok yönlü psikolojik operasyonlar sonucunda, insanların yaşamlarının parçalanması, onların zihinsel algılarını da parçalı hale getirmiştir.
(2) Türkiye bu anlamda üzerinde çok yönlü küresel oyunların oynandığı bir ülke konumundadır. Bir yandan etnisite, kimlik, milliyet, mezhep diğer yandan soykırım, terör ve krizle ülkenin sosyal dokusu çözülmeye çalışılmaktadır. Türk tarihi ‘’soykırım’’ suçlamasıyla mahkûm edilmek istenmektedir. Bu amaçla milleti birbirine bağlayan değerler önemsizleştirilmekte, etkisizleştirilmekte ve suçlanmaktadır. Vatan, millet, kimlik, milliyetçilik, bayrak, şehit gibi kavramların psikolojik operasyonların başlıca hedefi olmasının nedeni budur. Operasyon çift yönlüdür, hem toprağa ve mülkiyetine yönelik hem de üzerinde yaşayan kültüre ve halka yönelik olarak gerçekleştirilmektedir.
(3) Son dönemlerdeki tartışmalar büyük ölçüde kimlik çerçevesinde şekillenmektedir. O bakımdan kimliğin ana dinamosu olan anlam, değer ve duygu ortaklığı konusu ciddi bir biçimde ele alınmalıdır. Çünkü toplumlardaki anlam ortaklığının yoğunluğu milletin inşasını kolaylaştırırken anlam farklılığının şiddeti de milleti çözer. Birlikte yaşayanların tarihe, topluma, toprağa yükledikleri anlam farklılıkları; güveni sarsmaya, değer kaybına ve varlığın zedelenmesine neden olur. Yönlendirilen ve kullanılan birçok insan iyi irdelenirse gerçekte onların toplumun ortak anlam bilincine sahip olmadıkları görülür.
(4) Toplumların kontrolü -sömürge dönemlerinden bu yana- hep farklılıkların öncelenmesiyle mümkün olabilmiştir. Bir toplumu meydana getiren üyelerin farklılıkları kullanılarak birbirinden ayırıp güçsüzleştirilmesi; sonra da denetlenmesi bir stratejidir. Adına Çarlık Rusyası’nda ‘’ayır-buyur’’, İngiliz sömürgecilik literatüründe ise ‘’böl ve yönet’’ denir. Günümüzde milleti meydana getiren kültür unsurlarının ortak değer alanlarını güçlendiren kavramların yıpratılması, gözden düşürülmesi ve alaya alınması bu amaca hizmet eder. Millet, milliyetçilik, şehit, bayrak, vatan, İstiklal Marşı vb. kavramları alaya alan, onlara olmadık anlamlar yükleyerek yargılayanlar gerçekte Türkiye’ye karşı açılmış psikolojik savaşın etki ajanlarıdır.
(5) Bir arada yaşama kültürüne sahip ülkelerde toplumları ayrıştırmak sanıldığı kadar kolay değildir. Bunun için ilk önce bireyler arasındaki mana birlikteliğini yok etmek gerekir. Ardından ortak değerlere olan bağlılık ile dayanışmanın ortadan kaldırılması gerekir. Bu bağlamda kader ve keder birliği yaratan unsurların yok sayılmasıyla ekonomik çıkarların karşıt hale getirilmesi gerekir. Sonra da kümeler arasında kin ve nefretin başarılı bir biçimde yönetilmesi gelir.
(6) Küresel sermayenin SSCB sonrası kendiliğinden meydana gelmiş olan Türk dünyası üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilmesi için bölgenin milliyetçi yönetim ve anlayışlardan temizlenmesi gerekmekteydi. Türkiye’nin Türk dünyası üzerinde oynaması muhtemel rol en aza indirilmeliydi. Bunun en kestirme yolunun da Türkiye’deki yönetimin milli kadroların eline geçmesinin her yolu deneyerek engellenmesinden geçmekteydi. Onun için Türkiye’de milli devleti, milli kültürü, milli kimliği ve milli değerleri savunanlar çağın dışında kalmış, kendilerini yenileyemeyen unsurlar olarak ilan edilmeye başlanmıştır. Bağımsızlık, egemenlik ve milli bütünlük gibi kavramlar da gerici kavramlar olarak nitelenmeye başlanmıştır. Artık bağımsızlık, daha doğrusu ABD öncülüğünde küresel sistemle ‘’bağlantısız’’ olmak tehlikenin adıdır. Bu tehlikenin faili de her zaman olduğu gibi milliyetçilerdir. Sömürgeci ülkeler ve onların çok uluslu şirketleri herhangi bir ülkenin kaynaklarını dilediği gibi sömürebilmesi için o ülkenin milliyetçiliğinin en azından ‘’azı dişlerinin sökülmesi’’ gerektiğinden söz ederler. Onun için de milli direncin kırılması, yumuşatılması ve milliyetçiliğin yenilmesi gerekir. Türkiye’de de bu yapılmaya çalışılmaktadır.
(7) Toplum milli reflekslerinden ‘’krizler’’, ‘’lobiler’’, ‘’medya’’ ve yerli AB’ci büyük sermaye odakları tarafından kopartılmıştır. Bu durum insanların yalnız kimliğini değil kendine olan güvenlerini de tartışılır hale getirmiştir. Herkese önerilen tek şey kendini kurtarmak ve kendini düşünmektir. Her şey medya tarafından her gün, herkes tarafından kendisi için, kendisi tarafından ve kendisine göre yeniden kurgulanmaktadır.
(8) Son zamanlarda Türkiye’nin toplumsal dokusunu ayrıştırmak için çok yönlü ve çok boyutlu gayretler gösterilmektedir. Küreselleşme süreci gerekçe yapılarak Türkiye özelinde büyük ayrıştırma operasyonları düzenlenmektedir. Çağın yükselen değeri olan demokrasi, insan hakları, bireysellik ve özgürlük kavramları bu amaç için karşıt argümanlar olarak maharetle kullanılmaktadır. Küreselleşmenin milli devletin sonunu getirdiği, küresel bir dünyanın parçaları küçük olan bir dünya olduğu, demokrasi ve pazar ekonomisinin milli yapıları ayrıştırmaya zorunlu kıldığı tezleri çeşitli kılıflar içinde ileri sürülmeye başlanmıştır. ‘’Türkiye sekiz eyalete bölünmelidir’’, ‘’Federasyon tartışılmalıdır’’ ya da ‘’Biz Kimiz’’ başlığı altında ‘’etnik yapıya’’ yönelik yapılan sözde bilimsel çalışmalar da bu süreçten beslenmektedir.
(9) Ulus devletleri küreselleşmeye, mallarını satın alacak tüketici pazarı bulmak için kendisine gümrüksüz ve sınırsız bir dünya isteyen çok uluslu şirketler zorlamıştır. Ancak burada egemen kılınmaya çalışılan şu görüşün hiç de masum bir niyetle ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. ‘’Artık çağımızda ulusal bağımsızlık demode olmuş bir olgudur; karşılıklı bağımlılık dönemi yaşıyoruz’’ gibi.
(10) Türkiye’de ‘’Biz Kimiz’’ başlığı altında bir gazetenin yaptırdığı ve yayımladığı anket ‘’etnik olarak Türk, Kürt, Laz, Arap’’ ve diğer nüfus oranlarını çıkartmıştır! Araştırma birlik ve bütünlük içinde yaşayan Türk toplumunun farklı köken ve yapılardan meydana geldiğini ortaya koyarak; ayrıştırıcı, farklılaştırıcı ve bir arada bin yıldır yaşayan insanları birbirine yabancılaştırıcı bir özellik taşımaktadır.
(11) Bölgesel güç potansiyeli olan ülkeleri din, ideoloji, etnisite, dil vb. yönden ayrıştırmaya çalışmanın amacı onları çevrelerine projeksiyon yapamaz hale getirmeye yöneliktir. Bir gücü çevresi üzerindeki iddialardan vazgeçirmenin yolu; onu iç çelişkileriyle meşgul etmekten geçmektedir. Bu anlamda Türkiye’nin terörle yoğun bir biçimde muhatap edilmesinin nedeni çerçevesinde ve kültür coğrafyasında olup bitenle ilgilenmesini engellemeye yöneliktir. Daha açıkçası Türkiye’de ki terör, ülkenin stratejik karar mekanizmalarını körletmek amacına yöneliktir. Terörle meşgul olan Türkiye; Türk Dünyası, Türkmen, Kerkük, Karadeniz, Kıbrıs’da olup bitenle ilgilenme imkanı bulamayacaktır.
(12) AB bir yandan Türkiye’ye yönelik terörü kınarken, öte yandan bu terörü besleyen ve destekleyen her şeyi yapmaktadır. Türkiye’nin etnik, mezhep, bölge ve dil temelinde ayrıştırılmasını Türkiye’nin AB’ye üyelik kriteri olarak dayatacak kadar ileri gitmiştir.
(13) İran ve Irak sorunu; aşamalı bir biçimde soğuk savaş sonrası uygulamaya sokulan küresel projenin Türkiye ayağıdır. Bölgenin etnik ve mezhep yönünden ayrıştırılarak kontrol altına alınması küresel gücün temel hedefidir. Küresel güçlerin bölgedeki emellerini gerçekleştirebilmesi için Türkiye’nin bölge üzerinde tarihten, coğrafyadan, demografiden ve kültürden kaynaklanan hayati çıkarlarından vazgeçmesi gerekir. Bunun en kestirme yolu da Türkiye’nin Anadolu’ya hapsedilmesinden geçmektedir. Türkiye’nin Anadolu’ya hapsedilmesi için de Türkiye’nin terör ve iç çelişkilerle meşgul edilmesi zorunluluktur. Türkiye’deki terörün ülkeyi bölme yeteneğine sahip olmadığı birçok merkez çok iyi bilmektedir. PKK terör örgütünün amacı küresel bir maşa olarak Türkiye’nin Anadolu coğrafyasına bloke edilmesine katkı sağlamaktır.
(14) Türkiye’deki yıkıcılık ve bölücülük yaşamın her alnına yansımış olup, bütün hatlarıyla aktiftir. Sosyal, siyasal, ekonomi, kültürel, eğitim, felsefe, pedagoji, hukuk, medya, edebiyat ve kültür bölücülüğün kendisine hedef aldığı alanlardır. Bu alanlarda mümkün olan her imkan ve fırsat kullanılarak bölücülük yapılmaktadır. Medya, siyaset, kültür ve sanat yoluyla yapılan bölücülük terör için alt yapı inşa etmek görevini yerine getirir. Sosyal ve kültürel alanlara atılan tohumlar, diğer alanların katkısından beslenir ve fiziki yani eylem bağlamında aktifleşir.
(15) Bütün bu çalışmaların amacının milli devleti çözmek, cumhuriyetin kazanımlarını yok etmek ve üniter yapıyı dağıtmak olduğu unutulmamalıdır. Sömürgeci odakların her türlü baskısına her yolu deneyerek karşı koymak var olmanın şartları arasındadır. Bu karşı koyuşun kaynağında yine vatan ve millet duygusu vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder