11 Nisan 2012 Çarşamba

Yüzyıldır Neden Bocalıyoruz?, Niyazi Berkes

Yüzyıldır Neden Bocalıyoruz?, Niyazi Berkes, 1997, İstanbul
Osmanlı Devletinin son dönemlerinden beri yapılmaya çalışılan gelişmelerin sekteye uğramasının sebepleri, gericiliğin tarihi gelişmelere etkisi ve Devletçilik
Kitap iki ciltten oluşmaktadır.
(1)    Birinci Cilt:
(a)    Meseleler ne zaman başladı?
Türkler, Osmanlı İmparatorluğu dediğimiz siyasal egemenliğin kuvvetini on sekizinci yüzyılın başına kadar devam ettirmişler, fakat bu yüzyılın başında bu kuvvet ilk önemli dış engellerle karşılaşmağa başlamıştı. On sekizinci yüzyılın başında imparatorluğun yalnız eski kudretini kaybetmekle kalmadığını, aynı zamanda gerilemeğe başladığını o zamanın devlet adamları bile anlamışlardı.
(b)    Eski Düzene Dönme Çabaları.
On yedinci yüzyılda Osmanlı devlet sisteminin dünyanın geçirmekte olduğu büyük değişmenin tesiri altında bozulmaya, aslındakinden farklı şekillere girmeye başladığı görülmüş bulunuyordu. En önemli değişiklik bu sistemin can damarı olan toprağın idare ediliş usullerinde olmuş, bunlarla ilgili mali, idari, sınaî ve hatta ilmi örgütler başka başka şekillere girmeğe başlamıştı. Toprak rejimi ve ona dayanan devlet maliyesi, ordu, hükümet ve idare bilim müesseseleri. Dikkate değen nokta hiç birinin bu değişmenin veya onların deyimiyle bozulmanın, hiçbirinin nedenlerini araştıramamalarıdır.
(c)    İlk Yenileşme Denemeleri
Bazı devlet adamlarının askeri ıslahat yapmak yanında daha önemli olan başka bir işin ele alınması gerektiğini kavradığını görürüz. Selim III zamanında, hatta ondan daha önce. Türkiye'nin çöküşünün asıl nedeninin ekonomik olduğu anlaşılmıştı. Ama buna karşı tutulacak ekonomik siyasetin yürütülmesini köstekleyen veya yürütüldüğü takdirde onu yanlış ve zararlı yönlere çeviren etkenler vardı.
(ç)    Yenileşmeye Engel Olan Kuvvetler.
Bunların birincisi, memleket içinde değişmeye karşı daima direnen ve savaşan gerici kuvvetlerdir. Bu gerici kuvvetler çok kere ilerici kuvvetlerden üstün gelmiştir. İlerici kuvvetler köksüz, gerici kuvvetler ise toplumun dibine kadar kök salmış durumdadır. Bu kökler, hâlâ tamamıyla sökülmemiştir; bazıları hâlâ yerinde duruyor. ikincisi, Batı'dan alınan fikirlerle kendini ıslah etme işine giriştiği zamanlar Türkiye'nin kendini daima Batı dünyasında olup giden çekişmelerin içinde bulması, bunlardan kaçınacağına onlara bulaştığı için Batı devletlerinin politik ve ekonomik peyki haline gelmesi, hiçbir programı sürekli olarak uygulayamamasıdır. Üçüncüsü, reform teşebbüslerine hep bu çekişmelerin Türkiye'ye yönelmiş olduğu zamanlarda hazırlıksız olarak kalkışılması, bu yüzden, dış baskıların karışması ile yapılan işlerin halk kütlelerinin durumunu iyileştireceğine kötüleştirmesidir.
(d)    Gericilik Kuvvetleri.
Toplumsal değişime karşı olan gericilik hareketleri Türkiye'de ta baştan beri ortaya çıkmıştır. Gericiliğin asıl tehlikeli olan çeşidi belirli çıkarların temsil ettiği gericiliktir. Çıkarcı gericiliğin en kuvvetli temsilcisi Türk toplumunun modern bir düzene girmesinden en çok zarar görecek olan ve çıkarları ellerindeki toprak monopolisinde bulunan toprak ağaları ve derebeyi artıklarıdır.
(e)    Islahatçıların Başarısızlıkları.
Reform tarihimizin ta başından itibaren gericilerin karşısındaki reformcular ve ilericiler Türkiye'nin kalkınma davasının özünü ve anahtarını bulamamışlardır. Batı uygarlığını benimseme işi, mesela zamanımızda, döne dolaşa anlamı kaçan bir "Batılılaşma" işi şekline girmiştir. Yalnız satıhta görülenin taklitçiliği anlamına gelen bu "Batılılaşma"nın temsilcileri olan ilericiler çok defa hep Batı devletlerinin baskısı kapıya dayanınca Batılılaşma yolunda işlere kalkışmışlardı.
Kalkınmanın yolu heyecan ve kin değil, bilgi ve medeni cesarettedir. Bu hikâye hepimize şu üç basit gerçeği öğretmiyor mu?1)Türk ulusunun yirminci yüzyılda yaşayabilmesi için geçirmek zorunda olduğu değişikliklerin içerideki gerici engellerini tasfiye etmek,2)İçerdeki engellerden kurtularak yürütülecek olan bu değişmenin mümkün olduğu kadar hızla yürüyebilmesi için memleketi dünya politika kavgalarının dışında bırakmak, onu hiçbir yabancı çıkara alet etmemek,3) Türk halkının büyük çoğunluğunun içine düştüğü yoksulluktan kurtarılması için alınacak teknik tedbirlerin müessirliğini sağlayacak olan toplumsal reformları yapacak ve bunları yabancı çıkarlarına göre değil, ancak Türk halkının durumunun iyileşmesi açısından yapmak. İşte Kemalizm devriminin karşılaştığı ödevler bunlardı.
(2)    İkinci Cilt:
(a)    Ulusal Kurtuluş Savaşı Ve Kemalizm Devrimi
Ulusal Kurtuluş Savaşı, yabancı bir devletle alelade bir savaş yapmaktan bambaşka bir şeydir. O zamana kadar Türkiye'nin harpten kurtulduğu yoktu; fakat bunların hiçbiri bir ulusal kurtuluş savaşı değildir. Ulusal Kurtuluş Savaşı mali ve siyasi bağımsızlığını kaybeden bir ulusu parçalamak için kullanılan cebir kuvvetine karşı, o ulusun bütün varlığı ile canını dişine takarak giriştiği bir savaştır. Bu savaşın askeri harp yanı onun niteliğini tam olarak gösteremez. Onun, ulusun iç ve dış durumunda kökten değişiklikler yaratan yanı da önemlidir.
(b)    Kemalizm’in Üç Yanı
Kemalist devrimin en önemli yanları modern rejimin ulusal bağımsızlığa, halk egemenliğine, Cumhuriyet hükümet şekline ve din-devlet ayrımına dayanması prensipleridir. Bundan sonra Kemalist devrimin ikinci yanı gelir. Bu da birinci yanının prensipleri ile uyuşmaz olan bütün eski müesseselerin kökten davranışlarla ortadan kaldırılması işidir. Bu, Kemalizm’in devrimcilik ilkesi ile adlandırdığımız yönüdür. Yaptığı iş, Kemalizm’in aşağıda anlatacağımız üçüncü yönünü teşkil edecek olan toplumsal değişme ve kalkınma işlerine engel olan geleneksel örgütleri, âdetleri, alışkanlıkları, kanunları kaldırmak işidir. Bunların altındaki toplumsal temelin değişmesini sağlama işi yani yüzyıllık Türk evriminin ana davasına ancak bundan sonra sıra gelecektir. Atatürk bu ikinci işte de sezişinin, kesinliğinin, aydınlığının kudretini gösterdi. Bunları, ıstıraplı fakat uyana şoklar halinde bunların lüzumuna sonunda halkı da inandırarak yapmaya muvaffak oldu. Yazı değiştirmekten başlık değiştirmeye, takvim değiştirmekten medeni kanun değiştirmeye kadar hepsi daha önceki kuşaklarda düşünülmüş, tartışılmış şeylerdi, ama onun zamanına kadar hatta onun zamanında bile, bu değişmeleri göze alacak adam çok azdı, alacak olanların da hiçbir önderlik kudreti yoktur.
                (ç)    Kemalizm’in Ekonomik Kalkınma Tezi
Kemalizm’in üçüncü yönü ise yeni toplumu temelinden kurma işi olacaktı. Kemalizm’in ilk iki yanının mantıki sonucu, Türkiye'nin uygarlık değişimini toplumsal dokusunda yeni başladığı noktadan kendi eliyle gerçekleştirmek olacaktı. Bunun içindir ki Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Atatürk'ün üzerinde en çok durduğu şey, toplumun yeni anlama göre kurulması işinin başlayacağını hatırlatmak olmuştur.
(c)    Ulusal Kalkınma Davasının Meseleleri
Kemalizm’in üçüncü yönünün hareket noktası ekonomik kalkınma yolunda girişilen devletçilik politikasının temelindeki fikirdi. Bu fikrin toplumsal değişme ve gelişme anlayışı;   toplumun temel yapısında devrimsel değiştirmelere girmeden çağdaş uygarlığa geçmenin ekonomik kalkınma yolu ile mümkün olduğu, bu kalkınma sonucu olarak temel yapının da aynı zamanda değişeceği tezine dayanır.
(d)    Devletçiliğin Başarıları
Devletçiliğin olumlu yanları ve sonuçları şunlar olmuştur: Daha önceki devirlerde gördüğümüz temelden yanlış ve çökertici yollar artık sona ermiştir. Türkiye, yalnız kendi tarihinde değil, bütün geri kalmış ulusların tarihinde yepyeni bir işe girişmiş oluyordu. Girişilen iş tutarsa Türk ulusu ekonomice bağımsız, toplumca modern bir ulus olacak; gericilik, emperyalizm ve yoksulluk çengellerinden kurtularak her modern ulusun girdiği normal gelişme ve yükselme yoluna girecektir.
(e)    Ulusal Devletin Ve Ekonominin Temelleri Atılıyor
Devletçilik hem bizde hem dışarıda ve özellikle zamanımızda mümkün olmadığını inanılan bazı şeylerin mümkün olduğunu ispat etti:1) Dış borçlanma veya yardım olmaksızın kalkınma mümkündür. Devletçilik devrinin iki sanayileşme programı tamamıyla, mobilize edilmiş ulusal kaynaklarla sağlandı. 2)Devletçilik hâlâ bugün bile inanılmayan bir şeyin daha mümkün olduğunu gösterdi: Geri kalmış memleketlerde ulusal gelirin yüzde 5'ten fazla yatırıma harcanmasının mümkün olduğunu gösterdi,3) Devletçiliğin sermaye finansmanı mobilizasyonu memlekette kamusal ve özel sermaye birikiminin temellerini hazırladı ve memleketin ekonomik kalkınmasının ilk hızını sağladı. 4) Daha önceki devirlerin sıfıra indirdiği malî ve siyasî devlet ve ulus itibarını yeniden kurdu ve yükseltti. Türk parasının istikrarını sağlamakla kalmadı, değerini hayli yükseltti. Daimi işçi ücretlerinin çok düşük kalmasına, emek değerinin çok ucuzluğuna rağmen, üreticilik seviyesinin düşük veya yükselişinin çok ağır olması yüzünden, üretim maliyetleri gelişmiş memleketlere nazaran çok yüksek kalmış, bu da halk yığınlarının hayat standartlarının düşük kalmasına tesir etmiştir.
(f)    Devletçilik nasıl dejenere edildi?
Osmanlı İmparatorluğu devrindeki kalkınma çabalarının hikâyesinin sonuna geldiğimiz zaman, bunların Kemalist devrimine öğrettiği üç ders vardır demiştik: (1) Gericiliği durdurmak, (2) başka devletlerin kavgalarına bulaşmamak, (3) halkı yoksulluktan kurtaracak ekonomik kalkınma tedbirlerinin müessirliğini sağlayacak toplumsal reformlar yapmak. Devletçilik siyaseti bu üçüncü işe yani devletçilik programının gerçek bir kalkınma ve gelişme sağlayacak şekilde müessirliğini temin etme işine, daha kısaca toplumsal reformlara neden girmemiştir.
(g)    Ekonomik Bağımsızlığın Ve Kalkınmanın Temelleri
Bağımsız olmak zorunda olan bir toplum için yukarıda saydığımız bulunmaz bir mazhariyet olan yanlardan başka, Türkiye'nin aynı derecede önemli bir avantajı daha vardır. Birçok memleketlerden farklı olarak Türkiye, kendine yeter bir ekonomik birim halini, kalkınmasını kendi tabiat ve insan kaynakları ile harekete getirmesini çok geniş ölçüde sağlayabilecek bir memlekettir. Bir defa Türkiye; İngiltere, Japonya, Yunanistan, Lübnan gibi tabii kaynaklarca mahdut olduğundan refahının ekonomik temelini kuvvetli bir dış ticaretten sağlama zorunda olan bir memleket değildir. İkincisi, Türkiye petrol, pamuk, kauçuk gibi dünya piyasalarına tabi ve daima kudretli sermayelerin tamah hedefi olan maddelerden birine ekonomisini dayandırma zorunda olan bir memleket değildir. Üçüncüsü, kendi tabiat ve insan kaynaklan ile Türkiye, dengeli bir iç ekonomi düzeni kurabilecek durumdadır. Bunu da ilk ve en iyi kavrayan Atatürk olmuştur. Dördüncüsü, Türkiye tabiat kaynaklarını nüfus ve insan gücünü planlı kullanma yolu ile kalkınmasının tabii ve içten takılmış motoru haline koyabilecek bir memlekettir. Dışarıdan motor aramaya ihtiyacı yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder